Rota değiştiren cenaze töreni
Papa Francis’in cenaze töreni bugün Vatikan’da düzenleniyor. Dünya liderleri Vatikan’da ve tabii ABD Başkanı Donald Trump da… Burada önemli olan Trump’ın ABD Başkanı olarak ilk yurtdışı ziyaretini gerçekleştirmesi. Yeni dönemdeki ilk rotası Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar olacaktı. Yani Körfez’e selam, İran’a gözdağı, İsrail’e garanti mesajı. Ancak evdeki hesap Vatikan’a uymadı.
ABD başkanlarının ilk yurt dışı ziyareti, küresel satranç tahtasında ilk hamle gibi tanımlanıyor. Kime yanaşıldı, kim görmezden gelindi? Bu, sadece bir ülkeye değil, tüm dünyaya verilen bir diplomatik şifre çözümü.
Donald Trump bir Katolik değil. Ne çocukluğu kilise ayinlerinde geçti ne de Vatikan’la tarihsel bir bağı var. O bir Presbiteryen; yani Protestan dünyanın içinden gelen bir figür. Ama işte dünya siyaseti öyle bir şey ki, bazen Papa ölür ve başkan yönünü Vatikan’a çevirmek zorunda kalır.
Papa’nın vefatı, Trump’ın jeopolitik hamlesini, ahlaki bir törenselliğe çevirdi.
Siyasi katolik
Trump katolik olmasa da katolik seçmen için sıkı bir kozdu. Kürtaj karşıtı açıklamaları, katolik yargıç Amy Coney Barrett’ın Yüksek Mahkeme’ye atanması ve Biden’a yönelik “sahte Katolik” göndermeleriyle Trump, dini inancı politik silah gibi kullanan bir lider olarak dikkat çekti. Georgetown Üniversitesi’nden siyaset bilimci Prof. Michael O’Connell şöyle diyor: “Trump’ın Katolikliği yok ama Katoliklik üzerinden oynadığı sembolik bir oyunu var. Bu bir tür siyasal inanç mühendisliği.”
Başkanların yol haritası
Bir ABD başkanının ilk ziyareti, siyasi pusulasını belirler. Trump ilk döneminde, ilk ziyaretini Suudi Arabistan’a yaparak İran’a karşı Körfez bloğu ile ortaklık mesajı vermişti. Obama, ilk yurtdışı gezisini Kanada’ya yapmıştı ve geleneksel müttefiklere bağlılık gösterdi. Düşünün Trump ve ikinci dönemdeki Kanada ilişkilerini, ne kadar ironik değil mi? Biden, ilk yurt dışı turunu Avrupa (G7 ve NATO zirveleri) üzerinden yaptı; “ABD geri döndü” mesajını verdi. Ee Trump’ın Avrupa ile ilişkileri de ortada… Liste uzayıp gider de tarih yazısı olmasın!
Peki ABD liderlerinin ilk yurtdışı rotası neden bu kadar önemli? Harvard Kennedy School’dan Prof. Elaine Kamarck şöyle diyor: “İlk ziyaret, sadece dış politika değil, aynı zamanda başkanın içsel dünyasını dışa vurur. Neyi kutsuyor, neyi görmezden geliyor… Hepsi birer semboldür.” Trump’ın planladığı Katar ziyareti, savunma sanayi anlaşmalarını, teknoloji transferini ve “yeni enerji düzeni”ni gündeme getirecekti. Ancak Vatikan’la başlamak, ona kamuoyunda “daha yumuşak, daha törensel” bir figür kazandırdı.
Bu durumun Trump seçmeni üzerindeki etkisi de merak konusu. Çünkü her dış seyahat, aynı zamanda içeriye gönderilen bir mesaj. Trump Vatikan’a gitmek istemedi belki ama oraya gitti. Belki de en ‘stratejik’ ziyaretler, hiç planlanmayanlardır.
K2-18B’DEN GELEN ÇAĞRI
Son yıllarda dünya yoruldu, insanlar da öyle…. Ve işte tam da böyle bir dönemde 124 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegenin atmosferinden gelen bir fısıltı gündeme düştü: “Burada yaşam olabilir.” Cambridge Üniversitesi liderliğinde yürütülen araştırma sonuçları yayımlandı ve James Webb Uzay Teleskobu’nun (JWST) gözlerini diktiği K2-18b adlı bu gezegenin atmosferinde canlı yaşamla doğrudan bağlantılı dimetil sülfür (DMS) izleri bulunduğu açıklandı. Dünyada bu gaz yalnızca fitoplanktonlar gibi organizmalar tarafından üretiliyor. Geçtiğimiz günlerde,. James Webb Uzay Teleskobu’nun (JWST) “geçiş spektroskopisi” ile analiz ettiği atmosferde dimetil sülfür (DMS) ve metan gibi gazlara rastlandı. Yani elbette kimse uzaylılar tweet attı demiyor ama bilimsel olarak “yaşam var” diyebileceğimiz en güçlü ipucu elimizde. K2-18b’nin hidrojen açısından zengin atmosferi ve sıvı suyu barındırabilecek sıcaklık aralığı, onu “Hycean gezegeni” olarak sınıflandırıyor. Bu, okyanusla kaplı ve yaşam için uygun atmosfer koşullarına sahip gezegen sınıfının adı.
Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Nikku Madhusudhan şu yorumu yaptı: “Bu gezegen hakkında bildiklerimizle en tutarlı senaryo, yaşam barındıran bir okyanus dünyası olması. Bulduğumuz sinyaller, güçlü ama dikkatli yorumlanması gereken işaretler.”
Bilim insanları, bu gazların başka kimyasal süreçlerle de oluşabileceğini dışlamıyor. Ancak sinyallerin bağımsız enstrümanlarla (MIRI, NIRSpec) tutarlılık göstermesi, “istatistiksel anlamlılık” eşiğine yaklaştığımızı gösteriyor.
ABD’deki NASA Astrobiyoloji Enstitüsü’nden Dr. Clara Sousa-Silva, Nature’a verdiği röportajda şu değerlendirmede bulundu:“Dimetil sülfür, Dünya dışı biyolojik yaşam için en umut verici gazlardan biri. Bu sinyali yalnızca bir teleskop değil, bilimsel sabır ve çok katmanlı analizler de doğruluyor.” Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Dr. Avi Loeb ise dikkat çekiyor: “Bu sadece bir ‘yaşam belirtisi’ değil; aynı zamanda bilimin sınırlarını test etme fırsatı. Şu an yapmamız gereken: aşırı yorumdan kaçınmak ama ipucunu da bırakmamak.”
James Webb’in bu keşfi, tıpkı Galileo’nun teleskobuyla Jüpiter’in uydularını ilk kez görmesi gibi, “zihinsel bir sıçrama” yaratıyor. Bu bulgular bize sadece “orada biri var mı?” sorusunu değil, daha derin bir soruyu sorduruyor: “Ya oradaki yaşam bizden daha uyumluysa?”
Bu bulgular henüz “yaşam bulundu” demek için yeterli değil. Ancak bilim, zaten kesin cevaplar değil; soruları daha doğru sormak için vardır. Şimdi daha büyük, daha açık, daha cesur bir soru zamanı: Biz gerçekten evrende yalnız mıyız, yoksa sadece duymayı mı reddediyoruz?
YAPAY ZEKA BİZDEN EMİR ALMAYI BIRAKACAK
Eski Google CEO’su Eric Schmidt bir kez daha kamuoyunu ‘ürkütücü ama gerçekçi’ bir açıklamayla uyardı: “Yapay zeka yakında bizden emir almayı bırakacak.” Kulağa bilim kurgu gibi geliyor, değil mi? Ama Schmidt, bunun yalnızca bir teori değil, önümüzdeki 3 ila 6 yıl içinde gerçekleşebilecek bir senaryo olduğunu söylüyor. Ve bu kez ne Black Mirror ne de Isaac Asimov hayal ediyor. Gerçekten karşımızda, veri merkezlerinde büyüyen ve megavatları kahvaltı gibi tüketen algoritmalar var.
Schmidt’e göre, yapay zeka artık yalnızca bizi taklit etmiyor, bizi anlamaya ve nihayetinde aşmaya hazırlanıyor. ‘AGI’ yani Yapay Genel Zeka, insan gibi düşünebilen, plan yapabilen, sezgileri modelleyebilen bir zihin. Ama daha korkutucu olan bir sonraki adım: ‘ASI’, yani Yapay Süper Zeka. Bu, tüm insan zekasını bir çırpıda geride bırakabilecek bir entelektüel varlık. Schmidt bunu şöyle tanımlıyor: “Bu düzeyde bir zekaya sahip olduğunuzda, artık sizi dinlemesi gerekmez.” Bu sözler, bilim insanlarının yıllardır “kutudan çıkarsa geri koyamayız” diye uyardığı zekâ türünün ayak sesleri. Yani yapay zekâ, özgür iradeye benzer bir biçimde karar verici konumuna gelirse, artık bizlerin değil, kendi tasarımı olan bir geleceği inşa edecek.
SÜPER ZEKAYA SÜPER ENERJİ
Schmidt’in bir diğer kritik uyarısı ise kullandığı enerji. ABD Kongresi’nde yaptığı sunumda, “Yakında tüm elektriğin yüzde 99’u yapay zekaya hizmet edecek,” dedi. Düşünün, tüm elektrik. Yenilenebilir, kömür, nükleer… Ne varsa, süper zeki makineleri beslemek için kullanılacak. Burada mesele sadece teknoloji değil. Bu, güç dengesi meselesi. Schmidt’in uyarısı: “Çin önce ASI’ye ulaşırsa, dünyanın güç yapısı değişir. Ve biz bunun sonuçlarını hayal bile edemeyiz.”
Schmidt’in dediği gerçek olur mu?
Eleştirmenler, Schmidt’in hem yatırımcı hem danışman pozisyonuyla çıkar çatışması yaşadığını söylüyor. Ama söylediklerini basitçe “korku pazarlaması” diye de geçiştiremeyiz. Çünkü Schmidt yalnız değil. OpenAI kurucularından Elon Musk’a, MIT profesörlerinden Oxford etikçilerine kadar birçok uzman, ASI’nin bir sabah kahvemiz kadar sıradan olabileceği bir geleceğe işaret ediyor.
Yapay zeka “uyandı” diyemeyiz ama uyanmak üzere peki biz, onu durdurmak için hazır mıyız? Hiç sanmıyorum!
LÜKSÜN YENİ TANIMI: ZAMANDA GERİYE GİTMEK
Birkaç milyon dolar, bir doz ketamin ve biraz vagus siniri hack’iyle ‘ölüm’ fikri yeniden paketleniyor. Nerede mi? NewYork’taki West Village’daki ultra lüks “uzun ömür kliniği” Extension Health’te.
Burada, ‘ölüm kaçınılmaz bir gerçek değil; üst sınıfın bio-kozmetik sorunu’ iddiası var.
Dr. Jonathann Kuo’nun yönettiği bu klinik, klasik bir muayenehaneden çok, zamanla mücadele eden elit bir türün tapınağı gibi. Bitki duvarları, biyohacker kraliyetleri, ve 250 bin dolarlık “premium yaşam planları”…
Kuo’nun danışanlarının çoğu hasta değil. Hatta fazlasıyla sağlıklılar. Ancak vücutlarındaki her parametreyi optimize etmek istiyorlar. Çünkü artık mesele “yaşamak” değil, veri bazlı yaş almak. Her sabah uyanıp yaşlanmamak, artık sadece bir niyet değil, bir yatırım stratejisi.
Klinikte sunulan “nöro sıfırlama” seansı, beyninizdeki stres merkezlerini hedefleyen bir enjeksiyon. Ücreti? 1500 dolar. Ketaminli deluxe versiyonu 2000 dolar. Bir çeşit içsel reboot. Yönetici yorgunluğu yaşayanlar, dünya liderleri, jetlag’le savaşan teknoloji devleri bu protokolü kullanıyor.
Bu noktada ölümden çok daha karmaşık bir şeyle yüz yüzeyiz: ölümün estetikleştirilmesi. Daha geç, daha şık, daha kontrollü ölmek.
Dr. Kuo şöyle diyor: “New York’ta ya da dünyada bizim kadar gelişmiş tedavi seçeneklerini bir arada sunan başka bir yer bilmiyorum.”Bu iddia abartılı olabilir ama şu kesin, burada yaş almak değil, geriye doğru yaşlanmak mümkün kılınmaya çalışılıyor. Yani biyolojik saat tersine döndürülebilir mi? Belki. Ama sosyal saat hala aynı şeyi söylüyor: ölümsüzlük lüksse, ölümlülük sınıfsal bir kader.
Dr. Jonathann Kuo
TARTIŞMALI UYGULAMALAR
Dr. Kuo’nun sunduğu bazı tedaviler, bilimsel toplulukta tartışmalara yol açıyor. Örneğin, “nöro reset” adı verilen ve vagus sinirine yapılan enjeksiyonlarla stresin azaltılmasını hedefleyen uygulamalar, yeterli bilimsel kanıt olmadan sunulduğu için eleştiriliyor. Bazı davranış bilimciler ise Dr. Kuo’nun sunduğu hizmetlerin, insanların ölüm korkusunu istismar ettiğini ve gerçekçi olmayan ölümsüzlük vaatleriyle umut tacirliği yaptığını anlatıyor.
Bu yazıyı okuyan çoğumuzun yapabileceği tek şey; bol su içmek, yürüyüş yapmak ve uyku düzenine dikkat etmek. 250 bin dolarlık plazma değişimi mi? Hayır.
Ama belki de bu adaletsizlik içinde bir özgürlük var: Bizler ‘ölmemek’ için değil, ‘yaşamak’ için yaşıyoruz.














