Sadrazamlar başbakan değildi

Günümüzdeki kurumlar ile geçmiştekiler arasındaki sathî benzerliklerden yola çıkan kıyaslamalar çok yapılır. Bunlardan birisinin de sadrazamlık ve başbakanlık arasında olduğu görülüyor.

ahne- Dolmabahçe Sarayının içi, İstanbul. Vakit- Sabah. Yüzü sargılı Sultan Abdülhamid bir kanepede oturmaktadır.

Sultan: Şeytan götürsün bu dişi! Neyse bir hususta Allah’a hamdolsun! Midhat gitti. Edhem Paşa’yı gönderin.

Edhem Paşa temenna ederek girer.

Sultan. Çuvala konmadığı için Midhat haini kendini şanslı sayabilir! Bizim için sen ne yapabilirsin ey yeni sadrazam?

Edhem: Gözümün üstüne emirülmüminin! Fakat Edhem’in romatizma ağrıları var ki yeni bir Anayasa’yı çalıştırmasına zor izin verir.

Sultan: İstifanı kabul ediyorum. Bana, yeni sadrazamım Mahmud Paşa’yı gönder.

Edhem: Efendimiz söylememe izin verin ki Mahmud Osmanlıcadan başka dil bilmez.

Sultan: Allah’a şükür! O zaman Frenklerle, Ruskilerle, Pruskilerle, İngilizkilerle iş çeviremez. Lanetim üç dilli olana! Git!

Damad Mahmud Paşa temenna ederek girer.

Sultan: Midhat, maziye ait, onun yerine geçen Edhem ise artık bugüne ait değil. İsteklerimi yerine getirmen ve onların neler olduğunu bana söylemen için seni seçtim ey Damat Mahmud.

Mahmud: (Sol gözünde bir seğirme vardır). Ey müminlerin emiri, sadık köleniz iliğine kadar Türktür (Göz kırpar).

Sultan: Göz kırpma!

Mahmud: Ey müminlerin nuru bilin ki doğduğumdan beri gözüm seğirir.

Sultan: Göz kırpan bir sadrazamım olamaz. Bu gâvurlar toplanmak için yine buralara gelirse, senin göz kırpmanı şu domuz İgnatieff veya şu aksi Salisbury Paşa bir zekâ işareti sanabilir. Git!

Mahmud: Müminlerin Emiri iz…

Sultan: Git! Emrediyorum. Ve Blague Paşa’yı buraya gönder. Hiç olmazsa göz kırpmıyor veya kırptığında bilerek kırpıyor. (Mahmud çıkar)

Sultan: İblis şu dişimin canını alsın! (Blague Paşa girer). Ha! Yeni vezirim! Senden daha sadık bir kölemi bilmiyorum. Bu lanet olası Kanun-ı Esasi ile ne yapacağız söyle bana.

Blague Paşa: Padişahım söyleyeceğim (Bir İngiliz kalem kutusu ve muhtıra defteri çıkarır) Eğer zat-ı devletleri bir dakika dikkat buyurursa…

Sultan: Dikkat mi edeyim! O alet nedir? Bir Frenk kalem kutusu! Hele! Azledildin! Bana hemen Vefik Paşa’yı gönder!

Blague Paşa: Ey emirülmüminin…

Sultan: Emredileni yap! Bana başka bir vezir gönder diyorum! Çabuk!

(Blague Paşa çıkar. Gün boyunca vezirler beşer dakikalık aralarla görünür ve kaybolurlar. Sonunda çağıracak vezir kalmaz ve Sultan, eğer aklı varsa olduğu yerden kıpırdamayacak ve hiçbir şey yapmayacak olan Midhat Paşa’yı yeniden davete mecbur kalır.)”

Yukarıdaki uzunca alıntıyı, ünlü İngiliz mizah dergisi Punch’ın 3 Mart 1877 tarihli nüshasından yaptım. Aslında dergide, “Bir Anayasa Krizi Vizyonu” başlığı altında ufak bir skeç ve hepsi bundan ibaret. Osmanlı İmparatorluğu’nda 23 Aralık 1876’da Kanun-ı Esasi’nin ilânından sonra da devam eden yönetim krizi üzerine bir hiciv de diyebiliriz. Türünün gereği abartarak ve eğretileyerek söylemek istediğini söylüyor. Adından da çıkarsanabileceği gibi bu geleceğe ait bir tahayyül; mizah dergisi gelecekte neler olacağını hayal etmiş. “Dışarıdan bakanlara öyle görünmüş” diyerek omuz silkip geçebiliriz tabii. Ama Osmanlının ilk anayasa ve parlamento tecrübesinin üzerinden 150 yıl geçmiş ve bahusus, o zamanın “geleceği” bugün artık “geçmiş” olduğu için Punch’ın beşer dakikada değiştirilen sadrazamlar parodisini biraz daha ciddiye alıp gerçekte ne oldu diye bakabiliriz.

