‘Yağmur Beklerken’de politik korku
Bu yazıyı seçimlerden bir gün önce yazıyorum. Sonuç ne olur bilmem ama siz okurken artık her şey belli olacak. Ne olursa olsun ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Yakın tarihe baktığımızda Türkiye’nin demokrasiye ve çok partili hayata hiç de kolay geçmediği görülür. İktidar savaşı, Millî Mücadele’den sonra meclisin kurulmasından itibaren oldukça sert geçmiştir. Nitekim Yakup Kadri “Politikada 45 Yıl”da Kuva-yı Milliye’yi oluşturan güçlerin zaferin akabinde kendi aralarındaki çatışmalardan bahseder. Kimi kez Meclis kürsüsüne kadar uzanan sert bir çatışmaydı bu. Kemal Tahir “Kurt Kanunu” ve “Yol Ayrımı”nda bu çatışmaları anlatmıştır.
Kemal Tahir’in “Yol Ayrımı” gibi Tarık Buğra’nın “Yağmur Beklerken’i” de Türkiye’de çok partili hayata geçmek için atılan bir adımı; “Serbest Cumhuriyet Fırkası” tecrübesini konu edinmesi bakımından önemli bir roman. Ama Kemal Tahir’in romanından nispeten farklı. Çünkü “Yol Ayrımı”nda Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşunda doğrudan rol alan kişi kadrosu ve bir anlamda ‘merkez’de yaşanan çatışmalar ele alınıyor. Buğra ise yeni fırkanın kuruluşunun Anadolu’daki bir kasabada nasıl karşılandığını konu edinmekte.
Serbest Cumhuriyet Fırkası, 1930’da Atatürk’ün emriyle kurulmuş, siyasi kadrosu onun tarafından belirlenmiş ve yine onun ‘olur’uyla kapatılmış bir partidir, halkın talepleri ve mücadelesi sonucunda doğal olarak ortaya çıkmadı. Belki de bu sebeple gerek “Yol Ayrımı”, gerekse “Yağmur Beklerken”de kuruluşu şüpheyle karşılanır. Tarık Buğra romanında, fırkanın kasabada kurulmasıyla ilgili kaygıları Avukat Rahmi ve halk aracılıyla dile getirir. Meselâ daha önce bir Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası tecrübesi yaşanmıştır ve Rahmi her ne kadar “hiçbir tehlikesi yok; yâni zaman Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası zamanı değil…” (s. 86) diye düşünse de belli ki bir kaygı taşıyor. İkincisi, bunun bir danışıklı döğüş olabileceği, arada halkın ezileceği şüphesidir. Bu şüpheyle Rahmi, “Ne o yâni, Gazi Paşa, İsmet Paşa’yı ve takımını yesinler diye bırakıverecek miydi?” (s. 87) diye sorar. Bir başka korku, fırkacılığın kasaba halkını birbirine düşüreceğidir. Nitekim Rıza Bey, “Ortalığa bir fırka daha çıktı ya, iş şinci Altın Kalem Mahallesiyle Eskikale Mahallesinin, şo bizim zamanımızdaki saplantısı kavgasına dönecek.” (s. 111) der. Bu konudaki bir başka çekince de halkın asıl derdinin yoksulluk ve kuraklık olmasıdır.
Bütün bunlar, Anadolu’da halkın, C.H.F dışında bir başka partinin kurulmasına birtakım sebeplerle kaygıyla baktığını gösteriyor, hatta bu siyasi çatışmanın ‘merkez’de kalması, ‘çevre’ye yayılmaması gibi bir temenni de var. Belli ki inisiyatif almaktan kaçınıyor!.. Sosyolojik olarak Anadolu’daki bu kaygılara dikkat edilmeli bence. Kasabanın şuurlu aydını Kenan Bey korkunun farkındadır, iktidar hırsının tarihte kanlı çatışmalara sahne olduğunu bilir, ancak zamanla toplumun değiştiğine, Batı medeniyetini üstün kılanın, halkın iktidarın köklerine sahip çıkması ve idarecileri kontrol etmeyi idrâk, sonra da hak etmeleri olduğuna inanır (s. 135). Bu, siyasî bir şuur ve tabii bir haktır aslında. Ama siyasi tarihimiz, halkı kaygılandıran pek çok örnekle dolu olduğu için Anadolu’da siyasete karşı ‘kolektif bir çekince’ var.
“Yağmur Beklerken”de bu korkular, sık sık Rıza Bey ve Avukat Rahmi tarafından dile getirilir.
Korkulan olur mu? Evet olur! Kasaba kutuplaşır, huzur bozulur… Seçim bir çatışma ve baskı atmosferi içinde sona erer.
Aradan 93 yıl geçti, Türkiye siyaseten elbette gelişti, ama demokrasi süreci sık sık sekteye uğradı. Eskisi kadar olmasa da siyasete karşı güvensizlik hâlâ sürüyor. Tedirginliğin altında neler yatıyor? “Yol Ayrımı” ve “Yağmur Beklerken” romanları birer ayna, baktığımızda korkularımızı ve kutuplaşmalarımızın sebeplerini görüyoruz.