Antakya’dan Jordan’a akan bir dünyadayız

Geçtiğimiz Salı günü “irfan ordularının” çoğunlukta olduğu bir grup ile Ürdün’e geldik.

Amman’dan Akabe’ye aşağıya doğru akan nehir anlamına gelen Jordan Nehri boyunca yol aldık. Sağımıza Jordan Nehri’ni , diğer adıyla Şeria, solumuza Osmanlı Hicaz demiryolu güzergahını takip ederek Akabe’ye aktık.

Zor geçit, darp geçit anlamına gelen Akabe şehrinin sükut ikliminde geceyi geçirdik.

Akabe Kızıldeniz ile mükâfatlanmış küçük bir liman şehri.

Akabe sahilinin çöl rengini çağrıştıran kumları, narin dalgaları, göz alabildiğine uzanan maviliği, etrafını saran açık renkli kayalıklarıyla bizim gibi modern hayatın heyulasında çalışanlar için ferahlatıcı bir dinginlik veren bir koyda gözlerimizi Kızıldeniz’e açtık.

Akabe’de Osmanlı Kalesi’nin bakımlı harabeleri

Önünde duruyoruz. Kaleye girip birkaç fotoğraf çekiyorum. Kalenin adımını atana hoş geldin diyen yalanmışlığı var.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında 1516 tarihinde Osmanlı topraklarına katılan şehirde hac yollarının emniyeti için inşa ettiği kale.

Aynı zamanda 1. Dünya Savaşı’nda topların yönü Kızıldeniz’den gelecek düşmana çevriliyken hiç beklenmedik anda Çölden gelen İngiliz destekli Arap isyancılarının Osmanlı ordularını şehit etkileri kale.

Osmanlı çekilince bölge dünyanın egemen gücü İngilizler tarafından yeniden şekillenmiş.

Aynı topraklarda üç farklı ülke. Toprakların rengi bir. Sınırları ayrı. Masa başında cetvelle çizilmiş üç devlet.

Kuşlar göğün sınır tanımayan kanatlıları. Kızıldeniz’den havalanınca kah İsrail kah Ürdün kah Mısır’ın bitkiden arınmış kayalıklarına konup kendi özgürlüklerini kendilerine sınırlar çizerek kısıtlayan insanoğlunun haline hayret mi ediyorlar gülüyorlar mı bilemedim.

Rüzgarın esinti özgürlüğü, ülke sınırlarını aşıp her insanın bağrına serinliğini hissettiriyor.

Kızıldeniz’in balıkları hangi ülkenin karasularında yüzdüklerini acaba umursuyorlar mı?

Kaleden ayrılıp Kızıldeniz’e açılıyoruz. Rüzgar teknemizi dizginlemekle kalmıyor üstümüzü Kızıldeniz’in tuzlu sularıyla ıslatıyor. Gülümsüyoruz. Kızıldeniz bir gülümseme olarak hayatımıza giriyor.

Arap dilinin “Sabah Bülbül”ü diye adlandırılan Feyruz’un sesi sınırların çok ötesinde yankılanıyor.

Kızıldeniz’de nefes alıp veren her canlıya dokunuyor. Teknede 400 yıl bu topraklarda hakimiyet kurmuş imparatorluğun evlatları olan bizlerin sesi de Feyruz ile Kızıldeniz’e karışıyor.

Kızıldeniz’in doğusu Ürdün, kuzeybatısı İsrail, İsrail’in altında Mısır. Sınırlar çizilirken dar alanda kısa paslaşmalar. Pastadan her kesime bir dilim. Buna sınır denilmiş.

İsrail bir firavun gövdesi gibi yerleştirilmiş Kızıldeniz’e.

İsrail’e bakan yüzler hep asık. Avrupa, Yahudilerden kurtulmak için mi yoksa bölgeye bir ateş bırakıp bölgeyi birbirine katmak İçin mi İsrail’i atmışlar bölgenin ortasına?

Coğrafya yakın tarihimizde bedel ödeyerek bu soruların cevabını hepimize verdi.

Siyonizmin kendi zehrini şifa diye sunduğu topraklarda artık herkese kendini kabul ettirmenin zafer bayrağını Kızıldeniz’de dalgalandırıyor.

Akşam da en çok İsrail bölgesinin ışıkları bakanların gözlerini alıyor. Bakanları köreltir bir ışık kirliliği İsrail’den coğrafyaya yayılıyor.

