İslamcı edebiyatın muhalefet dili Necip Fazıl ve büyük doğu

Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde ana muhalif kitle, dindar ve muhafazakâr kesimdir. Bu muhalefetin temelinde din/gelenek karşıtlığına dayanan egemen politikaya tepki vardı. Söz konusu muhalif söylem, siyasal koşullar izin verdiği ölçüde Türk edebiyatında da varlığını hissettirmiştir. Kuşkusuz bu söylemin II. Meşrutiyet dönemindeki öncüsü Mehmet Âkif’ti. Onun, İslâm’ı ilerlemeye engel olarak gören Türk modernleşmecilerine ve ikiyüzlü, vahşi Batı medeniyetine karşı tepkileri, İslâmî muhalif edebiyatın da ilk örnekleriydi. Hatta Süleymaniye Kürsüsü’ndeki; “Kızımın iffeti batmakta rezîlin gözüne/ Acırım tükrüğe billahi, tükürsem yüzüne” dizeleri, kılık kıyafete ilişkin baskılara karşı Cumhuriyet dönemi İslâmî muhalefetin de sık sık başvurduğu dizelerdi.

***

Dönemin siyasal koşulları gereği 1920-30’lu yıllarda bu muhalif kitle genelde içe çekilmeyi tercih etmiştir. Rasim Özdenören’in ‘Gül Yetiştiren Adam’da anlattığı gibi. Bu dindar/muhafazakâr suskun kitle, güçlü bir muhalif ‘ses’e ancak 1943’te Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su ile kavuşacak, Üstad, Tek Parti döneminde polemikçi, kışkırtıcı, ifşacı bir gazeteci diliyle CHP ve İnönü’yü odağa alarak “Batıcı” zihniyete şiddetle muhalefet edecek, onları dinsizlik ve masonlukla, toplumun ahlâkını tahrip etmekle suçlayacak, onlara kendine özgü heyecanlı bir retorikle hücum edecektir. Türk modernleşmesinin din karşıtı tutumunu ifşaya, teşhire, hatta hicve dayanan, retoriği ağır basan, döneminde dindar/muhafazakâr/milliyetçi kitlenin rağbet ettiği ‘keskin’ bir gazeteci diliydi bu!..

***

Şiirini bundan ayrı tutmak gerekiyor ama, muhalif söylemle inşa ettiği şiirlerinin ana karakterinin de dinî ve ahlâki yozlaşmaya karşı bir refleks, “mağdur ve mazlum dili” olduğu söylenebilir. Şair bir yandan bu ahlâki yozlaşmayı, bu özden kopuşu; “Evde cinayet, tramvay arabasında zina”, “Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları/ Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam)da çığlıkları” gibi dizelerle teşhir ederken; siyasal çöküşü de “Gir de bir bak ülkeme/Başsız başsız adamlar” vb. dizelerle eleştiriyor; ayrıca muhalif dindar/muhafazakâr kitlenin mağduriyetini ve ezilmişliğini dilendirmekten geri durmuyordu. Örneğin “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” dizesi bu muhalif/mağdur kitlenin bayrak dizelerinden biriydi. Bir dönem, kamusal alanlardan dışlanan bu kitle, “gözyaşlarıyla ıslanmış”, mustarip, “Allah yolunun divanesi” ve “masum Anadolu’nun saf çocuğu” idi… Yüzüstü çok sürünmüştü!.. Kısakürek şiirlerinde bir yandan bu mağdur/mazlum söylemi kullanırken, diğer yandan da yüksek bir sesle; “Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya!” vb. dizeleriyle bu kitleyi mücadeleye, ayağa kalkmaya çağırdı. “Zindandan Mehmed’e Mektup”taki; “Sanma bu tekerlek kalır tümsekte/ Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!” dizeleri de İslâmcı muhalefetin baş tacı idi, bir dönemin dilini, heyecanını, umutlarını, direniş bilincini, ruhunu yansıtması bakımından önemli bunlar… Doğrusu “Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes/ Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!.” gibi heyecanlı dizeler, 80’li yıllara kadar İslâmcı gençlikte karşılık buldu ve bir direniş bilinci, mücadele azmi uyandırdı. Kısaca, söz konusu muhalif kitleyi besleyen bu heyecanlı söylem, bu “mağdur ve mazlum edebiyatı” idi.

Şimdi ne bu söylem ne de bu söylemden o denli etkilenecek muhatap/muhalif bir kitle var!.. Açıkçası “Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya!” dizesinin bugünkü gençliği 60-80’li yıllardaki kadar etkileyeceğini sanmıyorum. Bunun iki açıklaması olabilir: Ya Üstad’ın bu muhalif/mazlum söylem üzerine kurulmuş şiirleri işlevini yitirdi veya muhatap kitle değişti!.. Yahut ikisi de olabilir!

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum