Bir çocuğun merakı dünyayı değiştirdi

Ağır bir gündem var , hem Türkiye’de hem dünyanın pek çok yerinde… Ama ben bugün size doğaya bakışımızı değiştiren bir kadının hikayesini anlatmak istiyorum.

ggg.jpeg

Bir kız çocuğunu düşünün. Savaş yıllarının Londra’sında, yatağının başucunda sayfaları buruşmuş bir Tarzan kitabı, kucağında Jubilee adını verdiği oyuncak bir şempanze. Annesi ona tek bir cümle öğretmiş: “Merakın ayıp değil; doğru soruyu sor, sonra gözlerinle doğrula.” Jane Goodall’ın tüm hayatı, işte o cümlenin peşinden gitmekten ibaret.

Jane Goodall’ın hikayesi, bir doğum günü hediyesiyle başladı. Babası, 1 yaşındaki kızına oyuncak ayı yerine, o zamanlar için oldukça gerçekçi bir şempanze oyuncağı olan "Jubilee"yi hediye etti. Aile dostları, bu korkutucu oyuncağın küçük Jane'i kabuslara boğacağını söylerken, o maymununa sarılarak uyudu. Bu, daha sonra bir ömre yayılacak olan insan-hayvan bağının ilk tohumuydu. Henüz beş yaşındayken, yumurtanın tavuktan nasıl çıktığını merak edip saatlerce bir kümeste saklanması ise, onun en büyük silahı olacak olan tükenmez sabrının ve gözlem yeteneğinin ilk kanıtıydı.

Yıllar sonra, Afrika’ya gitme hayaliyle biriktirdiği paralarla Kenya’ya vardığında, kader onu ünlü paleoantropolog Louis Leakey ile tanıştırdı. Leakey, o dönem için devrimci bir fikre sahipti: İnsanın atalarını anlamak için, yaşayan en yakın akrabalarımız olan şempanzeleri incelemek. Ama bu iş için donanımlı bir bilim insanı değil, tam tersine, zihni akademik dogmalarla "kirlenmemiş", sabırlı ve önyargısız birini arıyordu. Aradığı her şeyi, 26 yaşındaki sekreter Jane’de buldu. “Önce iyi bir çift göz” demişti Leakey…

1960 yazında, Jane, eğitimli bir primatolog değil, not defterini ve dürbününü kolunun altına sıkıştırmış bir gözlem insanıydı. Tanzanya’daki Gombe kıyılarında günlerce susarak bekledi; ormanın ritmine kulağını ayarladı. Sonra bir sabah, gri sakalıyla tanıdığı o şempanzeyi (David Greybeard) elinde bir dal parçasını soyarken gördü. Şempanze dalı karınca deliğine uzattı, böcekler yüzeye çıkınca dalı çekip yaladı. O an her şey değişti, şempanzeler sadece alet kullanmıyor, alet yapıyordu.

Bilim camiası sarsıldı. Jane, gözlemine “kanıt görene dek” tutundu; raporlarında şempanzelere numara yerine isim vermesi bile tartışma yarattı. “Neden?” diye sordular. “Çünkü kişilikleri var,” dedi. Hayvan refahı kavrayışına bilimsel bir zemin açtı. Sonra başka fikirler de çatırdadı: Şempanzelerin et yediği, avlandığı, hatta yıllar süren sosyal çatışmalar yaşadığına ilişkin bulgular, doğayı görme alışkanlığımızı değiştirdi. Doğa daha karmaşıktı; ve karmaşıklığı anlamanın yolu, sabırla bakmaktı.

Goodall’ın insan olmayan hayvanlarda alet kullanımına dair çığır açan buluşu ve en ünlü gözlemi, "insanlığı yeniden tanımlayan" an olarak biliniyor. Bu bulguyu, vahşi şempanzeler üzerine yaptığı araştırmalar sırasında güçlü anne-yavru bağlarının varlığı, et yeme ve avlanma, ilkel savaş, fedakârlık ve şefkat gibi birçok bulgu takip etti.

