Devrim mi Darbe mi?
Bugün yazı günüm değil. Ama konu çok önemli olduğu için yazmak zorundayım. Bir gün dahi bekleyecek durum yok.
İki gün önce Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanı Fikri Işık savunma sanayinde yerlilik oranının yüzde 60’a yükseldiğini açıkladı. Benzer açıklamaları önceki Sanayi Bakanımız Nihat Ergün’de sıkça yapardı. Ve bir toplantıda Sayın Nihat Ergün’e “Savunma sanayinde başarı olarak artırdığımız yerlilik oranını neden özel sektör sanayinde gösteremiyoruz” diye sormuştum.
Aslında ekonomide millilik veya yerli malı gibi kavramların çokta önemi yoktur. Veya günümüzde anlaşılan şekli ile bu kavramlar değişmiştir. Mesela Apple markası ABD’ye aittir ama bu şirketin üretim merkezi Çin’dir. Prof. Dr. Davut Kavranoğlu bu sistemin bütününe “Bilgi Ekonomisi” diyor.
Örneğin ülkemizde aynı fabrikada üretilen beyaz eşyada bir yabancı firma kendi markasını basıyor ve fiyatlar iki kata yakın daha yüksek oluyor. Oysa aynı ürünü yerli marka yarı fiyatına satmak zorunda kalıyor. Ucuz üretim veya taşeron üretim milli ekonomi ile açıklanamaz; hatta sömürü düzeninin bir başka çeşididir bile denilebilir.
Ülkemizde sanayi sektörünün kar marjına baktığımızda milli ekonomi diye söylenebilecek bir noktada olmadığımızı görürüz. 100 liraya üretip 105 liraya satılan ve kendini zar zor çeviren bir sanayicilik milli olamaz. Sanayi Bakanlığı’nın “sanayi.gov.tr” sitesinden “Girişimci Bilgi Sistemi” adresinden sanayi verilerini inceleyin. İnanın ortada doğru dürüst bir kar yok. Sanayici resmen eriyor; ama karşısında finansal yapı faiz piyasası üzerinden devasa bir büyüme gösteriyor.
Biz bu modele “finansal entegrasyon” veya Sayın Numan Kurtulmuş’un deyimi ile “ekonomik vesayet düzeni” diyoruz.
***
Türkiye aslında milli ekonomi kavramının “üretim” olduğu yıllarda çağı yakalamıştı. Bir çok yazımda değindiğim Vecihi Hürkuş’lar, Nuri Demirağ’lar, Şakir Zümre’ler milli ekonominin bir parasıydı. Ne olduysa Tek Parti Tek Lider İsmet İnönü ve ardından gelen NATO sürecinde her şey bitti. 40’lı yıllarda uçak üretip İtalya’ya satan Türkiye 50’lerde ABD’nin teneke yağlarına mahkum olmuştu.
Ülkemiz ikinci kalkınmayı 1960 yılında Ankara’da yapılan Sanayi Kongresi ve ardından 1961 yılında yapılan Otomotiv Sanayi Kongresi ile yeniden denedi. Rahmetli Necmettin Erbakan ve parlak mühendislerin girişimi ile yerli otomobil Devrim hayata geçirildi. Benzini olmadığı için yolda kalan Devrim için asıl sorun gazetelerin attığı manşetlerdi.
Medyanın yerli mi yabancı mı olduğunu Devrim arabasında gördük. Eğer medya Türkiye’nin medyası olsaydı bugün yollarımızda Ford, FIAT, BMW, Mercedes, VW kadar yerli otomobillerde olacaktı. O tarihlerde Türkiye’nin çok gerisinde olan Güney Kore bugün bir sanayi ve otomotiv üretim üssü.
Hep söylediğim cümleyi tekrar edeceğim: Medya üzerinden de beslenen o operasyonlar Devrim arabası ülkemizin yollarından çekildi de yerine kim yürüdü?
Bence her Türk gencine 1960 Sanayi Kongresi ve 1961 Otomotiv Kongresindeki tartışmalar okutulmalı ve öğretilmelidir. Nasıl ki Kut’ül Ammare savaşını siyasi tarih olarak yeniden yeni yeni öğrendiysek, ekonomide de bu iki kongre ve Devrim arabası süreci öğretilmelidir.
Bugün Dünya, üretim merkezi olarak artık olaya bakmıyor. Artık ekonomi denen olay Bilgi Merkezi ile oluşan Marka Merkezinde toplanıyor. Üretime bilgi ile yeni bir değer katabiliyorsan nerde üretirsen üret o değer senin oluyor. Bence artık yerlilik denilince alışmamız gereken odak noktası markanın merkezi olmalıdır. Mesela asgari ücretle çalıştırılan binlerce işçi ile sadece yaşayacak kadar çok cüzi kar marjı ile yabancıya yapılan üretimin bir kıymeti harbiyesi kalmamıştır.
Devrim Arabası bize Vecihi Hürkuş’lardan sonraki ikinci sanayi hamlesinin ürünü olarak geldi. Ve medya bu hamleyi bitirdi. Hatta diyebilirim ki 27 Mayıs 1960 Darbesi kadar 1961 Devrim Darbesi de önemlidir. Hatta asıl Darbe, Devrim’e yapılmıştır.