6 ay sonra öleceksin
Filmlerde çokça seyrederiz. Doktor hastasına kısa süre sonra öleceğini söyler... Hasta ömrünü tamamlamaya sayılı günlerinin kaldığını öğrendiğinde ne yapar? O güne kadar yaşadığı hayatın dışında bir hayata geçer ve artık daha dolu bir yaşamı benimser.
Her günün hatta her saatin önemine vararak yaşamaya çalışır.
Bizler, yani bireyler için söz konusu olan bu gerçeklik ülkeler için neden geçerli olmaz? Mesela Türkiye’yi ele alalım.
Aslında hepimiz biliyoruz ki Türkiye’nin sağlıklı ömür süresi 10-15 yıl sonra bitiyor. Ölmeyeceğiz ama sağlıklı ömür süresini 10-15 yıl içinde doldurmuş olacağız.
***
İzah edelim: Rahmetli Turgut Özal bu ülkeye büyük değişim yaşattı. Altyapı yatırımlarında adeta devrim yaparken eğitimi ve kentleşmeyi öne çıkarttı. Ve Türkiye’yi dünyaya açtı. (Özal dönemi Kamu Yatırım Oranı %16 seviyeleri, şimdi yüzde 8,2)
Özal’ın değerini bu ülkenin o dönem eğitimli kesimi aslında göremedi. Değişimi ve kalkınmayı o günün basını adeta hiç anlayamadı. Büyük veballeri olduğunu düşünüyorum...
Dışa açılan, eğitimi artan Türkiye’de o güne kadar işleyen kurallar da değişti.
Neydi o kurallar: Ailelerde çok sayıda çocuk doğar ve bu çocuklar ya babalarının köyünde toprakta çalışır ya da gurbete gider, birikim sonrası yine geri dönerlerdi.
Bizim Yüksek Yayla Köyümüzdeki 60’lı yılların fotoğrafına bakıyorum: O kadar çok kalabalık ki, sanki küçük bir kasaba... Tabii o topraklar bu nüfusa yetmediği için fakirlik kesin bir kaderdi. Hele hele bölünecek baba mirası sonrası daha büyük fakirlik gelecekti. Şimdi köyümüzde kışın sadece birkaç hane yaşıyor.
Ama Turgut Özal bunu yıktı.
Gençler eğitime gitti. İş dünyası dışarıya açıldı... Türkiye’de fındık, kuru üzüm ve kuru incir dışında sanayi ihracatına başladı. Tekstil-konfeksiyon ve yurtdışı müteahhitlik hizmetleri filizlendi.
Özal bu dönemde «Orta-direk” diyerek bir orta sınıf yaratmayı amaçladı ve başardı. Adına dalga geçilen filmler çekilmiş olmasına rağmen orta sınıf oluşumu Türkiye demokrasisi adına büyük kazanç oldu.
Hatırlayın 1991 seçimlerini: Tercihli oy sistemi bile vardı. Yani parti liderlerinin dayattığı ve geri sıraya attığı vekilleri seçmenler tercihle ön sıraya alıp Meclise yollayabiliyordu.
Ne günlerdi o günler... İleri gideceğimize ne kadar geriye gittiğimizi daha nice şeylerde görüyoruz ve göreceğiz.
Hatta son 15 yılda benim sıkça dile getirdiğim eğitimli kesimin ezilmesi sorunu,, yani orta sınıfın bastırılması sorunu... Özal›ın Orta-Sınıf formasyonuna AK Parti ‹Taban-Sınıf» hegemonyası getirdi.
Eğitimlilerin kazançları azaltılırken vergileri sürekli artırıldı. Hem çalışma gelirleri hem de emeklilik gelirleri taban sınıfa doğru çekildi. Kısaca ORTA SINIF ezildikçe ezildi.
İnşatta çalışan mimar ve mühendisin ücretleri işçi ücretlerine neredeyse eşitlendi. Ama sorun sadece ekonomik dengeler miydi? Hayır tabii ki...
