Toplum ve vergi ahlakı
Bir ülkede demokrasinin gelişmesi isteniyorsa, toplum bilincinin de artırılması gerekir. Olaylara karşı duyarlılık artışı yanında sorumluluk duygusunun yükselmesi beklenir.
Çok sık verdiğim örneği tekrarlayacağım. Toplumu anlamanın bir göstergesi de trafiktir. Yollarda kurallar ne derece adil uygulanıyor? Mesela kamyon ve tırlar sağ şeridi işgal edebiliyorsa, anlayın ki o ülkede gücü ele geçiren zayıfları eziyordur. Kısaca hakimiyet güçlüden yanadır.
Bir başka bakış açısı ise vergidir. Yönetenler ile yönetilenler arasındaki bağı oy oranı değil, vergi oranı sağlar. Mesela her ay kendi eliyle gelir vergisini bankaya yatıran hangi vatandaş hesap sormaz. Mekan basan bir Türkiye futbol direktörüne 3,5 milyon dolar tazminat ödenmesine kim imkan bulabilir. Kim cesaret edebilir böyle bir ödemeye? Bu nedenle vergi ödeyenlerin vergi bilincinin artması, ileri bir demokrasi için çok önemlidir.
VERGİDE ADALET!
Maliye Bakanı Naci Ağbal, kurumlar vergisi oranlarında düşüşe gidebileceğini açıkladı.
Bence hiç ama hiç sorun yok.
Ülkede iş-aş oluşturan kurumlardan vergi alınmaması bence daha hayırlıdır.
Ama işin diğer yanına bakmamız gerekiyor. Yani kurumlar vergisini indirerek bu işi yarıda kesemeyiz. Kurumlar vergisini indirmemiz halinde neler yapmamız gerekiyor?
1-) İlk önce kurumları üzerinden en lüks hayatı sürenlerin boğazına yapışmamız lazım. Örneğin, 100 bin lira sermayeli şirketine 500 bin lira makam aracı alıp, bunu da vergiden düşememeli.
2-) İşleyen ve katma değer oluşturan kurum ile rant üzerinden beslenen kurumlar iyice ayrılmalı. Yani kurumlar kazanç vergisi vermesin ama herkes “rant vergisini” çatır çatır ödemeli. Hem de öyle yüzde 20-30 oranında değil. Rant vergisi en az yüzde 50’den başlamalı.
3-) Kurumlar vergisi kalksın ama şu “gelir vergisi” adil ve hakkaniyetli işlesin. Bugün asgari ücretli bile yıl sonuna doğru ikinci dilime giriyorsa, bu işte bir sorun var demektir.
Zenginleştikçe yüzde 60-70’lere çıkan bir gelir vergisi politikası gelmeli ki, sermayeler kurumlardan çıkartılarak kişilerin eline geçmesin.
4-) Üreten-çalışan ve değer yaratan kurumlardan vergi alınmasın ama kurumların halka karşı sorumlulukları artırılsın. Bugün ülkemizde tüketici davalarına, iş davalarına ve diğer kurumsal haksızlıklara baktığımızda “büyüklerin hakimiyeti” veya “sorumsuz devlerin ezdiği bir halk kitlesi” ile karşı karşıyayız.
Eğer kazancını işçisiyle, ortağı ile paylaşmayacaksa, biriken sermaye yeni yatırım ve büyümeye gitmeyecekse ben o kurumdan bırakın vergi almamayı, kapısına bile kilit vururum. Yani “atıl servet vergisi” ile sermayesini uzun yıllar kenarda-bankalarda tutanları ağır vergi yükü ile caydırırdım.
5-) Benzer adımı gelir vergisi üzerinde de uygulamak gerektiği düşüncesindeyim. Servet ve gelir üzerinde bağ kurarak atıl sermayenin el değiştirmesine maliye politikası ile imkan sağlardım.
Hatırlatmak isterim; Fransa yıllık kazancı 1 milyon euronun üzerinde olanlardan yüzde 75 vergi almayı kanunlaştırdı. Bizde ise bankadaki parası 1 milyonun üzerine olanların sayısı 100 bini geçti.
6-) Emlak vergisine bakın... Geçmişte zor imkanları ile kendilerine ikamet için bir ev alanlar ile çok sayıda konut üzerinden gelir elde edenler aynı oran mı ödemeli? Emlak üzerinden de rant oluşturmanın önüne geçilmesi gerekiyor. Hatta gelir dağılımının bozulmasında emlak sektörünü çok önemli görüyorum.
DÜŞÜK FAİZ FAKİRLİĞİ
Bugün Avrupa’da düşük faiz sayesinde iki sektör hızla büyüyor: Emlak ve otomotiv. Budan 20-30 yıl önce normal bir konut kirası, ortalama bir maaşın yüzde 25-30’u ile karşılanabiliyordu. Negatif faiz ile yükselen emlak ve kira fiyatları barınma giderini ortalama bir maaşın yüzde 50-60’ına taşıdı. Bugün Avrupa’da sokakta yatanlara iyice bakın. Sebebi yüksek faiz mi? Ne dersiniz...