“Diplomasız” Başlayıp Bilimi Değiştiren Kadın

Jane Goodall’ın üniversite diploması bile yoktu; sonra Cambridge’de doktora yaptı danışmanlarına rağmen, sahadaki gerçekleri kâğıt üzerindeki kalıplara sığdırmamayı tercih etti.

Zamanla Jane, “sadece şempanzeleri değil, şempanzelerin yaşadığı insan topluluklarını da anlamadan koruma yapılamayacağını” fark etti. Bu yüzden TACARE adını verdiği topluluk temelli programı başlattı. Ormanları korumak için önce yakacak alternatifleri, mikro kredileri, kız çocuklarının eğitimini desteklemek gerekiyordu. Bir doğa koruma projesine ebeveyn sağlığı, tarım eğitimi, fidanlık ve ek gelir sokmak… Bu, ekolojiyi yerelden dönüştüren cesur bir fikirdi. Çünkü Jane’in dünyasında “onlar” diye bir şey yok; “biz” vardı.

Köprü: Bilimden Barışa

2002’de BM Barış Elçisi olduğunda, sahadaki keşifleri küresel bir dile çevirmeye çoktan başlamıştı. “Her gün bir seçim yapıyoruz,” diyordu Jane; “Alışveriş sepetimize koyduğumuz bir üründen, masaya koyduğumuz bir OY’a kadar.”

Bir de çocuklara bıraktığı bir miras var: Roots & Shoots (Kökler ve Filizler). Dünyanın dört bir yanında gençlere şu soruyu sorduruyor: “Bugün, bulunduğun yerde neyi biraz daha iyileştirebilirsin?” Yanıtlar bazen okul bahçesindeki bir kompost kutusu, bazen sokak hayvanları için su kabı, bazen plastik yerine yeniden doldurulabilir şişe oluyor. Küçük eylemler, uzun bir ömrü taşıyor.

Bir Çan Sesi Gibi: Umut

Jane Goodall’ın sesi, yüksek ve haykıran bir çağrı değildi; ısrarla tekrar eden bir çan sesi gibiydi; umut, pasif bir his değil; eyleme geçen sebepti. Onu sahada yetiştiren şey, büyük toplantıların alkışı değil, bir ağaç gölgesinde duyduğu yaprak hışırtısıydı. Bilimle romantizm arasında incecik bir köprü kurdu: “Şefkat, bir bilgi türüdür” diyordu.

En son 26 Eylül’de Wall Street Journal’a verdiği röportajda ekonomik kalkınmanın ‘çevre sorunları’ndan önce gelmesinin yanlış olduğunu anlatıyordu: “Gerçekte sınırlı kaynaklara sahip bir gezegende yaşıyoruz, bu kaynakları tüketmek sonumuzu getirebilir. İnsanlar yok olmaktan muaf değil. Jane Goodall’ın son röportajındaki en etkileyici mesajlarından biri de şuydu: “Gezegende yaşamış en ‘entelektüel hayvanlar’ olmamıza rağmen zeki değiliz. Çünkü zeki yaratıklar ‘tek’ yuvalarını terk etmez.”

Yılın 300 gününü dünyanın dört bir yanında konferanslar vererek geçiren Jane Goodall, 1 Ekim’de 91 yaşındayken, yine bir konferans nedeniyle bulunduğu Los Angeles’ta uykusunda doğal nedenlerle vefat etti.

Sırrı sorulduğunda tek cümle söylerdi: “Dinle. Sonra tekrar dinle. İnsanı, hayvanı, köylüyü, bilim insanını, muhalifi… Dinlemek, bir tür bilimdir.”

dunyada-tatli-su-696x464.webp

YERALTINDAN GELEN FISILTI

Dünyanın derinlerinde bir şey kayıyor, uydular dinliyor, manyetik alan ‘tıslıyor.’ Peki bu bize ne anlatıyor?

Yörüngede dolaşan GRACE-FO uyduları (NASA ile GFZ Potsdam/Almanya ortak görevi), Dünya’nın yerçekimi alanındaki minicik oynamaları ölçüyor. Bu oynamalar; buzulların erimesinden yeraltı suyuna, okyanus akımlarından çok daha derindeki süreçlere kadar her şeyi fısıltı gibi kayda geçiriyor. Kulağa teknik gelebilir, ama basitçe şöyle düşünün: Gezegenimizin kalbine dayadığımız bir stetoskop var ve bu stetoskop, normalde duyamayacağımız kadar derindeki nabız atışlarını yakalıyor.