Yıllar geçtikçe İsrail’e artık hepimiz tıpkı önce ölümcül görüp kaçtığımız zaman geçtikçe birlikte yaşamaya alıştığımız covid virüsü gibi alışıyoruz.

İsrail kürersel egemen güçlerin İslam devletlerine kabul ettirdiği ve devlet eliyle de vatandaşlara alışma aşısına dönüşmüş gibi. Israil ölümcül etkisini yitirmiş bir formatta hayatımızın doğallığında.

Hatta kimi de vücûd direncinin artması için virüsü kendiler için şifa kaynağı olarak da görüyor.

Dün Ürdünlü rehberimizin dediği bir söz akşamdan beri aklımdan çıkmıyor: Biz Ürdünlüler 1948 ve 68 savaşlarını binlerce şehit vererek kaybettik. Peki müslümanlar nerdeydi biz savaşırken? Siz neredeydiniz? Endonezya, İran, nükleer silahlarıyla övünen Pakistan neredeydi? Kudüs bir tek bizim için mi kutsal? İslam dünyası neredeydi deyip okları bize yöneltince susuyoruz.

Elimizdeki taşları yere bırakıp günahı bir milletin üzerine yıkmanın hatasından vazgeçiyoruz.

Rehberimiz, Türkiye’nin İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biri olduğunu eklemeden geri durmuyor.

Ve şu cümle kendiliğinden gelip notlarım arasına yerleşiyor: Kudüs, tüm İslam ülkelerinin siyasi tarihinde bir günah cümlesi gibi duruyor.

Arapların İsrail’e karşı Kudüs’ü 6 gün savaşlarında savunamadığı, Mısır’ın tek uçak uçurmadan İsrail bombalarını tepelerinde gördüğü, Suriye’nin kurşun sıkmadan geri çekilmesi evet İngilizlerin suni sınırlar ile kurduğu Arap emirlerin basiretsizliklerinin bir sonucuydu.

Osmanlı’ya karşı isyan eden şeriflerin isyanında Osmanlı çekilince içi kan ağlayan Arapların olduğunu tarihte okuduğum anımsama.

Mercan kayalıklarına doğru ilerliyoruz. Feyruz’a ara verip Filistinli Lara Aleyyan’ın hançeresinden bu sefer müzik Kızıldeniz’e dökülüyor. Ah Filistin kaç insanın bağrında yanık bir şarkısın? Kaç delikanlının düşünde İsrail’e atılmış bir sapan? Kaç kişinin intifadası?

Her müslümanın yüreğinde bir Mescid-i Aksa kubbesi durur.

Mercan kayalıkları seyri için teknenin alt katına iniyoruz. Denizin altını sanayi atıklarıyla paylaşmaya alışmış mercan kayalıkları, balıklar, kayalar, mercanlar … Dünyanın varlığıyla tuzlu suların ekosisteminde zikrini eda ediyorlar.

Denizin üstündeki savaşlardan, toprak paylaşımlarından, özel mülkiyetten, devletlerden, sınırlardan, devasa gemilerden bigane kendi zikirlerini en iyi ifa etmenin salınımı içinde tuzlu sularda koloniler halinde kıvrıla kıvrıla Kızıldeniz’e hayat oluyorlar.

Kızıldeniz’in üstü kadar altı da insana şifa oluyor. İnsanı dinginleştiriyor, dinlendiriyor. Acılarına, ayrılıklarına, kavgalarına, çekişmelerine, sınırlarına, sinirlerine afyon oluyor.

Teknemiz kalenin bulunduğu kıyıya yanaşıyor.

Kele’nin üstünde devasa Ürdün bayrağı. Bayrakta Abbasi, Emevi ve Fatımi halifelerini simgeleyen üç dikey renk şeridi. Kırmızı üçgenin simgesi Haşimîler ve Arap İsyanlarını simgeleyen kırmızı üçgenin gölgesinde Kızıldeniz’e ve Akabe’ye veda ediyoruz.

Akabe’de cami imamının su ikram etmek için yalın ayak peşimizden koşuşturması, Türkiye’ye selam sözünü zikredişi, Akabe’de polisin parmağından yüzüğünü çıkarıp yüzüğüme takması, Türkiye kelimesine tüm yüzlerin gülümsemeye dönüşmesi olaylarını yaşayınca içimdeki Arap düşmanlığının tedavi etme zamanının geçtiğinin farkına geç de olsa varıyorum.

Ehlen ve sehven diyorum içimdeki Arap coğrafyasına kelimesine.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum