Türkiye’yi nasıl soydular?
Türkiye maalesef soyguna açık bir müzedir. Bu hayatî mesele hakkında kim bilir kaç yazı yazdım. Şu anda bile birilerinin bir yerleri ve soymakta olduğundan ve birçok eserin çeşitli yollarla Avrupa ve Amerika’nın yolunu tuttuğundan eminim.
Ülkemizden kaçırılan eserlerden bazıları tespit edilip hukuk mücadelesi verilerek geri alınınca seviniyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1960’larda çalınıp götürülen Herakles Lahdi’ni de geri almayı başardı ama bu devede kulaktır. Avrupa ve Amerika müzelerinde teşhir edilenler dışında, depolarının ülkemizden çalınan eserlerle tıka basa dolu olduğu bilinen bir gerçektir.
Aşağı yukarı üç yüz yıldır kimi arkeolog, kimi mimar, kimi sanat tarihçisi, kimi bilmem ne kılığında gelip ülkemizi talan eden Avrupalı soyguncular o kadar pervasız davranmışlar ki, inanılır gibi değil. Milli Saraylar Daire Başkanlığı tarafından yayımlanan sanat, tarih ve mimarlık dergisi Milli Saraylar’ın dokuzuncu sayısındaki “Ayasofya Haziresi’nde Bulunan Türbelerdeki Çinilerin Kaçırılma Öyküsü” başlıklı yazıda anlatılan hikâye ibret vericidir. Yıllar önce bir vesileyle naklettiğim bu akıllara durgunluk veren hadiseyi hatırlatarak hafızaları tazelemek istiyorum.
***
Arkeolog ve sanat tarihçisi Jale Dedeoğlu’nun anlattığına göre, geçen yüzyılın sonlarında Türkiye’ye gelerek başta Sultan II. Abdülhamid olmak üzere devrin ileri gelen devlet adamlarıyla tanışmanın bir yolunu bulan dişçi Albert Dorigny, bu ilişkilerini kullanarak Evkaf Nezareti’ne bir dilekçe verir. Hazret, Ayasofya Camii haziresindeki II. Selim Türbesi’nin girişinde, solda altmış çiniden panonun onarılması için izin istemektedir. Osmanlı yetkililerinin akıllarına kötü bir şey gelmez istenen izni veriverirler. Panonun çinileri tek tek sökülüp Paris’e götürülür, 1882-1896 yılları arasında güya tamir edildikten sonra geri getirilerek yerlerine monte edilir.
Aslında açıkgöz bir koleksiyoner ve şeytana pabucu ters giydirecek cinsten bir sahtekâr olduğu anlaşılan dişçinin bu restorasyon için Osmanlı Devleti’nden yüklü bir para aldığını ayrıca belirtmeye gerek var mı? Adam hem gözlerimizin içine bakarak tarihî bir eseri soymuş, hem de bunun için para almış. Pes doğrusu!
Yazıda, II. Selim türbesinde tamir edilmek bahanesiyle değiştirilen çinilerin sahte olduğunun ne zaman fark edildiği belirtilmemiş. Sonunda renk ve teknik farklılığı tespit edilir ve Gaston Migeon adlı yazarın Paris’te, 1922 yılında yayımlanan Musee Du Louvre l’Orient Musulman adlı eserinden panonun Louvre Müzesi’nin “Art of Islam” bölümünde 3919/2265 envanter numarasıyla teşhir edildiği öğrenilir.
Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü, II. Selim Türbesi’nden çalınan çinilerin geri alınması için bunların Paris’e götürüldüğü tarihten 111 yıl sonra (2003) bir çalışma başlatır. Üç yıl süren bu çalışma sonunda anlaşılacaktır ki, soygun, söz konusu panoyla sınırlı değil. Aynı türbenin içindeki bordür çinileri, ulama çini karolardan oluşan panoların bir kısmı, III. Murad Türbesi’nin güneybatı duvarındaki kitabe, çini panonun üst sırası ve bordür çinileri... Sadece bunlar mı? “I. Mahmud Kütüphanesi kitaplık bölümündeki ulama çini karo ve bordürlerden oluşan panolar, süpürgelik çinileri, koridor bölümünden kitaplık bölümüne geçişte sağ ve sol duvarda bezeli servi motifli panolar, bunların etrafındaki çini karo ve bordürler, okuma salonunun girişinde sağda bulunan ulama çini karo ve bordürlerden oluşan çini pano...” Evet, hepsi imitasyondur, yani sökülüp yerlerine sahteleri yerleştirilmiştir.
Bu soygun hakkında bazı gazetelerde çıkan haberler üzerine, İTÜ’den emekli bir profesör, Ayasofya Müzesi yetkililerini arayarak doktorasını Fransa’da Louvre Müzesi bursuyla yaptığını, tezi üzerinde çalışırken Paris’teki Musee Des Arts Decoratifs, Musse De Sevres ve Louvre müzelerinin depolarında çok miktarda Osmanlı çinisi gördüğünü, arşivinde bunların fotoğraf ve fişlerinin bulunduğunu bildirir. Uzmanlar fotoğrafları inceleyince görürler ki, bunlar, yerlerine imitasyonları konulan çinilerdir. Ve sahte çiniler incelenir; hepsinin arkasında “Choisy-le-Roi Seine” damgası sırıtmaktadır. Bu demektir ki, Osmanlı yetkilileri adamların iyi niyetlerinden asla şüphe etmedikleri -veya birileri tarafından göz yumulduğu- için bunları kontrol etmeye bile ihtiyaç hissetmemişler.
***
Hâlâ yerlerinde duran sahte çiniler, meğerse Paris’e on bir kilometre uzaklıkta, Seine Nehri’nin diğer yakasındaki bir kasabada faaliyet gösteren bir porselen fabrikasında imal edilmiş. Yukarıda “... veya göz yumulduğu için” dedim. Son zamanlarda, Osman Hamdi Bey’in Ayasofya haziresindeki padişah türbeleriyle Piyale Paşa Camii çinilerinin Fransızlar tarafından sökülerek götürülmesine göz yumduğu, öyle değilse bile, gözünün önündeki bu eserlerin soyulduğunu fark edemediği için sorumluluğun ona ait olduğu iddia ediliyor.
***
Avrupa, sadece bizim ülkemizi değil, bütün dünyayı soyup soğana çevirmiştir. Indiana Jones filmlerini bir de bu gözle seyretmek gerektiğini düşünüyorum.
Zavallı Jön Türkler, Paris, Londra, Viyana gibi mamur şehirleri görüp “Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm” diye sızlanır, bizim şehirlerimizin viraneliğinden şikâyet ederlerdi. O şehirlerin Asya’da, Afrika’da, Amerika’da birçok medeniyetin yok olması ve milyonlarca masumun kanı, canı pahasına kurulduğunu nereden bileceklerdi.
Devletin uzman birimler kurarak ülkemizde hâlâ cirit attıklarından şüphe etmediğim soygunculara göz açtırmaması, daha da önemlisi bu soyguncuların taşeron olarak kullandıkları aşağılık hainlerle mücadele etmesi şart.