Hiç tarz-ı siyaset veya hepsi

Ali Kemal’e göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda Akçura’nın üç siyase tarzından hiçbiri uygulanmamıştı.

Bir okurumuz geçen haftaki yazım üzerine Karar’ın sitesinde şu yorumda bulunmuş:

Akçura’nın makalesinin çok eksik bir okuması. Akçura, her üç tarzın “dışarda” kimleri rahatsız ededeceği (sic) meselesiyle çok ilgilidir. Müslümanların birliği derseniz hangi devletler rahatsız olur, Türklerin derseniz hangileri... Yani, dünya güç dengelerini tahlilinin merkezine yerleştirir. Tercih belirtmekte zorlanmasının bir sebebi de budur. Rus ya da İngiliz harbi istemekle suçlanabilirdi. Tüm bunlara değinmeden, dönemin konjonktürünü aksettirmeden sadece metin üzerinden seçmece alıntılarla fikir tarihi yorumlanamaz. Hakan Bey’in diğer yazılarında da benzer kusurlar yaygın malesef (sic) i.”

Gerek ham malzemeye gerekse üretilmiş metinlere hep eleştirel bakılmasını savunmuş biri olarak eleştirilmeye hiçbir itirazım yok. Bilim böyle ilerler. Sonuçta naçiz bir uygulayıcısı olduğum tarih disiplini de bu kuralın dışında değil ki… Eleştiri iyidir. Yalnız ufak bir husus var: Eleştirinin doğru olması gerekiyor.

Okurumuz, Üç Tarz-ı Siyaset makalesini toptan alıntılamamı bekleyemeyeceğine göre aslında başka bir şeyler söylemek istiyor da moda ifadeler kullanarak kibarlık ediyor galiba. Ben, eksik mi anlamışım önümdeki makaleyi? Eh, olabilir. Her anlama çabası biraz eksik olmaya mahkûmdur. Başkası da, söylediğine kanıt göstermeyi içeren belirli bir metodoloji çerçevesinde buna dikkat çeker, ilim de böyle böyle ilerler. Ama hayır, okurumuz bunu söylemiyor. Beni, bir tarihçinin işlememesi gereken en temel günahları işlemekle suçluyor. “Konjonktürü” aksettirmiyorum. Bağlamı dikkate almıyorum. Dahası, “işime gelen” (!) alıntıları yapıp, işime gelmeyenleri örtbas ediyorum… Yoksa niye “seçmece alıntılar” yapayım ki? Bakın, işte bunu, bilinçli bir çarpıtma yapmayı asla kabul etmiyorum.

Aynı vasatta kısaca cevap verdiğim gibi, Akçura sadece Panislamizm ve Pantürkizm arasında yapılacak bir tercihte zorlanıyordu. Osmanlıcılık düşüncesinin iflas ettiğini ve gelecekte de buna dayanan bir siyasetin uygulanamayacağını olabilecek en kesin ifadelerle söylemekteydi. Benim o yazıda vurguladığım da buydu. Akçura’nın Osmanlıcılık siyaseti lehine olan, ama benim diğer yazılarıma da musallat olan böyle “seçmece alıntılar” yapmak kusurundan ötürü görmezden geldiğim sözleri nerededir acaba?

Akçura, söz konusu üç siyasetin uygulanabilir olup olmadığını bir kâr-zarar analizi yaparak tartışırken tabii ki haricî faktörleri de dikkate almıştı. Okurumuz, Akçura’nın tereddüdünü bunlara bağlıyor ve onun İngiliz veya Rus harbi ister bir konuma düşmek istemediği varsayımında bulunuyor. Olabilirlik sınırları içinde bir varsayımdır bu diyelim. Demek ki Akçura, dış konjonktürü iyi okuyabilmektedir. Peki aynı şeyi “iç konjonktür” için de söyleyebiliyor muyuz?

Tarih gibi bir sosyal bilimde aynı olgulara birbirinin zıddı değerler atfetmek olağan işlerdendir. Yusuf Akçura’nın Osmanlıcılık eleştirisine, “Ta 1904’te hadiseyi görmek” gibi bir “ileri görüşlülük” de atfedilebilir, “İmparatorluk battıysa onun gibi muhalifler yüzünden battı” gibisinden bir “emperyal düşünce karşıtlığı” da… Bunları yapmaktan kaçınarak soruyorum: Akçura, İngiltere’nin ve Rusya’nın potansiyel rahatsızlıklarını dikkate alırken Osmanlı devletinin ve en azından bazı Osmanlılarınkini neden dikkate almamıştı? Eğer, Balkan Savaşları, peşinden I. Dünya Savaşı ve Mondros Mütarekesi bile Osmanlılık düşüncesini 1920 yılına gelindiğinde hâlâ ortadan kaldıramamışsa, Akçura’nın tezleri, Osmanlı dâhilinde, henüz 1908 İhtilâl’i bile yaşanmaksızın, nasıl karşılanırdı dersiniz?