Toplumda taban sınıf zihniyeti hâkim oldu. Mesela Türkiye’de yeniden dünyanın düz olduğu tartışılır oldu, üniversitelerin sayısı arttı ama kalitesi düşürüldü. Yıllarca doktorların dövülmesi üzerinden yazdığımı tekrar edeyim: Taban sınıf cesaretlendirmesi sonucu hastanelerde doktorlar dövülmeye başlandı. Tekrar edeyim bunu şimdi yazmıyorum, yıllardır yazıyorum.
İyi ama taban sınıf hegemonyası sadece doktor dövmesi olarak mı çıktı karşımıza? Aslında toplumun tümüne sirayet eden bir yozlaşma ve değersizleşme hareketi yaşıyoruz. ‘Çıkart telefonunu’ sözcüğünden tutun da ‘okudun da ne oldu’ cümlesine kadar sayısız örnek hayatımıza girdi.
Özal›ın Orta-Sınıf hayalinin yerini
Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi dehası olarak Taban-Sınıf aldı.
Ama acı olan şu ki bu gelişim tam da ömrümüzün son yıllarına denk geldi.
***
Onu da izah edelim...
Özal bir toplumu yeniden şekillendirirken orta-uzun vadede nelerin olacağını çok iyi biliyordu.
Mesela eğitim seviyesi ve kalitesi arttıkça şehirleşme ile beraber bilim ve teknolojinin geleceğini, nüfus artışı gibi 80’lerin sorunu olarak görülen meselelerin kendiliğinden biteceğini çok iyi biliyordu.
Nitekim öyle oldu.
1980-85 arasında %4,05 olan doğum hızı 1990-95 arasında %3,76 ve 2000 yılında da %2,53’e gerilemişti. Ama bir toplumun kendi nüfusunu koruması için gereken 2,1 seviyesinde 2002-2016 yıllarına kadar seyrettik. Ve 2016 sonrası felaket geldi... Başkanlık Sistemi ile beraber Türkiye’de doğum hızı o derece sert düştü ki 2022 yılında doğum hızı %1,62 oldu.
Bu ne demek?
Tek kelime ile cevap vereyim: Başkanlık Sistemi ile beraber aynı yıllarda Millet çocuk yapamaz duruma geldi. Geriden çocuk gelmiyor...
İyi ama nüfus neden artıyor?
İki sebebi var: 1-Henüz yaşlı ülke olmadığımızdan dolayı ölüm sayıları düşük. Yılda yaklaşık 500 bin ölüm oluyor. Doğum sayısı ise artık 1 milyonlara geriledi.
2- İyi ama yıllık nüfus artışı yaklaşık 900 binli seviyelerde. İşte burada ikinci madde geliyor: Bu artan nüfus bizim kendi nüfusumuz değil. Şöyle örnek vereyim:
2013-2021 yıllarında toplam 11 milyon 250 bin bebek doğuyor (bunların tamamı bizden diyelim). Yine bu 9 yıllık (2013-2021) süre içerisinde 3 milyon 955 bin kişi vefat ediyor. Yani ülke nüfusumuz bu 9 yılda 7 milyon 295 bin kişi artmalıydı. Oysa nüfusumuz 9 milyon 053 bin kişi artmış. Yani 1 milyon 758 bin kişilik nüfusu ithal etmişiz.
Nereden mi? TÜİK bunları da açıklıyor (sırası ile veriyorum):
322 bin Iraklı, 184 bin Afganlı, 128 bin İranlı, 123 bin Türkmenistanlı, 105 bin Suriyeli... Listenin aşağısında şu ülkeleri de verelim: 34 bin Mısırlı, 24 bin Ürdünlü, 28 bin Somalili, 18 bin Yemenli, 21 bin Faslı, 13 bin Nijeryalı, 10 bin Sudanlı, 7 bin Etiyopyalı...
***
Neden ömrümüz bitiyor?
Bir dönem doğum hızı yüksek ve sonra bu doğum hızı düşüyorsa işte o ara dönemde “orta yaş nüfus” çok fazla olur. Buna “Demografik Fırsat Eşiği” deniliyor.
‘Demografik Fırsat Eşiği’ şudur: Hem çocuk nüfus azdır hem de yaşlı nüfus düşüktür. Nüfusun büyük kısmı çalışma çağında olan orta yaş grubunda yığılır. Eğitim için daha az para harcadığınız gibi yaşlı nüfus gideri de çok düşüktür (normali böyleydi)
Türkiye’de nüfus dağılımı 1980 yılında ve 2000 yılında şu şekildeydi (parantez içi 2000 yılı):
00-14 = %39,0 (%29,8)
15-64 = %55,9 (%64,5)
65-++ = %04,7 (%05,7)
Ve şimdi (2022)
00-14 =%22,0
15-64 =%68,1
65-++ =%09,9
Türkiye 2000’li yıllarda demografik fırsat eşiğine girmiş ve çocuk nüfus ila yaşlı nüfus çok az olan bir ülkeydi. Halen bu demografik fırsat eşiği devam ediyor ama bitti bitecek duruma da geldik.
Önce genel duruma bakın: 1980’de nüfusun %39,0’u 00-14 yaş grubundaydı ama 2022’de bu oran %22,0’ye düştü bile.
Hatta oran olarak değil mutlak olarak çocuk nüfus (00-04 yaş) artmayı bırakın azalmaya bile başladı. 2018 yılında çocuk nüfus 7 milyon 777 binden 2022 yılında 6 milyon 967 bine geriledi. Oysa aynı dönemde 65+ yaş nüfusumuz (yaşlı nüfus) 4 milyon 574 binden 5 milyon 266 bine yükseldi.
Başkanlık Sistemi yıllarında;
Çocuk nüfus 810 bin kişi azalırken yaşlı nüfus 692 bin kişi arttı. Hatta 2007- 2022 yılları içerisinde çocuk nüfus 5 milyon 794 binden 5 milyon 664 bine gerilerken yaşlı nüfus 4 milyon 625 binden 7 milyon 881 bine yükseldi.
Demografik fırsat eşiği, doğum sayısı ve doğum hızı hakkında geçmiş yıllarda da defalarca yazılar yazıp dikkat çekmiştim ama şimdi başka bir nedenle tekrar ediyorum.
Türkiye hem orta sınıfı ezerek beyin göçüne yol açıyor, hem de niteliksiz ülkelerden vasıfsız göç alıyor. İyi eğitimlilerin gittiği ülkemizden tabiri caiz ise çoban niteliğinde göç geliyor.
Oysa Türkiye fırsat aralığı ömrünün son yıllarını yaşıyor.
Çok çalışıp orta-üst sınıfa geçmemiz gerekirken emeklilik peşinde koşarak taban sınıf anlayışına hapsolmuş duruma geldik.
Ömrümüzün son yıllarında eğitimi değersizleştirip değer yaratıcı ekonomiyi daha da geriletiyoruz.
Ömrümüzün sonuna yaklaşıyoruz ama işin ciddiyetini hiç kavramış değiliz. Ve hiç kimse bu büyük sorunu topluma da anlatmıyor. Birkaç kişiden başka...
Ömrümüz bitiyor ama biz hala günü kurtarma, lider peşinde koşma gibi boş işlerle uğraşıyoruz. Oysa evlatlarımıza bırakacak bir ülke kalmadı neredeyse... 10-15 yıl sonra bu ülkede çocuk nüfus bile yabancıların hakimiyetine geçmiş olacak, bilesiniz.
Yaşlı, fakir ve kendi ülkesinde yabancı birileri olacağız, bilesiniz.
Ve maalesef artık çözüm için umutta kalmadı. Bu Ülke buraya kadarmış...