Seçimli otokrasinin eşiğinde…

Seçimleri muhafazakar Türkiye kazandı.

Günümüz Türkiye’sinde hakim muhafazakar dalga, bir dönemin diğerleriyle eşit olma arayışıyla tanımlanan, çeşitliliğe yatkın muhafazakar eğiliminden oldukça farklı. Siyasi önceliği, hak arayışı ve özgürlük alanı genişletme çabasıyla şekillenmiyor. Tersine, hükümranlık, hem duygu ve hem hedef olarak, muhafazakar dünyada siyasi algının, muhafazakar siyasetin ateşleyicisi halinde. Taşıyıcı “millilik”, milliyetçilik” ise, bunun asli aktörü de devlet.

Seçimleri bu dalga kazandı.

Bu hakim eğilim siyasette, güçlü bir şef etrafında ulusalcı-devlet-muhafazakarlar ittifakı tarafından temsil ediliyor. Güvenlikçi-otoriter-ayrımcı politikalarla, devlet-siyaset bütünleşmesini ifade ediyor. Etyen Mahçupyan, bu dalgayı ideolojik olarak devleti kurtarma ve toplumu kurma iddiası taşıyan, Kemalizmden farklı tarihsel bir çıkış, “Yeni İttihatçılık” olarak tanımlıyor.

Toplumsal-siyasal hayat, ideolojilerden ibaret değil.

Nitekim, bu ideolojik eğilimin ona can veren toplumsal bir desteği, özellikle muhafazakar katmanlarda bir değer-tutum-eğilim karşılığı var.

Son yıllarda, özellikle 2016 sonrası, devleti koruma ve milli yayılma kadar, kültürel bütünlük ve genişleme kişilerin talep ve siyasallaşmalarında temel taşıyıcı haline geldi. “Güç, başarı, büyüme” ve “ulusal temizlik/saflık” değer skalasının tepesine yerleşti. Bu şemsiye altındaki kültürel bütünlük ve hükümranlık arayışı, beden, aile, ahlak gibi mikro siyasi unsurları yeniden siyasallaştırmaya başladı. Bu gelişmede dünyadaki otoriter eğilimler, demokrasi krizi, yükselen milli-devlet ve milliyetçilik, güçlü siyasi irade, tek kültürlü toplum rüzgarlarının etkisi büyük. Bu rüzgarlar, siyaset alanını ulusların arasında bir güç yarışı, istikrar ve başarıyı siyasi algıda üst değer haline getiriyor.

Tek tek ele alınırsa, bunlar Türkiye için bilinmedik haller değil.

Ancak bir bütün olarak ele alındıklarında tablo değişiyor.

Bu tabloda yeni olan, devlet-siyaset-toplumsal hakim dalga bütünleşmesi, antagonist güçler arasındaki “Türklük ve büyüme/büyüklük sözleşmesi”, bunun ciddi tarihsel bir iddia ve kuvvet olarak ortaya çıkmasıdır.

Peki, plep ve serf buluşmasının bu çerçeve ve çağdaki bu hali, siyasi rejimin istikameti bakımından ne ifade eder?

Hukuk devleti ilkeleri ve kuvvetler ayrılığının hiçe sayıldığı, denetim mekanizmalarının olmadığı, özgürlükler alanı ve katılım imkanlarının iyice sınırlandığı, kural ve kurum yerine lider vicdanı ve keyfinin önde olduğu “yeni Türkiye düzeni”, seçim mekanizmasıyla toplumun çoğunluğu tarafından tescil edildi.
Halka tercihi soruldu. Seçim ve sandık meşruiyeti de muhakkak.

Ancak bu düzenin demokrasiyle yakından uzaktan ilişkisinin bulunmadığı da açık.

Bu “ara duruma” uygun bir tabir var aslında.

“Seçimli otokrasi…”

Otokrasi, malum, bütün güç ve yetkilerin bir kişinin elinde toplandığı siyasal düzendir.

“Seçimli otokrasi ise, otokrat niteliği baskın olan, ancak genel oya dayalı, çoğulcu seçimlerle iktidara gelip düzenli aralıklarla yapılan seçimlerle meşruiyetlerini tazeleyen” (Ahmet İnsel) bir rejimdir.

Türkiye, gün gelecek bu siyasi iklimden çıkacaktır.

Ama 2023 seçimleri, öncesi ve sonrasıyla, devletçi-milliyetçi-güvenlikçi istikamette toplumsal çoğunluk-siyaset-devlet bütünleşmesiyle, benim için seçimli otokrasi dönemi örneği olarak kalacaktır.

Toplumun (en azından çoğunluğunun) nereye, neden gittiği, neyi, neden meşrulaştırdığı önemlidir.

Tarihsel belirleyenlerin, dünya konjonktürünün, güç dengelerinin bizi şimdilik getirdiği nokta bu…

YORUMLAR (59)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
59 Yorum