Şehir tiyatrolarındaki ‘tasarruf’ elzem miydi?

Evvelsi akşam Haber Türk’te gazetecilerin sorularını yanıtlayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ‘doğal olarak’ sorulan sorulardan biri şehir tiyatrolarının repertuvarından üç edebiyatçımızın oyunlarının kaldırılmasıydı.

Doğal olarak diyorum zira Sayın İmamoğlu’nun seçim kampanyasına damga vuran vaadi “herkesi kucaklamak ve kuşatmak” ve “gönülleri kırmak ve incitmek değil gönülleri almak” idi. Dolayısıyla durum ne olursa olsun üç aylık icraatlarının içerisinde böylesi bir tasarruf yer almamalıydı. Çünkü bazen şartlar bunu gerektirir. İmamoğlu, yapılan tasarrufun sadece Necip Fazıl’ı, Mustafa Kutlu’yu ve İskender Pala’yı kapsamadığını, kaldırılan oyunlar arasında “emekçiyi, sınıfsal meseleleri anlatan, sol bakışlı bir oyun” olan rahmetli Mehmet Baydur’un Yangın Yerinde Orkideler isimli oyununun da yer aldığını açıkladı.

***

Şimdi benim asıl dikkatimi çeken iki hususa geliyoruz. Birincisi repertuvardan kaldırılan Yangın Yerinde Orkideler oyununun “sol bakışlı bir oyun” olduğunu söylemesi üzerine gazetecilerden birisi “kendisini sağda mı solda mı tanımladığını” sorması üzerine verdiği şu cevap:

“Ne sağdayım ne soldayım. Bu kavramlar 1960’larda kaldı, ben sosyal adaleti, refahı savunan sosyal bir demokratım.”

Sayın İmamoğlu’nun kendisini sağda ya da solda tanımlamaması elbette güzel bir cevap. Ancak verdiği bu cevap Necip Fazıl’ın, Mustafa Kutlu’nun ve İskender Pala’nın oyunları için yaptığı tasarrufu sol bakışlı bir oyunu da kaldırdım örneğiyle bile ikna etmeye yetmez.

Kaldı ki sorun ne sağcılık ne solculuk. Sağcı olsaydı, solcu olsaydı ne olurdu ki? Bir belediye başkanı ideolojik olarak kendisini bir yerlerde de tanımlayabilir. Sorun nerede teşkil eder? Bir kamu görevini üstlendiğinde vatandaşlara kapsayıcı değil dışlayıcı davrandığına, eşit değil kayırmacı davrandığında… Bunun içerisine kültür hizmetleri girdiği gibi işe alma ve işten çıkartmalar da dahildir.

İşte bu sebeple “adalet duygusu yaratmak istiyorum” diyen İmamoğlu bu sözün gereğini yapmalıdır. Adalet duygusunu yaratmak istiyorum temennisi siyasi bir söylem olarak kalmamalıdır, yani söz başka icraat başka olmamalıdır. Bir siyasetçi toplum nezdinde bir kere güven duygusunu kaybettiğinde bir daha o duyguyu tesis etmekte zorlanır hatta bir daha telafi edemez.

***

Dikkatimi çeken ikinci ve önemli hususa geliyorum. Toplumun siyasetçilerden “partiler üstü bir tavır beklediğini” söyleyen Sayın İmamoğlu şöyle dedi:

“Toplum partiler üstü bir tavır bekliyor, kimden; belediye başkanından, kimden; cumhurbaşkanından, bakandan. Yapamayan, toplum gözünde ivme kaybeder. Her partinin benden memnun kalmasını sağlayacağım ki CHP’nin söylemleri yerini bulsun.” (23 Eylül 2019)

1989 seçimlerinden bu yana Ankara ve İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin marka şehirlerini CHP’ye kazandırmayan seçmen tabanının 2019 yerel seçimlerinde AK Parti’nin kulağını çekerek CHP’ye bir fırsat vermesinin sebebi de tam olarak bu.

CHP’ye İstanbul’u, Ankara’yı, Adana’yı, Antalya’yı, Mersin’i kazandıran sadece kendi seçmen tabanı değildi, toplumdaki CHP’deki değişimi ve dönüşümü gören kesiminin önemli bir kısmıydı.

CHP eski sözcüsü Aydın Milletvekili Bülent Tezcan yenilenen İstanbul seçimlerinin akabinde kaleme aldığı “Mazbataya Giden Yol” başlıklı yazısında 2019 yerel seçimlerini CHP’ye kazandıran dinamikleri özetle şöyle anlatıyor:

“Kemal Kılıçdaroğlu 2010 yılında CHP Genel Başkanı olduğunda ‘parti reformunu’ öncelikli hedef olarak kabul etti. Parti reformu sadece örgütsel bir dönüşümü ifade etmiyordu. Onu da içine alan ama esas olarak, dil, üslup, siyaset yapma tarzını da kapsayacak şekilde geniş bir yapısal dönüşümü hedefliyordu. Partinin ilişki kurduğu klasik tabanla yetinmek parti içi iktidarı güvence altına alabilirdi, ama ülkede iktidar yolunu açmıyordu. Bu nedenle geniş kesimleri kucaklayacak bir geniş tabanlı siyasete ihtiyaç vardı.”

***

Değişim kolay değildir. Oldukça sancılıdır. CHP’nin yaratıcı yıkım yaparak, değişim ve dönüşüm kararına parti içinden ve parti dışından itirazlar olmuş. Sayın Tezcan şöyle anlatıyor:

Kılıçdaroğlu, parti içinden ve parti dışından gelen birçok itiraza rağmen parti reformu ve geniş tabanlı siyaset yolundan sapmadı. Gelin birlikte hatırlayalım:

Necmettin Erbakan anma gecesine katıldı diye laik tabandan, doğu ve güneydoğuya heyetler gönderdi diye milliyetçi tabandan tepkiler eksik olmadı. Ancak buna benzer birçok adım CHP’nin her kesimle temas kurulabilecek bir parti olduğunu gösterdi.”

Mesela ben CHP’nin 16 Nisan 2017 Anayasa Referandumunda soluğu Anayasa Mahkemesi’nde almamasına şaşırmış, CHP’nin beni şaşırtan tavrını takdir de etmiştim. Sayın Tezcan da partilerinin bu tavrının ezber bozduğunu kabul ediyor:

“16 Nisan 2017 Anayasa Referandumunda ise belki ilk kez ezberler bozuldu. Anayasa Mahkemesi’nden medet ummayıp millete gidip, bugüne kadar ‘CHP Anayasa Mahkemesi’ni millet iradesine tercih eder’ şeklindeki yerleşmiş algıyı yıktı ve o kesimle aradaki duvarı büyük ölçüde sarstı. Kullanılan kucaklayıcı dil, kutuplaştırma siyasetine darbe vurdu. Demokrasi, hukuk gibi ortak paydaları çoğaltarak atılan adımlar ittifak siyasetinin önünü açtı ve geniş tabanlı siyaseti oluşturdu.” (30 Haziran 2019, Cumhuriyet Gazetesi)

Sayın Tezcan’ın yazısındaki en çarpıcı ifade “sarsmak” kavramıdır. Evet, CHP toplumun değerleriyle ve ihtiyaçlarıyla buluşan her adımda hem CHP’nin klasik tabanını sarstı hem de yıllarca CHP’ye mesafe koyan kesimleri. İşte bu sarsıntının bir neticesi olarak CHP’ye asla eli gitmeyecek olan kesimler 2019 yerel seçimlerinde bir fırsat verdi.

***

CHP için asıl imtihan şimdi başlıyor. CHP’ye oy verenler geçmişin CHP’sine değil değişen CHP’ye oy verdiler. Dolayısıyla CHP, kendisine verilen fırsatı nasıl değerlendirecek? CHP’li belediyeler CHP kitlesi içindeki rövanş isteyen nefretle dolu olanlara karşı herkesi kapsayıcı davranan, toplumun bütün kesimlerini kuşatan bir yöneticilik sergileyebilecek mi?

İşe alımlarda ve işten atmalarda liyakat ve ehliyet ilkesine göre davranabilecek mi?

Yani toplumun ‘adalet’, ‘demokrasi’, ‘temel hak ve özgürlükler’, ‘hukuk’ gibi temel sorunları konusunda toplumu iyi bir şekilde ‘sarsmaya’ devam edebilecekler mi?

Yönetime geldikleri yerel yönetimlerde “hukuku”, “adaleti” tesis edebilecekler mi? Çünkü hukukun olduğu yerde toplum ve insanlar sert kutuplaşmanın içinde olmazlar. Çünkü artık toplum kızgınlıkların, nefretin, karşılıklı yapılan “biz ve onlar” kavgasından yorgun. Artık “onlar da bize yapmışlardı” rövanşının bitmesi gerekiyor. Kan davası gibi siyasi rövanşizm de artık toplumumuzdan silinmelidir.

Velhasıl kelam…

Ekrem İmamoğlu yüzde yüz gerekli dahi olsa bir tasarrufta bulunurken iki kez düşünmelidir. Yaptığı tasarruf toplumun bir kesiminde nasıl karşılık bulacak? Üç aylık icraatları içerisinde gerçekten de elzem miydi?

Dün bu konuyu yazan değerli büyüğüm Taha Akyol “CHP’li belediyeler ‘sıra bizde’ hastalığının sınavındalar!” demişti. Oldukça doğru bir tespit.

Dolayısıyla herkesi kucaklayacağını, kuşatacağını vaat eden Sayın İmamoğlu, şehir tiyatrolarında tasarruf yapmaktan daha önemli yapacağı işlerin olduğunu bilmeli. Sonuçta dünya marka şehirleriyle yarışacak bir şehrin belediye başkanlığını kazandı.

YORUMLAR (78)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
78 Yorum