İsterseniz soruyu “Nasıl karşılanmıştı?” olarak düzeltelim. 1908’in Aralık ayında Arminius Vambery’ye yazdığı bir mektupta, Türk gazetesini “i‘lâ-yı fikr-i Osmani” (Osmanlı düşüncesini yaymak) ve “Müdafaa-yı hukuk-ı Osmaniye” için çıkardıklarını söyleyen Ali Kemal Bey, daha 1904’te nasıl bir tepki vermişti, bakalım. Tuttukları yolu ilk sayılarında belirtmelerine rağmen hâlâ kendilerinden açıklama beklendiğini söyleyerek şöyle diyor:

‘Üç Tarz-ı Siyaset’ unvanıyla nüsah-ı sabıkamızda neşr edilen bir bend-i mufassalda ise Tevhid-i Etrak, İttihad-ı İslâm, Milliyet-i Osmaniye diye tavzih eyledikleri meslek-i muhtelifeden hangisini tervîc [revaç kazandırmak] ettiğimizi anlayamadıklarını beyan ediyorlar. Öbür izahata girişmeden evvel, şu beyanata cevaben demek isteriz ki bizim için Türk’ü İslâm’dan, İslâm’ı Türk’ten, Türk ve İslâm’ı Osmanlılıktan, Osmanlılığı Türk’ten, İslâm’dan ayırmak, vahdeti teslis eylemek muhaldir. Hayalimize gelse bile fikrimize yerleşemez.”

Bu güçlü “biz” savunusunun, Üç Tarz-ı Siyaset’in basıldığı gazetede yapıldığını ve o gazetenin de II.Abdülhamid’in muhalifi bir Jön Türk gazetesi olduğunu göz önünde tutmakta sanırım fayda vardır.

Tartışmanın taraflarının “Osmanlılık” hatta “Türk” dendiğinde aynı şeyleri mi anladığı ise mühim bir sorudur. Osmanlılık düşüncesini, içinde tüm etnik unsurların eriyeceği yeni bir millet teşkil etmek olarak gören Akçura, risalesinin sonunda üç siyasetten hangisinin uygulanacağına dair sıkıntısını Türk gazetesinin de çözemediği yolunda bir serzenişte bulunmuş, gazetenin ismine bakarak “o cevabın da Türklük siyaseti olacağını zan eylemiştim” demişti. Asıl hayâl kırıklığına uğradığı noktaysa, Türk’ün haklarını savunacağı, düşüncelerini aydınlatacağı Türk’ün “ ancak Devlet-i Osmaniye tebaası olan bir Garp Türkü” olduğunu görmek olmuştu.

Ali Kemal ise, bütünüyle hayâlî olarak nitelediği diğer iki siyaset bir yana dursun, Akçura’nın tarif ettiği gibi bir Osmanlılık siyasetinin de Osmanlı İmparatorluğu’nda hiçbir zaman uygulanmadığı görüşündeydi.

“Yoksa hiçbir padişahımız, hiçbir vezirimiz, hâkimimiz ne karib ne de baid bir mazide, hatta ne de hâlde, ne ittihad-ı İslâm, ne milliyet-i Osmaniye, ne tevhid-i Etrak mesleğine vakf-ı say eylemedi. Sultan Mahmud’dan, Reşid Paşa’dan, ta Âli ve Fuad Paşalara, Midhat Paşa’ya kadar bütün o eâzımın [büyüklerin] hiçbiri Bulgar’ı, Rum’u, Sırb’ı, Ermeni’yi, Ulah’ı, Maruni’yi, Keldani’yi fıtrat-ı milliye-i Osmani’ye sokmak hayâl-i muhaline sapmadı.”

Ona göre bunun sebebi, Osmanlı devlet adamlarının, Fransız İhtilâli’nden sonra uyanmaya ve kendi kimliklerini aramaya başlayan bütün bu milletleri “öyle vahdet-i milliye-i Osmaniye’ye temsile” kalkışmanın “yangına körükle gitmek demek” olacağını bilmeleriydi!