***

Peşinen belirteyim ki Punch, hayalî listesinde, Abdülhamid tarafından ileride sadrazam yapılacak kişilerden ancak Ahmet Vefik Paşa’yı “tahmin” edebilmiştir. Söylemeye gerek bile yok ama mizah dergisinin vurgusu şahıslar üzerinde değil, padişahın sadrazamı değiştirmesi üzerineydi. Diğer adı geçenlerden Midhat Paşa, 19 Aralık 1876’da geldiği sadrazamlıktan 5 Şubat 1877’de azledilerek sürgüne gönderilmiş ve yerine aynı tarihte İbrahim Edhem Paşa sadrazam olmuştu. Derginin yayınlandığı tarihte Edhem Paşa bir aylık sadrazam bile değildi ve aslında 11 aydan biraz fazla süren ve 11 Ocak 1878’de sona eren sadareti Punch’cıların tahminlerinin fevkinde uzun sürmüştü bile diyebiliriz.

***

Danişmend’den takip ederek söylüyorum, o uzun 1878 yılında Tunuslu Hayreddin Paşa’nın 4 Aralık tarihinde başlayan ve 7.5 ay sürdüğü için nispî bir istikrar demek olan sadaretine kadar bakın kimler, ne kadarlığına sadrazam oldu: Ahmed Hamdi Paşa, 24 gün; Ahmed Vefik Paşa, 2 ay 9 gün; Mehmed Sadık Paşa, 1 ay 10 gün; Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa, 7 gün ve Mehmed Esad Safvet Paşa 6 ay. İbrahim Edhem ve Hayreddin Paşaları da sayarsak, imparatorluk ahalisi o yıl yedi ayrı sadrazam değişikliği görmüştü. Böyle bakınca, derginin “kehanetini” haklı çıkarırcasına hızlı bir sadrazam trafiği cereyan ettiğini söyleyebiliriz.

Seçim kazanan siyasî parti liderlerinin başbakan olarak atandığı Birleşik Krallık’taki bir mizah dergisine, Osmanlı padişahının, sadrazamlık makamına istediğini getirip istediğini uzaklaştırması ve tabii ki bu işi olur olmaz gerekçeler, şüpheler ve ufak kaprislerle yapıyor olması tuhaf gelmiş olmalı. Oysa Abdülhamid’in, istibdatının istikrar kazandığı sonraki saltanat yıllarında her biri beş seneden fazla sadarette kalan, Mehmed Kâmil Paşa (1885-1891) , Halil Rifat Paşa (1895-1901) ve Mehmed Ferid Paşa (1903-1908) gibi sadrazamları da olmuştu ve onları da aynı şekilde göreve getiren ve alan aynı padişahtan başkası değildi.

Dolayısıyla, meselenin, padişahların ve sadrazamların karakter özelliklerinden ziyade her ikisinin konumlarının Osmanlı sisteminde nasıl tanımlandığıyla ilgili olduğunu düşünmek durumundayız. Bu konuda da hiçbir yanılgıya yer vermeyecek bir veri zenginliğine sahibiz. Şöyle ki, sadrazam, ta Fatih Kanunnamesi’nde belirtildiği gibi padişahın vekil-i mutlâkıydı, onun şahsî sadrazamıydı. Ülke içinde halk dâhil herhangi başka bir gücün temsilcisi değildi. Yine aynı kanunname, defterdarın da padişahın malının vekili olduğunu söyler. Sadrazamın ve diğer devlet adamlarının ayrı ayrı padişaha karşı sorumlu oldukları bu sistem ancak imparatorluğun sonuna doğru değişecektir. Meclis’e ve dolayısıyla halka karşı sorumlu olan gerçek bir hükûmetten hiç olmazsa kâğıt üzerinde söz edebilmek için II. Meşrutiyet döneminde Kanun-ı Esasi’de yapılan değişiklikleri beklemek gerekir.

***

Yukarıda değindiğim gibi Punch’ın hicvi, döneminin Batı kültüründen bildiği normlara Osmanlı’da uyulmadığını düşünmekten ileri geliyor olabilir. “Bu bağlamda, Osmanlı’da yakında ilân edilen Kanun-ı Esasi, Batı devletlerinde ve kamuoyunda bir beklenti uyandırdığı için padişahın tasarrufları iyice gözlerine batmış olmalı” gibisinden süslüce bir cümle kuracaktım ki aynı Punch’ın, Kanun-ı Esasi’nin ilânı üzerine 6 Ocak 1877’de yayınladığı karikatür aklıma gelince hemen vazgeçtim. Onu ise uzun uzadıya anlatmaya yerim kalmadı. Sadece görüntü olarak vereyim ve Osmanlı’nın içtiği nargileden çıkan en son köpüğün üzerinde “Anayasa 1877” (sic) yazdığını belirtmekle yetineyim. Havada uçuşan diğer baloncukların üzerinde yazanların ise tercümeye zaten ihtiyacı yok.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum