Bir teorinin maliyeti

Gerçekten yüksek faiz verdiğimizde, döviz belasından kurtulmuş oluyor muyuz?

Ver faizi = al dövizi

formülü ile 2003-2015 arasında ekonomiyi bir güzel idare ettik. Ettik ama 2002 sonunda sadece ve sadece -6,5 milyar olan reel kesimin döviz açık pozisyonu 2015 sonunda -189,7 milyar dolara ulaştı.

Ya dış borçlar?

2002 sonunda 129,6 milyar dolardan, 2015 sonunda 399,5 milyar dolara çıktı.

Kısacası reel ekonomi yönetiminde yapısal bir başarıdan bahsetmek maalesef zor. Ana eksende finansal göstergelerle oynayarak, bir denge politikası izlenmiştir.

O kadar...

Oysa Türkiye’nin yapısal bir değişimden ve dönüşümden geçmesi gerekiyordu. Çalışma hayatından tutun da, finans sistemine kadar bütün bir yapı yeniden revize edilmeliydi. Bu sayede üretim ve ekonomik kalkınma yoluna girilebilirdi.

Ama olmadı.

Geçmişteki her faiz artırımı ile oluşan kısa vadeli nefes alma fırsatları, yeni borçlanma ve yeni boğulma alanları oluşturdu.

Ve artık o alanlar şimdi sorunların merkezi olmaya başladılar. Özellikle 2016 sonrasında yanlış teoriler-yanlış yollar ile adeta kendi kendimizi krize taşır olduk.

SORUN BİZDE

Geçmişte, bol para döneminde, paraları heba eden bizdik.

Şimdi durum zorlaşıyor. Durum tespitini bile hainlikle suçluyoruz. Oysa sorun geçmişten çok daha büyük.

2002 yılında 63 milyar TL gibi cüzi bir kredi piyasası vardı. Yani kimse bankalardan borç kullan(a)mazdı. Kimsenin bankalara öyle büyük borcu yoktu. Milli gelirin yüzde 10-12’si kadar bir kredi piyasamız vardı. İşte o nedenle faizler yüzde 3-4 binlere çıktığında bile ekonomide tek haneli daralma yaşandı.

Ama şimdi faizler hele bir çıksın ...

Önceki gün kısa vadeli tahvil faizleri yüzde 17,0’yi aştı. Bu ne demek biliyor musunuz? Artık bankalar mevduat toplarken yüzde 16-17 faiz vermek durumunda.

Peki, yüzde 16-17 oranlarında mevduat faizi oluşursa, bunun kredi faizi kaçta olur?

Bugün, herkes kredide. Şirketinden, köydeki çiftçiye kadar kredi ruhumuza işledi. Artık mevduatın yüzde 120’sini geçen bir kredi piyasamız var. TL mevduatının ise yüzde 150’sine yaklaşan kredi piyasamız var. İşte o nedenle faiz artışları da ekonomiyi etkiliyor.

Etkiliyor da, ana eksen faiz midir?

Bakınız 2002 sonunda reel kesimin döviz açık pozisyonu -6,5 milyar dolardı. Şubat 2018 itibariyle reel kesim açık pozisyonu -222 milyar 746 milyon dolara çıktı.

GSYH’nın yüzde 3,0’ü olan döviz açık pozisyonu, artık GSYH’nın yüzde 30,0’una dayanmış durumda.

Şimdi de 2016 ve sonrasına bakalım. Çünkü Türkiye olarak o tarihten sonra emsallerimizden koptuk.

Reel kesimin döviz açık pozisyonu 190 milyar dolardı. O günlerde de 1 dolar 3,0 lira ediyordu. Yani reel kesimin döviz açık maliyeti 570 milyar liraydı.

Şimdi döviz açık pozisyonu 222,7 milyar dolara yükseldi. Ayrıca artık 1 dolar en azından 4,40 TL ediyor. Oldu mu açık maliyeti 980 milyar TL.

Sadece 2,5 yılda dünya paraları dolara karşı değer kazanırken, TL’nin değer kaybetmesi reel sektöre 980 milyar liralık maliyet oluşturdu. İşin en acı tarafı da bu maliyetin 410 milyar lirasının sadece son 2,5 yılda oluşmasıdır.

Kendimize ait bir faiz teorisi oluşturduk ve bunun maliyeti sadece 2,5 yılda reel sektöre 410 milyar liraya patladı. Acaba bize dışarıdan bir “şer güç lazım mı” diye sorsalar ben hayır derim.

OHAL NE DEMEK?

Bir kere şunu gördük ki; ne kadar az demokrasi o kadar yüksek maliyet demek oluyor. Demokrasi eşiği düştükçe, yabancı sermaye gelmiyor ve hayat pahalılaşıyor.

Bugün dövizi düşürecek iki formül var.

1- Ucube para teorisi ve faiz sistemini dillendirmekten vazgeçmek

2- OHAL’i kaldırıp demokrasiye dönmek.

Bu iki adım bile dolara 4,0 liranın altını gösterebilir.

Aslında hayat bize çok fırsat sunuyor; yeter ki onu kullanabilelim.

YORUMLAR (94)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
94 Yorum