Ali Kemal’in kendisinin de defalarca kullandığı “Osmanlı Milleti” formülünden habersiz olduğu veya salt bir tartışmayı kazanmak uğruna bunu inkâra yeltendiği tabii ki düşünülmemelidir. Buradaki anahtar kelime “temsil” yani asimile etmektir. O, Osmanlıcılık siyasetinin, böyle bir asimilasyon peşinde olmadığını dahası bunun imkânsız olacağını düşünüyordu. Yapılmaya çalışılan, Osmanlı yönetimini, Avrupa’nın yeni fikirlerine uyacak bir şekle sokarak “gerdiş-i siyaset-i devrandan” (dönemin siyasî dönüşümlerinden) yararlanmak ve bütün bu kavimlerin Osmanlı uyrukluğunda kalmasını sağlamak gibi makul ve doğal bir işti. Çeşitli din ve etnik unsurlara mensup gruplara eşit vatandaşlık hakları sağlayarak imparatorluğun mevcut sınırlarıyla devam etmesini amaçlayan siyasî bir projeydi. Kimsenin, ama özellikle saydığı gibi Gayrimüslim unsurların asimile edilerek “Osmanlı millî fıtratına” sokulması girişimi değildi. Dolayısıyla, Ali Kemal’in “Osmanlı” anlayışının, Müslüman-Türk kesimden pek çok kişide olduğu gibi bir “asıl Osmanlılık” tasavvur ettiğini ve bunun merkezine de Türkleri ve Müslümanları yerleştirdiğini söylemeliyiz.

İslâm ittihadı ise hiçbir zaman kuvveden fiile çıkmayan bir garip tasavvurdu. Teşebbüse değer bile bulunmamış, gerçeğe uymaz, hayâle sığmaz, boş bir şey olduğunu söylüyor. Bunun için Osmanlı’nın, her biri kalabalık Müslüman tebaaya sahip olan Fransa, İngiltere ve Rusya’nın hepsine birden aynı anda meydan okuyacak hatta galip gelecek güce sahip olması gerekirdi. “Hâlbuki biz galebe, tehacüm şöyle dursun, tahaffuz [korunma], tedâfü’ [savunma] için çareler arıyoruz, arıyoruz da bulamıyoruz… Rumeli’nin Müslümanlarını muhafazaya muktedir değil iken Hindistan’dakileri teshire [ele geçirme] kalkışmak en coşkun bir hayâle bile sığmaz ahlâmdandır [düşlerdendir]”. Ali Kemal’in “Tevhid-i Etrak” siyaseti için söyledikleri de benzerdir:

Neyi, kimi tevhid eyliyoruz? Tarih bir tarafa dursun, bir kere lütfen coğrafyaya, ahval-i âleme atf-ı nazar-ı ibret buyurulsun (…) [C]ihanı ne kadar alt üst etmek, hiç olmazsa koca Rusya devletini gövdesinden ne derece kırmak lâzımdır, düşünülsün. İlahi, Tatarlar ile, bir nev’i Türklerle meskûn iken Kırım’ı muhafaza edemedik de şimdi bütün Asya’nın Türklerini tevhide mi çalışacağız?”

Pantürkist olmayabilir ama Ali Kemal’in çok ciddî bir modernist- milliyetçi yönü de bulunmaktaydı. Türk, ona göre, mazi ve meziyet sahibi bir kavimdi. 605 yıllık bir saltanatın kurucusu ve sahibiydi. Savaşlarda hâlâ “fıtrat-ı mümtazesini” ispat edebiliyor, Avrupa medreselerinde “cihan irfanında” temayüz edebiliyordu. Kısaca, yönetiminde, toplum hayatında sorunları olsa da bunlar yaratılışından değil çevrenin, “şarka bu suretle gömülmesinin” sonuçlarıydı. Eğer, Türkler fert olarak ilerler ve güçlenirlerse onların oluşturduğu toplum da yükselirdi ki Türk gazetesinin yapmaya çalıştığı da buydu. Türkler, ancak topluca “zevalden” kurtulduktan sonra Akçura’nın ortaya attığı siyasetleri düşünebilirlerdi. Bu konudaki daveti ilginçtir: “…Milliyet-i Osmaniye’nin vahdetini, İslâm’ın ittihadını, Etrak’ın tevhidini mi, ne istiyorsan iste, fakat bu maâlîye (derin fikirler) ermek için evvel emirde gel, bizimle çalış!”

Velhasıl, çok sonraları vatana ihanet suçlamasıyla işgal İstanbul’undan kaçırılan ama yargının önüne çıkarılmaksızın linç ettirilerek öldürülen bu önemli Osmanlı yazarı için, Müslümandı ama Panislamist değildi; Türk, hatta Türk milliyetçisiydi ama Pantürkist değildi; Osmanlı ve Osmanlıcı idi ama bütün kimliklerin eritilip yeni bir millet oluşturulması anlamında Osmanlıcı değildi diyerek bitireyim.

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum