Kendini beğenmiş olmadan kendini beğenme sanatı
Kendimizi birçok yönden beğenmek isteriz. Kendini beğeniyor olmak insana iyi gelir; hatta o kadar iyi gelir ki, bunun sürekli ve sürdürülebilir olması isteği yaratır.
Peki bu mümkün mü bakalım? Yani sürdürülebilir öz beğeni hayatta karşılık buluyor mu?
Burada öncelikle öz beğenimizi neye dayandırdığımıza dikkat etmeliyiz. Genelde beğeni benzerler arasındaki bir kıyasla yapılıyor. Yani öz beğenimizi rakip gördüklerimize göre kendimizi nasıl konumlandırdığım
Bu durumda kalıcılık için diğerlerini de beğenmek şart. Yani eş zamanlı olarak hem kendimizi hem de diğerlerini beğenmenin bir yolunu bulmamız lazım. İşe farklılıkları (bizde olmayan ya da bizden başka türlü olanları) hayatı zenginleştiren renkler ve sesler olarak takdir ederek başlayabiliriz. Çeşitliliğe, hayatı ilginç ve yaşanılası yapan bir durum olarak kıymet vermek ilk adım olabilir. İkinci adım ise kendimizi illa kıyaslayacaksak yine kendimizle kıyaslamak olabilir. Bundan beş yıl, iki yıl, yirmi iki yıl önceki halimize göre nasıl daha olgun olduğumuzu, merhametli ya da mantıklı olduğumuzu ölçebiliriz. 'Bugün, düne göre çok daha keyifli yaşıyorum.' diye düşünüp, bunu bir kişisel gelişim olarak değerlendirebili
Bir diğer akıl yürütme biçimi de değerlilikle beğeniyi aynı konumdan çıkarmak olabilir. Neyi değerli bulduğumuza bakarak yola koyulabiliriz.
Ekonomi dersinde ilk öğretilen az bulunanın değerli olduğudur. Elmas, altın gibi nadir bulunan taşlar, madenler değerli sayılır. İyi ama o zaman nadir görülen pis bir hastalığı ya da milyonda bir çıkan psikopat bir seri katili değerli saymamız gerekir. Demek ki değer atfederken ender bulunma kriteri her zaman doğru değil. Öte yandan değeri, fayda-zarar ekseninde koyarsak, faydalı şeylerin çoğunun çok bulunduğunu ve herkes için orada olduğunu görürüz. Güneş enerjisi, oksijen yaşam için en değerli şeylerden değil midir? Fayda kapsamını genişletirsek, değeri iyilik, güzellik, mutluluk üretme seviyesiyle ölçebiliriz. Bu durumda temiz hava, sağlıklı yaşam, yardım, estetik, eğlence gibi kavramlar değer kazanıyor, tabi insanlar için de bunları üretenler.
Ama bitmedi aslında bir üst perde daha var. Bazen de hiçbir sebep ya da dayanak olmaksızın sevdiklerimiz değerlidir. Kişi, nesne farketmez seviyorsak değerlidir. Örneğin hiç kimse için bir şey ifade etmeyen arı mayalı peçete kağıdı, bizim için çok değerli olabilir. Hiçbir üstün başarısı olmayıp hatta hafiften de yaramaz olan çocuğumuz bizim için dünyada her şeyden daha değerli olabilir. Demek ki sevdiğimiz oranda değer veriyoruz. Kendimizi sevdiğimiz gibi, ne kadar çok şeyi seversek o kadar çok değere sahip oluyoruz.
Tüm bu söylem kulağa mantıklı gelse de, sistemin ve hakim insan düşüncesinin bu olmadığı fikrine elbette katılıyorum. Bu noktada akla 'Alem böyle değilken, ben nasıl böyle olayım?' sorusu geliyor. İşte tam burada kritik bir duruş ve yol ayrımı var. Yeni bir değer ve değerlenme algısı oluşturup, bunun yanında otomatik olarak dünyanın geri kalan aklını beğenmediğimizi düşünelim. Peki bu yine kendini ayırdetmek olmayacak mı? Bu ince bir sınır, kibir en olmadık yerlerden çıkabilir ve en başta bahsettiğimiz çukurun dik alasına düşüp yine diğerlerinden ayrık, bağlantısız ve kopuk hissedebiliriz.
Geçenlerde Hz. Ali’nin söylediği rivayet olunan bir cümle duydum. 'Kötülerle değil, kötülüklerle savaşınız.' Pek çok konuyu aydınlatabileceğ
Yola çıkış niyetleri, arka planları, farklı yönleri göremiyor bilemiyor olabiliriz. Belki birebir ilişkide olmayı seçmeyebiliriz (kişi benzerleri ile rahat eder nihayetinde) ama, diğerlerini tanımaya, anlamaya çalışmak ve tabi kendini de açık iletişimle anlatmak hayatı keşfetmenin ve paylaşmanın esası değil mi? Her ikisi de belirsizlik taşır ama yine de ümit etmek şüphe etmekten iyidir ve dünyadaki hiç kimse tam anlamıyla kayıp değildir.
ALKIM UYAR
