İstanbul’un meczupları: Pazarola Hasan Bey
Çoğu şehrin bir meczubu vardır. İstanbul’un da vardı elbette. Sermet Muhtar Alus, “Akşam” gazetesinin 26 Haziran 1932 tarihli nüshasında yayımlanan “Eski Meczuplar” başlıklı yazısında bazılarından bahseder. Bunlardan biri Deli Salib. Aslen Sarıgüzelli imiş. Uzun boylu, kül benizli, sivri sakallı, başında bir arakiye, yeşil veya siyah sarık, sırtında bir pullu entari, belinde kuşak, ayağında takunyalar, omuzunda ipe bağlı beş altı lazımlık, Fatih, Aksaray, Beyazıt’ta dolaşırmış.
Deli Hüseyin. Yaşı elliyi aşkın, kır bıyıklı, tıraşı uzamış, başında limon kabuğu bir fes ile para dilenir, genelde Üsküdar, Bağlarbaşı ve Çamlıca’da gezermiş.
Arap İsmail ise Habeşi ve ayyaş. Halıcılar’da ablası Zehra Hanım ile otururmuş. “Off, of medet yandım” diyerek mani ve gazeller okur, topladığı parayla rakıya koşarmış.
Bir başka meczup, Tonbalak Ahmet Bey. Fatih civarında oturan, kırk-kırk beş yaşlarında kısa boylu, kalın vücutlu, güzel çehreli, düşük bıyıklı bir adam. Başında püskülsüz bir fes, fesin ibiğinde sarmısaklı mavi bir boncuk, avucunda çakıl taşları, sürekli kendi kendine konuşurmuş. Çocuklar da peşinden, “Yemiş, yemiş! Mamış. Tonbalak Ahmet Bey!” diye bağırırlarmış.
Bir de Vefa ve Kovacılar’da dolaşan Deli Macit var. Çocuklar ona da rahat vermiyorlar! Bir ağızdan “Deli Macit! Deli Macit” diye yaygarayı koparınca, zavallı Macit o hırsla ayağındaki takunyalardan birini fırlatır, çocuklardan biri onu alıp vermez, bir göbek at da verelim derler. Macit göbeği atar, takunyasını kurtarırmış.
Meczup kadınlar da var! Bunlardan biri Deli Saraylı. Eyüp Sultan şeyhine âşık olmuş, kara sevdaya tutulmuş. Topladığı ekmekleri dildadesinin başı gözü sadakası için köpeklere dağıtırmış.
Deli Saffet Hanım, soranlara Üsküdar Açıktürbe’de oturduğunu söyler, robalı yeldirmesinin altındaki entarisine on beş- yirmi kitap doldurup öyle dolaşırmış. Kitapların hepsini de okurmuş, ezberinde bir sürü ilahi, naat, kaside varmış.
Bir başkası Guguk Zehra. Kısa boylu, kamburca, 60 yaşında bir kadın. Başında beyaz örtü, sırtında siyah yeldirme, hep Fatih’ten Beyazıt’a doğru yürüyor… Guguk kelimesini işitince aklı başından gidiyor, sövüp saymaya başlıyor.
Ben asıl devrin meşhur meczubu Pazarola Hasan Bey’i anlatacaktım. Alus bu yazısında ondan da bahsediyor. Genelde Beyazıt, Sahaflar ve civardaki çarşıda dolaşan Pazarola Hasan Bey, yolda esnafa “Pazarola” derse sözünün bereket getireceğine inanılırmış. Osman Cemal Kaygılı, Mart 1925 tarihli “Resimli Ay” (No: 2-12) dergisinde onunla bir röportaj yapmış. Röportajdan anlaşıldığına göre evi Unkapanı’nda Atlama Taşı civarında bir yerde. Dediğine göre Küçük Mustafa Paşa’daki Karasakallı diye bilinen bir şeyhe intisap etmiş, Rufai imiş.
Pazarola Hasan Bey hakkında daha ayrıntılı bilgiye Malik Aksel’in “İstanbul’un Ortası” (haz. Beşir Ayvazoğlu, Kapı Yay. 2011) adlı kitabında rastladım. Herkesin sevdiği biri. Elinin değdiği yere bereket geleceğine inanılırmış. İşportacılar onun eline dokunmadan yanından ayrılmazmış. Çelimsiz bir vücut üstünde, kocaman bir baş. Başta abani bir sarık, üzerinde “Maşallah Hasan Bey” yazısı, sarığın arasında bir gül ya da karanfil veya birkaç yaprak. Nereye gitse neşe götürüyor. Sokakta, esnafa “Pazarola berberbaşı”, Şehzadebaşı’nda Kel Hasan’a rastlayınca “Pazarola tiyatrocubaşı, valiyi görse “Pazarola vâlibaşı” dermiş. Hakkında piyesler yazılmış, Darülbedayi’de oyunlar oynanmış, bir ara “Pazarola Hasan Bey” diye bir mizah gazetesi bile çıkmış.
Garip insanlar meczuplar!.. Şu beyitle bitirelim:
“Deme sen gaflet ile Ferhad u Mecnun’a deli
Eyle sen halka nazar her biri bir gûna (türlü) deli”
Biz de bugünlerde böyleyiz işte. Bindik bir alâmete gidiyoruz kıyamete!..