İlahi Yaycı Paşa!
"Mavi vatan” kavramı ile birlikte duyduğumuz bir isimdir Cihat Yaycı.
Sonra beklentisine uygun bir makama tayin edilmediği için emekliliğini istediğini biliyoruz. Deniz kuvvetlerimiz için olduğu kadar, ordumuz ve elbette milletimiz için bir değerdir. Ben böyle general ve amirallere “paşa” demeye devam ederim. Neden? “paşa” bizim kelimemizdir, “baş ağa” zamanla “paşa”ya dönüşmüştür. Başka ülkelerde Türk kelimesi ile birlikte en çok hatırlanan sözlerden biri “paşa”dır. Günay Karaağaç’ın Türkçe Verintiler Sözlüğü’ne göre, Çince ve Rusça dahil 20 kadar dile geçmiştir.
Ya general? Hani biz öz-türkçeciydik? Neden bize ait gül gibi, tarihimizin bir parçası olan “paşa” yerine general veya amiral dedik? Yoksa bunlar öztürkçe de biz bilmiyor muyuz?
Keşke Cihat Paşa bu mevzuyu da birazcık merak etse idi!
“Mavi vatan” kavramını ortaya atan paşamın, “manevî vatan” kavramından da haberdar olmasını beklerdik! İşte dilimiz ve yüzyıllar boyunca oluşmuş kültürümüz bizim manevî vatanımızdır. Biz denizlerimizdeki kaya parçalarına bile sahip çıkarken, dilimizin güzel kelimelerine neden sahip çıkmadık?
Kendi sahasında kıymetli bir şahsiyet olan nice insan, adımını başka bir sahaya atınca, çocukça görüşler öne sürüyor, naif hükümler veriyor. Paşamızın Teke-tekçi ile televizyon konuşmasının bir yerinde Atatürk’ün büyüklüğünü isbatı derdine düşmesi hüzün verici. Her isbat gayreti, bir “acaba”nın, yani şüphenin sonucudur. Atatürk’ün büyüklüğünü Yakut Sözlüğü üzerinden isbat etmek, bunu Teke-tekçi’ye de tasdik ettirmek, gerçekten Atatürk’ü büyütür mü?
Paşam, ayağımızı toprağa basalım ve şunu konuşalım: Muhalif bir Rus, 19. yüzyılın sonlarında Yakutistan’a sürülüyor. E. Karlovic Pekarski, burada Yakut dilini, kültürünü araştırmaya koyuluyor. Ve sonunda, sizin tabirinizle 10-12 ciltlik Yakut Dili Lügati hazırlıyor. Doğrusu şudur: Bu lügat 13 fasikül halinde basılmıştır. Pekarski, 1934’te ölmüş, lügatinin son fasükülü 1930’da yayınlanmıştır. (Sonradan da üç cilt halinde basılmış.) Paşam diyor ki, “o devirde Yakutistan’dan lügat getirtiyorsunuz. 10-12 ciltlik lügat okuyorsunuz.”
Yapmayın paşam! Yakutistan’da o zaman bu hacimde bir kitap yayınlanabileceğini nasıl tasavvur edebilirsiniz? Böyle kitaplar ya Moskova’da, ya da Petersburg’da yayınlanır. Nitekim Anıtkabir kaydında “basım yerinde Leningrad’ın eski adları da kullanılmıştır” deniliyor.
Bu kitap ne zaman ve nasıl geldi buraya? Paşam bunu da merak etmiş. 1919-1920’lerde geldiğini tahmin ediyor. “Her halde birisi hediye etti” diyor. İşte bunları gerçekten merak etse idi, kültürümüz için bir felaket olan dil devrimi süreci hakkında bilgisi olurdu. İnkılâp derslerinde yazılanlarla hakikat arasındaki açıklığı fark ederdi.
Atatürk’ün bu sözlüğü bir uzman yardımı olmadan okuyup anlaması mümkün olabilir mi? Hadi “olur, o büyük adamdı” deyin. Yakut dili, bizim türkçemize en uzak “türkî” dil. Bu lügati okurken/incelerken Başkırdistanlı Abdülkadir İnan’dan faydalandığı tahmin edilebilir. O şöyle diyor: “Dil devrimi hareketinin bunalım geçirdiği 1935 yılında Atatürk, Yakut dilini de incelemeğe başlamış ve Piekarski’nin ‘Yakut dili sözlüğü’nü 3 ay içinde tercüme ettirmişti.” (Sözlüğü tercüme edenler başında Abdülkadir İnan vardır).
Burada duralım: Demek ki, dil devrimi hareketi bunalım geçirmiş!
Nasıl olur? Olur işte!
1932’de 1. Türk Dil Kurultayı toplanıyor. Hiçbirisi gerçekten dilci olmayan üç beş hokkabaz üç-beş ay içinde dilimiz öztürkçe olacak diye tantana yapıyorlar. Bunlardan ikisi Giritli, türkçeleri öyle bozuk ki, muhtemelen analarının dilleri rumca… Atatürk zaman zaman bunların türkçeleri ile alay ediyor! Biri Selânikli. Ya öteki? Ermeni!
Bir yanlış anlaşılma olmasını istemem: Ben Ermeni dilinin özleştirilmesi üzerinde çalışsa idim, bu doğru olur muydu? Bir Türk’ün Ermeni dili üzerinde tasarrufta bulunması ne kadar makulse, aynı şekilde, Agop Martayan’ın Türk dili üzerinde tasarrufta bulunması da o ölçüde makbuldür.
Bu hokkabazlar, yüzlerce yıllık türkçeye operasyon çektiler. Sanmayın ki ortadan kaldırmak istedikleri dil Veysî’nin, Nergisî’nin dilidir. Mehmed Âkif’in dilidir, Yahya Kemal’in, Hâşim’in, Refik Halit’in, Ömer Seyfeddin’in, Necip Fazıl’ın, Nazım Hikmet’in… birçoğu sağ olan nice büyük şair ve yazarımızın dilidir.
İşte osmanlıca diye yok edilmek istenen dil bu idi. Bu sökmedi! Gemi karaya oturdu. Gemi karaya oturunca nasıl kurtarılır? Bunu en iyi Yaycı Paşa bilir. Dil gemisi karaya oturunca, bu sahtekâr dilciler Türk lehçelerinden yardım almaktan başka çare olmadığını öne sürdüler. İşte o yıllarda birçok lehçe lügati temin edildi, bunların bir kısmı tercüme edildi. Tabiî bundan da bir sonuç çıkmadı.
Paşam, keşke Atatürk Yakut sözlüğünün sayfaları arasında vakit kaybedeceğine, binlerce sayfalık Yakut Sözlüğü’nü tercüme ettireceğine, doğru dürüst bir türkçe sözlük hazırlatsaydı. Türkçemizde kullanılan bütün kelimeleri ihtiva eden bir sözlüğümüz olsa idi, bu büyük bir kültür hamlesi olurdu.
Böyle bir şey yapılmadı, yapılamadı. Nihayet Atatürk öldükten 7 sene sonra 1945’te bir Türkçe Sözlük yayınlandı. Bir Giritli tabip hazırlamıştı bu sözlüğü ve bu sözlük, Yakut Lügati’nin bir fasikülü kadar bile değildi! Yazılı kültürü neredeyse olmayan Yakutların sözlüğü 25 bin kelimelikti, yüzbinlerce ciltlik yazılı geçmişi olan Türkiye türkçesinin sözlüğünde 20 bin kelime bile yoktu!