Son analizler, 2000’lerin sonunda gezegenin çok derinlerinde çekirdekle mantonun birbirine değdiği, yerin yaklaşık 2 bin 900 kilometre altında hızlı bir kütle kayması yaşanmış olabileceğini gösteriyor. Bu, mantonun en altında bazı minerallerin bir anda ‘faz değiştirip’ yoğunlaşması gibi, kısa sürede olup biten bir dönüşüm olabilir. Kütle yer değiştirdiğinde yerçekimi alanı milimetrik düzeyde titriyor; uydular da bunu görüyor. Aynı dönemde dünyanın manyetik alanında da ani bir kırılma kaydedilmişti. Yani yukarıda duyduğumuz “tıslama” ile aşağıdaki kımıldanmanın akraba olması gayet mümkün.

Bu tablo tek başına durmuyor; son yıllarda başka parçalar da yerine oturuyor. Araştırmalar, iç çekirdeğin 2010’lar civarında dönme hızını yavaşlattığını, hatta yüzeye göre “geri izlediğini” düşündürüyor. 2025’te gelen veriler ise iç çekirdeğin yüzey şeklinin zamanla değişebildiğini öne sürdü. Birlikte okuduğumuzda resim netleşiyor: Dünya’nın kalbi sandığımızdan daha hareketli; bazen hızlanıyor, bazen yavaşlıyor, kimi zaman da biçim değiştiriyor.

“Bütün bunlar günlük hayatımızı değiştirir mi?” diye sorabilirsiniz. Kısa vadede hayır. Bu derin süreçler günün uzunluğunu ancak milisaniyenin çok küçük bir kısmı kadar oynatır; gündelik yaşamda hissetmeyiz. Ama uzun vadede önemi büyük. Manyetik alanımız, uydularımızın ve iletişim sistemlerimizin kalkanı. Çekirdekteki ve mantodaki küçük kaymalar, bu kalkanın davranışını etkileyebilir; biz de bunları ne kadar iyi anlarsak, uzay havasından navigasyona kadar pek çok konuda o kadar güvenli oluruz. Ayrıca gezegenin içinden yüzeye taşınan ısının yolu ve hızı, iklim sistemlerinin yavaş ve derin arka planını oluşturuyor.

Büyük mesele şu: Dünya’yı artık ayrı ayrı katmanlardan oluşan, dişlileri kopuk bir makine gibi görmüyoruz. Çekirdek, manto ve kabuk birbirine bağlı; birindeki küçük bir itiş, diğerinde ince bir iz bırakıyor. GRACE-FO gibi yerçekimi uyduları, yer manyetik alanı ölçümleri ve sismoloji birlikte çalıştığında, bu izleri daha berrak görüyoruz.

Hikayeyi tersten okumak da öğretici olabilir. 2007’de manyetik alanda “jeomanyetik sarsıntı” denilen keskin bir kırılma yaşandı. O dönemin yerçekimi verileri temizlenip yeniden işlendiğinde, yüzeydeki su ya da buz değişimleriyle açıklanamayan derin bir anomali ortaya çıktı. Yani o “tık” yalnızca üst katlardan gelmiyordu; binanın temeli de kıpırdamıştı. Bugün GRACE-FO hala gökyüzünde. Aynı yöntemlerle, Dünya’nın bir sonraki derin nabzını da yakalayabiliriz.

Yürürken bir an durun ve ayaklarınızın altındaki gezegeni hayal edin. Görmediğiniz bir yerde, derinlerde, kütleler ağır ağır yer değiştiriyor; sıvı metal okyanuslar akıyor; manyetik alanın ipleri büzülüp gevşiyor. Biz ise gökyüzüne yerleştirdiğimiz hassas kulaklarla, bu derin şarkının ritmini çıkarmaya çalışıyoruz.

YORUMLAR (6)
6 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.