Mıy mıy mıy mıy...
Sorunları tartışmaz isek, çözümleri nasıl bulacağız?
Sağlıkta “teşhis tedavinin yarısıdır” derler ya. Ekonomide de aslında durum aynıdır. Sorunu doğru tespit etmek, çözümün de yarısıdır.
Peki, bu suskunluk ortamında nasıl sorun tespit edilecek?
***
Geçen gün bir iş insanı şöyle bir olay anlattı: “Şirketimizin bazı araçları Osman Gazi Köprüsünü, Yavuz Selim Köprüsünü ve otobanlarını yasal mecburiyetten dolayı ara ara kullanıyor. Bir sabah şirketin bir ödemesi için bankaya talimat verdik. Ama hesaplarda çok çok daha fazla nakit olmasına rağmen işlem gerçekleşmedi. Meğerse 3-5 köprü geçişlerinden ceza yazılmış. O cezalar 10 kat olarak işlenmiş ve üstüne bir de faizler vs eklenmiş. Şirketin bütün parası meğerse 8.500 lira civarında ceza için bloke edilmiş.”
Düşünebiliyor musunuz?
8500 lira ceza yiyorsunuz; haberiniz bile yok. Ama milyonlarca liranız bloke ediliyor. Bütün sistem tıkanıyor.
ÇOK ÇALIŞMAK ÇÖZMEZ
Geçen hafta bir arkadaşım ekonomide sorunlar üzerine bana bir hikayeyi hatırlattı. Hikaye şu:
“Bir şirkette işler kötüye gitmeye başlamış. Şirket müdürü durumun genel ekonomik sıkıntılardan kaynaklandığını söylemesine rağmen yönetim kurulu ikna olmamış. Müdüre bakıyorlar ki, adam gayet rahat ve çoğu zaman odasında oturuyor.
Yönetim, maaşı da hayli göze batan müdürü işten atarak kötü gidişe dur demek ve yüksek maaştan kurtulmak ister. Yerine genç-dinamik ve çalışkan bir müdür alırlar. Bakarlar ki, yeni müdür hiç odasında durmaz. Sürekli işleri takip eder ve en alt kademeyle bile ilgilenir. Ama sonuç felakettir.
Zarar katlanarak artar.
Sorunu alt usta başlarına sorarlar. Meğerse yeni müdür bütün sistemi kendine bağlamıştır. Bir ustabaşı bile müdürden habersiz makine çalıştıramaz. Artık hiç kimse müdürden hariç yetki alamaz ve bütün işler müdür yetişene kadar beklemek zorunda kalır.”
***
Ne mi anlatıyorum?
Bugün nerede ise her ilde sanayi odası mevcut.
Nerede ise her sektörde sanayi derneği mevcut.
Nerede ise her sektörün ihracat kurumu var.
Siyasetin dışında sayısız STK oluşmuş durumda.
Oysa, açıklamalara bakıyoruz: “Ekonomi uçuyor...Gayet iyiyiz...Yakında yine hızla büyüyeceğiz....”
Siyasetçilerden daha çok siyaset açıklaması sanayicilerden geliyor. Kimse “vergi yüklerinden” bahsetmiyor. Kimse “finans sisteminin çarpıklığından” bahsetmiyor. Kimse erken emeklilik ile kalifiye eleman eksikliğinden bahsetmiyor...
Sanayide çalışan sayısı giderek oran olarak geriliyor.
Sanayinin ekonomideki ağırlığı giderek düşüyor.
Sanayinin finansman modeli şimdilik kamu bankaları ile geçiştiriliyor.
Ama sanayi odalarına bakarsanız “uçuyoruz”...
***
Geçen hafta yazdım: “Savunma sanayinde destan yazarken nasıl oluyor da özel sektör sanayi geriliyor?”
Teşvik paketi üstüne teşvik veriliyor, ama hala makine-teçhizat yatırımı istenen düzeye çıkamıyor. Neden?
Türkiye AB’nin üretim kapısıydı. Çin yerine daha kaliteli ve teknolojik üretim Türkiye’de yapılıyordu.
Niye bu gücümüzü kaybediyoruz?
Bunu siyasetçi bilemeyebilir. Ama yetkili-etkisiz sanayi odaları mıy mıy mıy konuşursa...Yetkili-etkisiz sanayi dernekleri-kurumları mıy mıy mıy mırıldanırsa....Yetkili-etkisiz sanayi birlikleri susarsa kim nasıl sorun çözecek?
Çok basit bir örnek vereyim mi?
Bankacılık sistemi ipoteğe dayalı. Yani gayrimenkulü olmayan sanayici krediyi zor bulur. Mecburen gayrimenkul taşımak zorunda. Kredi Garanti Fonu neden başarılı oldu? Çünkü teminat için arsa-inşaat gösterilmedi.
Kimse kısa vadeli faize dayalı bu finans modelinin bitmesini kabullendiremedi. Uzun vadeli kalkınma bankacılığı bir türlü hayata geçmedi.
Kalifiye eleman ihtiyacı sorunu mu? 1-Şehir içinde fabrikaları arsa uğruna kapatırsan şehir dışında ne elemanı bulursun... 2- Tam ustalık çağında (50-52) çalışanı emekli edersen hiçbir zaman kalifiye eleman zaten bulamazsın.
Biraz konuşmayı hiç düşündünüz mü?