‘Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur’

Birkaç hafta önce, yazmakta olduğum kitabın bir bölümü için şiirlerine yeniden bakmak ihtiyacı hissettiğim Mehmet Emin Yurdakul’un doğumunun 150., ölümünün 75. yılında olduğumuz fark ettim. Türkçe Şiirler, Türk Sazı, Ey Türk Uyan gibi şiir kitaplarının telif hakkı süresi dolalı beş yıl olmuş; fakat gördüğüm kadarıyla bu kitapları basan yayınevi yok. Halbuki Hüseyin Rahmi, Halid Ziya, Sabahaddin Ali gibi yazarların kitapları birçok yayınevi tarafından yarışırcasına basılıyor. Bu hazin durum, bir zamanlar “millî şair” diye alkışlanan Yurdakul’un artık hiç okunmadığı ve unutulduğu anlamına gelmektedir.

Mehmed Emin’in 1897 Osmanlı-Yunan Harbi vesilesiyle yazdığı, Musavver Malûmat mecmuasının 6 Mayıs tarihli sayısında yayımlanan “Anadolu’dan Bir Ses yahut Cenge Giderken” isimli şiiri, hem dili ve vezni hem de “Ben bir Türk’üm, dînim, cinsim uludur” mısraıyla savaşın yarattığı heyecan atmosferinde edebiyat ortamına bir bomba gibi düşmüştü. Aslında Muallim Naci, üç yıl kadar önce “Gazi Ertuğrul Bey” manzumesinde “Ben ki bir Türk’üm unutmam Ca’ber’i” diyerek Türklüğü güçlü bir şekilde vurgulamıştı, fakat o günlerde bu vurgunun etkili olması mümkün değildi.

***

Türk milliyetçiliği fikrini ilk seslendirenler, imparatorluğun yapısını göz önünde tutmak zorundaydılar. Fransız İhtilâli’nden sonra Avrupa’da hızlanan milletleşme süreci, Osmanlı Devleti bünyesindeki etnik gruplarda da bağımsızlıklarını elde ederek millî devletlerini kurma heyecanı yaratmış, bu gelişme, Türk menşeli veya kendini Türk hisseden Osmanlı aydınlarını ister istemez “millet-i hâkime”nin, yani Türk milletinin tarihi, dili ve kültürü üzerinde düşünmeye zorlamıştı.

Avrupa’da Türkoloji alanında yapılan çalışmalar, bu ilginin genişlemesine ve açıkça ifade edilemeyen bir Türk milliyetçiliğinin filizlenmesine yol açmıştır. Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Paşa, Şinasi, Nâmık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi Tanzimat aydınları, Türkçülüklerini daha çok dilde sadeleşmeyi savunarak ifade etmişlerdir. Azınlık milliyetçiliklerine meşruiyet kazandırarak imparatorluğun parçalanma sürecini hızlandırma endişesi, Türk kelimesinin açıkça telaffuz edilmesini engelliyordu. Mehmed Emin Yurdakul’un “Ben bir Türk’üm, dînim, cinsim uludur” mısraı bunun için bir devrim niteliği taşıyordu ve bu şiirin yer aldığı Türkçe Şiirler (1898) hem Türkiye’de hem de dünya Türkoloji çevrelinde yankılar uyandırmış, bu kitaptaki şiirleri hiçbir bakımdan beğenmesi düşünülemeyecek Tevfik Fikret tarafından bile alkışlanmıştı.

***

Tanzimat elitinin yaratmaya çalıştığı “Osmanlı Milleti”, ilk bakışta realiteye çok uygun görünüyordu; eğer statüko korunmak isteniyorsa -ki isteniyordu- akla en yakın olanı, Fransızlık gibi, vatan ve vatandaşlık esasına dayalı bir “Osmanlı Milleti” yaratmaktı. Ahmet Ferit (Tek), Türkçülüğün öncü isimlerinden biri olduğu hâlde, 1904 yılında, yakın arkadaşı Akçuraoğlu Yusuf Bey’in Üç Tarz-ı Siyaset’te “Osmanlı Milleti” tezinin reddedilmesi gerektiği yolundaki fikrine karşı çıkmış, “bahsi geçen üç siyasetten en esaslı ve icrası en kolay olan”ın Osmanlı siyaseti olduğunu ifade etmişti. 1909 yılında Diyarbekir temsilcisi olarak Selanik’teki İttihat ve Terakki Kongresi’ne davet edilen ve Merkez-i Umumi üyesi seçilen Ziya Gökalp bile Balkan Harbi’ne kadar Osmanlı siyasetini savunuyor, ırk ve din ayrımı gözetilmeksizin bütün Osmanlı vatandaşlarının eşit kabul edilmesi gerektiğine inanıyor, açıkçası, Tanzimat’la birlikte gündeme gelen, Fransız anlayışına yakın “Osmanlı Milleti” kavramını benimsiyordu.

Osmanlı Türkleri, Türkçülük konusunda ne kadar müteredditse, Rusya’daki hürriyet mücadelesinde kazandıkları tecrübeyle düşünüp hareket eden Rusya Türkleri o kadar cesurdu. Akçuraoğlu Yusuf, “milliyet” kavramına Alman ve Slav anlayışlarına daha yakın bir tarif getiriyordu. Aslına bakılırsa, Türkçülük hareketi, asıl manasında Hüseyinzâde Ali, Akçuraoğlu Yusuf ve Ağaoğlu Ahmet gibi Rusya Türkleri tarafından başlatıldı.

Arnavutluk isyanı, Osmanlı Devleti’nin Balkan Harbi’ndeki beklenmedik yenilgisi ve milliyetçi Arap derneklerinin Osmanlı hilâfetine karşı sadece Hıristiyan Araplarla değil, Avrupa devletleriyle bile iş birliğinden çekinmemeleri, İslâmcılarda büyük bir hayal kırıklığı yaratırken, Türkçülerin iddialarına güç kazandırmış, bir süredir “İttihâd-ı Anâsır”dan vazgeçip “İttihâd-ı İslâm”a yönelen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni bile Türkçü bir siyaset gütmeye zorlamıştı.

Yıldızı o sıralarda büsbütün parlayan Mehmet Emin Bey, 1913’te Musul’dan mebus seçildiği gibi, Türk Ocağı tarafından 17 Aralık 1914 tarihinde düzenlenen büyük törenle “Türklerin ilk büyük millî şairi” ilan edildi.

***

İkinci Meşrutiyet devrinde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında el üstünde tutulan Mehmet Emin Bey, TBMM de dört dönem milletvekili olarak Şarkikarahisar, Şebinkarahisar, Urfa ve İstanbul’u temsil etti. “Türk” ismini ilk defa kuvvetle telaffuz etmesi ve Türkçe Şiirler’in yarattığı etki sebebiyle edebiyat tarihinde yerini almış olmakla beraber, Türkçenin uzun tarihinde kazandığı derinlikten, incelik ve zenginliklerinden mahrum şiirlerinin teknik ve estetik problemleri yüzünden özellikle Cumhuriyet devrinin edebî ortamlarında ciddiye alındığı söylenemez.

Nâzım Hikmet’in 1929 yılında yıkmak istediği “put”ların ikincisi olan Mehmet Emin Bey’in başarısı, tam zamanında farklı bir şey söylemenin ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından çarpıcı bir örnektir.

Yetmiş beş yıl önce (14 Ocak 1944) vefat eden ve Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilen Mehmet Emin Yurdakul’u rahmetle anıyorum.

YORUMLAR (36)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
36 Yorum