Çok ilginç veriler...
Şu sıralar kime sorsanız en büyük sıkıntılardan birinin ücretlerin zamlara yetişememesi ve alım gücünün çok düşük olması söylenecektir.
Oysa hem kamu hem de özel sektör ücret zamlarını açıklanan enflasyonun daha da üzerinde yapmışlardı.
Nasıl oluyor da enflasyonun üzerinde yapılan ücret zamları alım gücünü düşürebiliyor?
Buraya bir not düşmeliyim: TÜİK’in 2018 yılından sonraki enflasyon verileri konusunda defalarca yazılar yazmıştım. Eğer ortalıkta böyle bir durum var ise, milyonlarca insanın ekmeği ile-sofrası ile ilgili çok büyük bir günah durmaktadır.
Başka günaha da gerek yoktur.
***
Hatırlarsanız BÜYÜME-ELEKTRİK TÜKETİMİ ilişkisini vermiştim. Ama durun tekrar edeyim: 1998-2006 arasında yüzde 40,5 büyümeye karşılık elektrik tüketimi yüzde 58,8 artıyor. Yani elektrik tüketimi zaruri bir ihtiyaç ve büyüme oranın üzerinde seyrediyor.
Sonra GSYH verileri yenilendi.
Ve 2005-2014 arasında meğerse yüzde 55,0 büyüme ile yüzde 55,6 elektrik tüketimi başa baş seyretmiş.
Yani ekonomik büyümemiz dışında elektrik tüketimimiz nerede ise hiç artmamış.
Ama asıl sürpriz 2014-2022 döneminde: Meğerse Türkiye ekonomisi yüzde 46,6 büyüme gösterirken elektrik tüketimi sadece yüzde 30,3 artış göstermiş.
Acaba nasıl büyüyoruz da elektrik tüketmiyoruz? Ya da bu büyüme ne kadar gerçek? Çünkü sanal büyümenin vergisi gerçekten alınıyor.
***
Bugün asıl konumuz şudur: Türkiye’nin şeffaf olmayan sermaye hareketleri...
Ödemeler dengesi verilerine göre seçimden önceki 3 ayda (mart-nisan-mayıs) net hata noksan kaleminden -14.904 milyon dolar sermaye çıkışı yaşanıyor. Ve seçimlerden sonraki 3 ayda (haziran-temmuz-ağustos) yine net hata noksan kaleminden tam +16.250 milyon dolar sermaye girişi gerçekleşiyor.
Buradaki mesele şu: Bu sermaye hareketleri gerçek bir giriş-çıkış mıdır, yoksa bir hesap düzeltmesi mi?
Eğer gerçek bir sermaye hareketi ise, seçimlerde yönetim riskini almak istemeyen bir sermaye mi gitti ve yönetim değişmeyince geri geldi...
FAİZLER ETKİSİZ Mİ?
Merkez Bankası tüketici kredilerinde faizleri %57,20’lere ulaştığını, ticari kredilerde de yüzde 45,99’a geldiğini açıklıyor.
Peki, amaçlanan tüketim azalmış ithalat ve bunun üzerinden dış ticaret açığı daralmış mı?
Geçen yıl temmuz-ağustos-eylül aylarında dış ticaret açığı -31.616 milyon dolardı. Bu yıl son üç ayda dış ticaret açığı -25.955 milyon dolar.
İlk bakışta dış açık azalmış gibi görülüyor. Lakin altın ve enerji hariç dış ticaret açığına baktığımızda durum farklı. Burada açık -6.144 milyon dolardan -9.337 milyon dolara çıkmış.
Kısaca mesele şudur: Uyguladığımız ekonomi politikası aslında doğru bir önermedir. Lakin GÜVEN unsuru eksik kaldığından dolayı beklenen etkiyi göstermiyor.
Seçimden önce defalarca bu konuda uyarmıştım. Politika doğru uygulansa bile etkisi sınırlı olacaktır diye... Çünkü yönetime olan güven politikanın etkisini belirleyecekti..
Ve nitekim bunları yaşıyoruz.
Bizler, yani toplum için anlamı nedir? İşte orası daha önemli. Çünkü sıkılacak kemer maliyeti sadece güven sorunu nedeniyle çok daha ağır yaşanacaktır.
Zaten yaşadığımız da budur.
Şeffaflığın kaybetmiş, verileri güven vermeyen ve güven eksikliği yaşayan bir politikanın sonucunu ne bekleyebilirdik ki... Bilinenler gerçekleşiyor...