Yazmak ve yazarlık hakkında düşünceler

Eyüp Belediyesi, iki yıldır “Haliç Genç Edebiyat Günleri” isimli bir kültür faaliyeti düzenliyor. Üst başlığı “Ustadan Çırağa Edebiyat” olan bu önemli faaliyetin geçen ay gerçekleştirilen ikincisine tecrübelerini genç yazarlara anlatması için davet edilen yazar bendim. Programın açılışında okuduğum metni kısaltarak Karar okuyucularıyla da paylaşmak istiyorum.

***

Yazar, yaza yaza yaşayan adamdır; hayatına yazarak anlam kazandırır. Özellikle geçimini kalemiyle sağlayanlar, isteseler de istemeseler de bütün zamanlarını ya yazarak, ya da yazacaklarını düşünerek yaşamak ve ilgi alanlarına giren her hadiseye doğru veya yanlış bir yorum getirmek zorundadırlar. Okuyorlarsa yazmak için, çevrelerine bakıyorlarsa yazmak için, konuşuyorlarsa, hayal kuruyorlarsa, hatta mübalağa etmiyorum, rüya görüyorlarsa yazmak içindir. Yazmak onlar için bir alışkanlık, alışkanlıktan da öteye, bir hayat tarzıdır.

Profesyonel yazar, yazmak için ilham veya eşref saat beklemek yerine, günün belli saatlerinde disiplinli bir şekilde çalışmayı alışkanlık haline getirerek eşref saatini kendisi yaratmak zorundadır. Düzenli çalışma, ilhamı -buna dayanılmaz yazma arzusu da denebilir- kontrol edebilmenin ilk şartıdır. Yazarlıkta başarının sırrı düzenli yazmak, sabırlı ve kararlı olmaktır. Yazmayan yazamaz.

***

Yazmakta ihmalkâr davranılır, düzenli çalışılmazsa kalem ihanet eder; zihin faaliyetleri yavaşlar ve hayal gücü zayıflar. En doğru ve verimli düşünme şekli yazarak düşünmedir; düşünceler yazıldığı takdirde düzene girer ve yaratıcı olmaya başlar. Bu mânâda yazmak bir inşa sürecidir; sadece bir metni inşa etmez, kendinizi de birlikte inşa edersiniz.

Alışkanlık olsa bile, yazmak zor iştir; bir de yazabildiğinizin en iyisini yazmaya çalışmak gibi bir kaygınız varsa, bazan bir sayfacık yazı bile derin bir sancıya dönüşebilir. Her yazı sancılarla doğar. Doğumdan sonra yaşanan sevinç ise yeni doğum yapmış bir annenin sevinci gibidir. Hem bir sancıdan kurtulmuş, hem de bu sancının ödülünü almıştır.

Yazılan her metin –türü ne olursa olsun- bir iç macera, derunî bir heyecan olarak yaşanmalı ve amaç mükemmele ulaşmak olmalıdır. Yazar öncelikle kendisi için yazmalı, başka bir deyişle, metin önce yazarın kendisini tatmin etmelidir. Metni öncelikle kendiniz için yazsanız bile, onu yayımladığınızda artık sizin kontrolünüzden çıkar; kimi nasıl etkilediğinizi bilemezsiniz. Bu bakımdan yazmak aynı zamanda paylaşmaktır, dolayısıyla yazara ciddi bir sorumluluk yükler.

***

Yazılmak istenen her eser, yazılamadığı sürece yazarını esir eder; ondan ya yazarak yahut bütünüyle vazgeçerek kurtulmak gerekir. Bir yazar, yazdığı her metne -ertesi gün eskiyecek bir köşe yazısı bile olsa- emek vermelidir.

İyi yazabilmek için sürekli okuyup beslenmek gerekir. Bunu yapmazsanız bir süre sonra kendinizi tekrar etmeye başlayabilirsiniz.

Bir yazar, öncelikle içinden çıktığı toplumu tanımak, onun tarihini, kültürünü, dünyaya bakış tarzını, karakterini, davranış biçimlerini bilmek zorundadır. Bilmediğiniz, tanımadığınız bir şeyi anlatamaz, eleştiremez, değiştiremez, dönüştüremezsiniz. Yazmak demek, değiştirmeye çabalamak demektir. Her yazı, aslında gizli veya açık bir eleştiri ve değişme talebidir. Her yazar, bunun ne büyük bir sorumluluk getirdiğini bilmek zorundadır.

Yazmak, aynı zamanda kullanılan dilin incelik ve zenginliklerini keşfetmek için çıkılan bir yolculuktur. Her dil, buzdağları gibi, asıl hazinelerini görünmeyen kısmında saklar. Bilinmeyen zamanlardan başlayarak kendi kanunlarını ve bu kanunlar çerçevesinde kendi ses ve anlam dünyasını yaratan diller, yazar ve şairlere büyük imkânlar bahşeder. Dil mühendislerince dışarıdan yapılan aşırı müdahaleler, bir canlının genetik yapısıyla oynamak gibidir. Bu mânâda müdahaleler, Türkçenin tarihle ve kültürle ilişkisini kesmiş, Esperanto gibi hiçbir derinliği, sesi ve kendine has anlam dünyası bulunmayan, dirençsiz, son derece fakir ve sun’i bir dil haline getirmiştir. Bu sebeple genç Türk yazarının hedeflerinden biri de dilin kaybedilen hazinelerini yeniden keşfetmektir.

***

Gerçek başarı yazarı şımartmaz, kibirli, bencil, kendini beğenmiş birine dönüştürmez; aksine hoşgörülü ve alçakgönüllü olmasına sağlar. Bir yazar sert ve acımasızsa, kırıp döküyor, başkalarını incitiyorsa, biliniz ki başarısızlığının intikamını alıyordur. Ancak başarının da tehlikeli bir nokta olduğunu unutmamak gerekir. Başarıdan kaynaklanan aşırı güven, bir yazarı kolaycılığa, rehavete sürükleyerek acıklı bir düşüşü de hazırlayabilir.

Yazar olarak kalıcı eser vermek, geleceğe kalmak isteyenlerin erken kifayet duygusuna kapılmamaları gerekir. İyi yazar, aynı zamanda kendi kendisinin acımasız eleştirmeni olmalıdır. Yazar olmak isteyen gençlere her zaman yazdıklarını defalarca yeniden yazmaktan kaçınmamalarını, eksilte eksilte yazmalarını tavsiye etmişimdir. Eksilterek yazmak, mükemmel ve kusursuz ifadeye ulaşmaya çalışmak, yazılanları bütün fazlalıklardan arındırmak demektir. Eskilerin “efradını cami, ağyarını mani” tarifi çok doğru bir tariftir.

***

Yazmak, yazarın kendisini her defasında yeniden inşa etmesi ve aşmasıdır; bu sebeple birçok konuda zamanla kanaatlerini değiştirebilir, meselelere farklı şekillerde bakabilir. İyi yazarlar kesin inançlı okuyucuları sevmezler. Yazdıkları “nass” olmadığı için, kesin olarak onlara iman edilmesi sorumluluk ve vicdan sahibi her yazarı ürkütür. İsterler ki, okuyucuları eleştirici gözle bakabilsin, yazdıklarını tartışsın, sorular sorsun ve okuduklarını kendilerini yeniden inşa etmek sadece bir vesile kabul etsinler.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum