Bu sistemle kalkınmamız mucizeye bağlı
Ye -iç -yat
Mevcut ekonomik programımızın temeli tembelliğe dayalı... Çalışan kesimin üzerine aşırı yüklenen bir maliye politikası uyguluyoruz. Sosyal güvenlik sistemimiz yatmayı özendiriyor.
Ortaya çıkan sermaye ihtiyacını da sağ olsun yabancılar kapatıyor.
***
Ak Parti iktidara geldiğinde henüz Derviş-IMF programı yeni uygulamaya alınmıştı. Üçlü koalisyonda yaşanan çatlaklar Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını” tam anlamı ile uygulatamıyordu.
IMF-Derviş ortaklığının yazdığı bu programı Ak Parti çok daha kararlı ve tavizsiz uyguladı. O programın temel amacı bankaları ve devletin mali yapısını güçlendirmekti. Nitekim öyle de oldu. Devlet 2003 yılında 108,5 milyar lira topluyordu. Devletin para toplama hırsı o kadar arttı ki; artık devlet 1 trilyon liranın üzerinde para topluyor.
Ekonomide devletin ağırlığı tam 10 puan arttı.
Not: Siz hala 70 milyar dolarlık özelleştirme ile devletin küçüldüğünü mü sanıyorsunuz. Evet, devlet üretim alanında küçüldü ama tüketim alanında muazzam büyüdü. Aşırı tüketim ve savurganlığın karşılığında kamu açığı oluşmuyor, çünkü geçmişe göre çok fazla para toplanıyor.
Yıllardır şu tezi savunuyorum: Ekonomik büyüme ve kalkınma için Ankara’nın şişmanlığı azaltılmalı. Ankara zayıflamaz ise, Türkiye büyüyemez.
Bu arada şu ayrımı da not düşelim: Ekonomik büyüme ile kalkınma (gelişme de diyebiliriz) aslında farklıdır. Ekonomik kalkınma ve gelişme daha geniş alanda büyümeye bakar. Mesela büyüme oranları iyi gelir ama teknolojik gelişme, katma değer artışlı üretim süreci, ekonomik kalkınma ve gelişmenin alanıdır. Büyüme oranlarında nerede ise safi rakama bakılır
Türkiye örneğini verelim. Eski yıllarda üretim kesiminin payı yüzde 20’lerin üzerindeydi; şimdilerde yüzde 16’lara geriledik. Yani Ak Parti döneminde büyüme yaşandı ama üretim oranı azaldı... Yüksek teknolojik ürün ihracat oranımız eskiden daha yüksekti.
***
Mevcut modelimiz üretime değil, tüketime odaklı. Dedik ya, aradaki farkı dışarıdan borçlanarak harcıyoruz. Türkiye’nin dış borçları Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, 2002 sonunda 129,6 milyar dolardı. 2017 ilk çeyrek itibari ile dış borçlarımız (brüt) 412,4 milyar dolara yükselmiş durumda. İşin bir de yabancıların dolaylı aldığı finansal varlıklardan doğan dış açık boyutu var. Merkez Bankası “Uluslararası Yatırım Pozisyonu” verisine göre 2006 yılında 189,3 milyar dolar olan açık, 2017 yılında 385,7 milyar dolara yükselmiş durumda.
Aslında yabancılardan ne kadar para geldiğini en güzel “Ödemeler Dengesi” verisi açıklıyor. Buna göre 2003-2017 arasında yabancılar doğrudan yatırım dahil ülkemize 559,8 milyar dolar para getirmişler. Bu paraya bir de 35,3 milyar dolarlık kaynağı belirsiz yabancı sermaye girişini ekleyin. Kabaca 2003-2017 döneminde tam 595 milyar dolar yabancıların sermayesini tüketmişiz.
Bu kadar yabancı parası kullanıp neden hala ekonomik kalkınma-gelişmeyi sağlayamıyoruz?
Hatırlarsanız 22/06/2017 tarihli “Düşük faiz belası” yazımda, ülkemize gelen yabancıların üretimi artırmadığını, hatta teknolojik alanlara bile gelmediklerini yazmıştım. Maalesef ülkemize gelen yatırımcı yabancılar bile ağırlıklı olarak tüketim süreçlerini açmışlar ve bize daha fazla mal satmışlar.
***
Biz neden kalkınma ve gelişmeyi sağlayamıyoruz?
1-) Ankara çok şişman ve özel sektöre iş yapacak sermaye bırakmıyor. Özellikle teknolojik gelişmede bürokratik görememezlik çok önemli.
2-) Ücretlendirme politikamız tamamen asgari ücretlere odaklı. Çalışanın, değer yaratanın ücretlendirme politikası asgaride buluşma olarak tanımlı. Değer yaratma, okuma artık değersiz bir durum.
3-) Üretim politikamız üretim katma değerine değil, inşaat rantına dayalı.
4-) Aslında bu yazıya girerken ana konu olarak belirlediğim son nokta: Finansman modelimiz nerede ise tüketimi beslemek üzere yapılandırıldı. Uzun vadeli sanayi ve değer yaratıcı finansman modelimiz nerede ise tamamen bitti. Sermaye piyasaları tıkanmış durumda. Borsada film ihracatı planlıyoruz. Oysa yatırım ve proje finansmanına yönelik uzun vadeli kaynaklar oluşturmalıydık.
Bugün bankaların faiz dengesine bakın. Mevduatta -gecelik ucuz faizden dolayı- ortalama faiz artık yüzde 12,0’nin üzerinde. Bankaların mevduat faiz maliyeti 12,0 ama konut kredi faizi 11,72. Merkez bankası ortalama faiz verilerine göre 1 yıla kadar mevduata ödenen faiz yüzde 14,71. Buna karşılık ticari kredi faizi yüzde 16,59.
Eskiden (2010-11) ticari kredi faizi, tüketici kredi faizinden daha düşüktü. Şimdilerde öyle değil. Baksanız inşaat faizine. Mevcut sistem sanayicilik, üreticilik yapma diyor. Hele hele 3-5 yılı bulacak bir fabrika yatırımını hiç düşünme diyor.
Kısaca, mevcut maliye politikamız; para ve bankacılık politikamız; çalışma-ücret politikamız üretmeyin, tüketin diyor. Kalkınma ve ekonomik gelişme için bir umut ışığı vermiyor.
Maalesef bugüne kadar sorunu kişilerde-isimlerde görerek gerçek sorunu örtmeye çalıştık. Oysa gerçek sorun şu ki; Ak Parti hala ekonomide IMF-Kemal Derviş ortaklığının yazdığı ekonomi programında ilerliyor. Aradan geçen 15 yıla rağmen kendi programını yazamadı.