Edebiyat, siyaset ve Fuat Köprülü

Başbakan Adnan Menderes, 1950’lerin ortalarında bir gün Roma’daki Türk Büyükelçiliği’nde verilen büyük bir kabul resminde, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün etrafını saran misafirlerin tam ortasına gelerek, “Hoca,” der, “sen Üniversite’den devlet adamı çıktığını hiç gördün mü? Politika bir Allah vergisidir, okuma işi değil; sezgi işidir, sanat gibi bir şeydir!”

Şöhreti Türkiye sınırlarını aşmış bir üniversite hocası olan Prof. Köprülü, Cihat Baban’ın Politika Galerisi isimli eserinde anlattığına göre, bu aşağılamayı sineye çekmemiş olmak için, “Herhalde bu söz meclisin dışında!” deyince, Başbakan lütfen bağışta bulunur gibi, “Haydi dediğin gibi olsun!” diyerek uzaklaşır.

İsmi şair ve polemikçi bir yazar olarak İkinci Meşrutiyet yıllarında duyulan Köprülüzade Fuat Bey, yani Fuat Köprülü, Ziya Gökalp tarafından keşfedilerek çok genç yaşta Darülfünun’a hoca yapılmıştı. Ancak onun ilim ve edebiyat dışında hevesleri de vardı; Birinci Dünya Harbi sırasında İttihat ve Terakki’den mebus olmak istemiş, fakat Talat Paşa onun bu talebini “Daha gençtir, ilimle meşgul olsun. Hem ihtirası büyük, siyasete girerse isteklerinin sonu gelmeyeceği için başı derde girer!” diyerek geri çevirmişti.

Parlamentoya girme hayali 1934 yılında gerçekleşen ve uzun yıllar Kars ve İstanbul milletvekili olarak görev yapan Köprülü, siyaset sahnesindeki asıl yerini Celal Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan’la birlikte Demokrat Parti’yi kurduktan sonra aldı.

***

Merhum Adnan Menderes’in gerçek kanaati bu mudur, yoksa Köprülü’ye duyduğu kızgınlık veya kırgınlık dolayısıyla mı böyle konuşmuştur, bilmiyorum. Ama “İlim, sanat ve edebiyat adamlarından iyi siyasetçi -hatta bürokrat- çıkmaz; politikaya soyunanlar hep başarısız olmuşlardır!” görüşü -çekirdekten yetişme politikacılar ve kaşarlanmış bürokratlar arasında yaygın olmakla beraber- bütün genellemeler gibi yanlıştır.

Şunu da unutmamak gerekir: Diktatörler, “şef”ler, eylem adamları, hatta demokrasilerde siyasî parti liderleri, başta şair ve yazarlar olmak üzere bütün edebiyat, sanat ve ilim adamlarını yanlarında görmek istemiş, onları “ideoloji”nin, “devrim”in, “parti”nin vb. taleplerine uygun eserler vermeye zorlamışlardır.

Elbette hiçbir gerçek yazar ve sanatçı siyasete bu şekilde, yani zorlanarak müdahil olmayı istemez. Ancak edebiyatı siyasetten soyutlamak da mümkün değildir. Özellikle modern toplumlarda, siyaset, devleti yönetmeye talip olan siyasî partilerin sınırlarını çoktan aşmış, sivil inisiyatifler de en az siyasî partiler kadar etkili olmaya başlamışlardır. Kısaca söylemek gerekirse, insanların bulunduğu her yerde siyaset vardır. Herhangi bir şekilde susturulan, bastırılan kalabalıkların homurtuları bile bir çeşit siyasettir. Yazar, Robenson gibi tek başına bir adada yaşamıyorsa, sorumluluk hissediyor, fikrini söylüyor, gelecekle ilgili hayaller kuruyor, itiraz ediyor, eleştiriyorsa siyasetin içindedir.

***

Bizde edebiyat adamları siyasete Tanzimat’tan önce methiye ve hicviye ile katılırlardı. Nef’î, beğenmediği bazı devlet adamlarını hicvettiği için idam edilmiştir. Tanzimat devri yazar ve şairlerinin hemen hepsi siyasetin içindeydiler. Namık Kemal’den Ziya Paşa’ya, Ebüzziya Tevfik’ten Ali Suavi’ye kadar birçok yazar ve şair devrin yönetimine karşı bayrak açmış edebiyat adamlarıydı.

Edebiyat adamları bazan eserleriyle, bazen de bilfiil siyasî mücadelenin içinde yer almışlardır. Yahya Kemal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi milletvekili olarak parlamentoda görev almış onlarca şair ve yazar vardır. Basında yakın zamanlara kadar köşe yazarlığı yapan ve elbette siyasî yorumlar da yazanlar çoğunlukla edebiyat adamlarıydı. Nâzım Hikmet, Necip Fâzıl, Peyami Safa gibi ünlü yazar ve şairler çeşitli gazetelerde sütun yazarlığı yapmışlardır. Özellikle Necip Fâzıl’ın 1940’lı yıllardan itibaren Büyük Doğu ile büyük siyasî mücadele verdiğini ve Ak Parti’nin büyük başarı kazanmasını sağlayan zeminin hazırlanmasında büyük bir katkıya sahip olduğunu unutmamak gerekir.

16-06/26/26kr2besir1.jpgFuat Köprülü, Edebiyat Fakültesi dekanlığı sırasında. İkinci sırada soldan üçüncü şahıs Ö. Faruk Akün, dördüncü Abdülkadir Karahan, beşinci Mehmet Kaplan’dır.

Değişim sancıları ve kimlik krizi yaşayan bütün toplumlarda, yazar ve şairler, kendilerine edebiyatın dışında da roller biçerler; aynı zamanda ya inkılâpçıdırlar yahut muhafazakâr; yani dolaylı veya dolaysız, mutlaka siyasetle ilgilenirler. Çünkü gidişat karşısında kendilerini sorumlu hisseder, romanın, hikâyenin, şiirin vb. diliyle doğru bildiklerini söyleyerek ya iktidarın yanında yahut karşısında yer alır, yanlışları kendilerince düzeltmeye, eğrileri doğrultmaya çalışırlar. Onların bu gayretleri zaman zaman estetik kaygılarının bile önüne bile geçebilir.

Bir yazar veya şairin kendini bir siyasî partiye yakın hissetmesi, hatta bu partide bizzat siyaset yapması da mümkün ve tabiidir. Ancak gerçek bir yazar, kendisini yakın hissettiği siyasî partinin iktidara gelmesi halinde bile muhalif duruşunu koruyabilir. İktidarın bulunduğu her yerde gizli veya açık baskı ve sansür vardır. İktidar, sadakat bekler; bir yazarın körü körüne sadakati, kendi kendini iktidarın talepleri doğrultusunda sansür etmesi, hürriyetini kendi eliyle kısıtlaması demektir. Yazarın muhalif duruşunu koruyup siyasî partileri ve gündelik siyaseti aşarak daha üst seviyede bir siyaseti tercih etmesi, kendisini yakın hissettiği siyasî iktidar için daha faydalı olabilir.

***

Büyük bir ilim adamı olduğundan kimsenin şüphe etmediği Fuat Köprülü’nün siyasî ihtirası, Adnan Menderes’e yönelik eleştirilerinin çoğunda haklı olmasına rağmen, ondan bekleneni çok aşıyordu. Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere herkesi küçümseyen ve başbakanlığın kendi hakkı olduğunu düşünen Köprülü, ihtirasının boyunu çok aşması yüzünden Menderes’in aşağılamalarını sineye çekmişti.

16-06/26/26kr2besir3.jpgFuat Köprülü, muhtemelen Demokrat Parti’nin kuruluşu sırasında Celal Bayar’la birlikte

Cihat Baban’ın Politika Galerisi’nde Köprülü hakkında yazdıkları çok ağırdır; ama Demokrat Parti’de siyaset yapmış önemli edebiyat adamlarından biri olan Samet Ağaoğlu’nun Âşina Yüzler isimli eserinde Köprülü’yü anlattığı bölüm de onunkinden aşağı kalmaz. Tuhaf olan, Cihat Baban’ın Ağaoğlu hakkında da benzer şeyler yazmış olmasıdır. Bu yazılardaki tespitler gerçeği mi yansıtıyor, iç çekişmelerden, rekabetten kaynaklanan sübjektif kanaatleri mi? Bu soru sorulduğu zaman, biyografi yazarlarının işinin ne kadar zor olduğu daha iyi anlaşılır.

Fuat Köprülü, 1957 yılında Demokrat Parti’den ayrıldıktan sonra da çok kötü bir imtihan vermiştir: İsmet Paşa’ya yanaşması, muhalefeti güçlendirmek için Halk Partili milletvekilleriyle kol kola Güneydoğu şehirlerinde bir geziye çıkması ve 27 Mayıs askeri darbesini desteklemiş olması, Köprülü’nün karakteri hakkında azçok fikir vermektedir. Köprülü’nün bu yanlış tutumunun Yassıada’da eski yol arkadaşlarıyla birlikte yargılanmasına engel olamadığını da hatırlatmak isterim.

16-06/26/26kr2besir2.jpgFuat Köprülü, Cankurtaran’daki evinde, ünlü kütüphanesinde.

Fuat Köprülü, hiç şüphesiz siyasî ihtirası ve zaafları olmasaydı, daha çok eser verebilir, daha çok talebe yetiştirebilirdi. Ama o çok çalışkan bir ilim adamıydı; siyasetten artakalan zamanlarında yazdıkları bile göz kamaştırıcıdır ve unutulmayı hak etmemiştir. 28 Haziran 2016’nın onun vefatının 50. yılı olduğunu kaç kişi fark etti acaba?

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum