Öfke mi akıl mı? Sandık yeri, karar yeri...
AK Parti listelerinden milletvekili adayı olan DSP Genel Başkanı Önder Aksakal şunları söylemiş:
“Kemal Kılıçdaroğlu 1937’de ayaklanan Seyit Rıza’nın güncel versiyonudur, bugünkü görevi budur. O bölgede özerk bir yapıyı oluşturmak için Cumhuriyeti kuran partiye Cumhuriyeti yıktırmak için verilmiş bir görevdir.”
İnanılır gibi değil…
Öylesine ki, bu açıklama karşısında geriye söylenecek söz kalmıyor…
“Bu cümleleri kuran kişinin karşılığı ne” diye düşünülebilir.
Ama iş öyle değil!
Bu, bir siyaset ve zihniyet meselesi…
Osmanlı’dan bu yana, bu ülkenin çatışmalarını, gerginlikleri, siyasetini, zihniyeti belirleyen, cemaatçi dokusuna işaret eden, aidiyetleri öne çıkaran tarihsel-kültürel dört büyük fay hattı vardır.
Malum, gayrimüslim-Müslüman, Kürt-Türk, dindar-seküler, Sünni -Alevi gerilim hatlarıdır bunlar.
İlk hat, İttihat ve Terakki ve Talat Paşa politikalarıyla “söndü”. Memlekette gayrimüslim kalmayınca, gerginlik de kalmadı. Ama diğer hatlar hep aktif oldu. Aynı anda ya da farklı dönemlerde hep birlikte veya tek tek ülkedeki toplumsal siyasal iklimi belirlediler. Tabular, korkular, çatışmalar, gerginliklerin temelinde yattılar. Türkiye’nin belirleyici siyasi dinamikleri kültürel olandan sosyo-ekonomik olana hala bu yüzden geçemez.
Nitekim siyaset de ya kimlikçi esintilerle bunlar üzerinden; ya da bunların gerilimlerin yumuşaması, normalleşmesi istikametinde yapılır.
Türkiye’deki her sertleşme ve otoriterleşme dalgası birinci tarz siyasetin, her demokratikleşme dalgası da ikinci tarz siyasetin eseri olmuştur. AK Parti’nin iki farklı ve zıt evresi bu bakımdan iki güzel örnektir.
2002-2010 arası politikaları, farklılıklar ve kimlikler arası teması, barışı, ortak alanların genişletilmesi hedefini taşıdı. 2010 sonrası ise bunun yerini artan oranda ve bugün artık mutlaklaşmış bir hale gelen kimlikçi ve otoriter politikalar aldı.
Demokratikleşme dönemleri ve politikaları bu fay hatlarını elbette ortadan kaldırmaz, ama kontrol edebilir, patlamalara yol açmaz ve yönetilebilir hale getirir.
Kılıçdaroğlu, her şeyden önce işte bu istikamette, çok önemli bir adım attı.
İki şey yaptı Kılıçdaroğlu:
1- Adaylığı söz konusu olduğu günden beri, Kılıçdaroğlu’nun Alevi olması kimi çevrelerde bir sorun olarak dile getiriliyordu. Bu konuyu masaya kendisi koydu, tanımladı ve tabileştirme girişiminde bulundu.
2- Normalleştirme girişiminin esası şuydu: Kimliğine sahip çıkarak esas olanın kişilik özellikleri olduğunu söyledi. Kimlikle kişiliği karşı karşıya getirdi… “Kimlik bir veridir. Hepimiz bir kimlik içinde doğuyoruz ama, Kimlik bir ana yönlendirici, insan tabiatı belirleyici bir unsur değildir” dedi özetle. Bir kimlikten olup sahtekar da, dürüst de olabilirsiniz.
Kılıçdaroğlu’nun verdiği mesajın en güçlü tarafı, verili kimlik karşında, hatta içinde bireysel nitelikleri, bireysel erdemleri, adaletli olmak, vicdanlı olmak, sağduyulu olmak gibi öne çıkarması oldu…
Şimdi bir tercih var önümüzde…
Bunu mu tercih edeceğiz?
Yoksa, kimlikçi otoriter bakış açısını mı?
Sandık yeri, karar yeri…