Başkanlık olunca böyle oluyor

Üniversite rektörleri eskiden de Cumhurbaşkanı tarafından atanıyordu. Ama önce üniversitelerin öğretim kadrosu bir seçim yapıyordu. Seçime katılan adaylardan en fazla altısı aldıkları oy sırasına göre Yüksek Öğretim Kuruluna bildiriliyor, YÖK bunlardan en fazla üçünün ismini Cumhurbaşkanlığına sunuyordu. Cumhurbaşkanı da bunlardan birini rektör olarak tayin ediyordu. O zaman da bu kararların tartışıldığı oluyordu, çünkü hem YÖK’teki “eleme”de hem de Cumhurbaşkanlığı aşamasında en fazla oyu alan isimlerin üstü çizilerek daha az oy almış olanların öne geçirildiğine şahit olunuyordu. Mesela Ahmet Necdet Sezer’in üniversitelerdeki seçimlerde diğerlerinden daha yüksek oy almış adaylar yerine kendi uygun gördüğü kişileri ataması hem siyasi hem de akademik çevrelerde yoğun itirazlara konu oldu hep. Ondan önce de ondan sonra da benzer tasarruflara ilişkin tartışmalar yaşandı.

Bu tartışmaların tamamının ekseni ise politikti. Sağcılar üniversiteye sağcı rektör istiyor, solcular atanacak kişinin solcu olması için bastırıyordu. O kadar. Ehliyet-liyakat ölçüleri, eğitim kalitesi, akademik bağımsızlık veya üniversite özerkliği gibi kavramlar pek gündeme gelmiyordu rektör tartışmalarında. Oysa esas olarak sistemle ilgili problemler vardı; o günlerde dilimizin döndüğünce bunları anlatmaya çalıştık. Önemli ve gerekli olan üniversitelerin idari özerkliğini, akademik bağımsızlığını temin etmek ve eğitim kalitesi konusuna yoğunlaşmaktı. Dünyadaki tecrübelerden yola çıkarak bu yoldaki çözüm önerilerimizi saf saf anlatmaya çalışırken bilmiyorduk ki gün gelecek eleştirdiğimiz sistemi arar hale geleceğiz!

***

Ahmet Necdet Sezer’in seçimlerde ilk sırayı alan aday yerine ikinci veya üçüncü sıradakini tayin etmesini “demokrasiye aykırı” ve “Üniversitedeki hocaların oylarına saygısızlık” olarak görenler seçim sistemini toptan kaldırdılar.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılan ciddi değişiklikler arasına üniversitelere rektör atanması konusu da dahil edildi. O hengamede kamuoyunda çok fazla yankı bırakmadan çıkarılan bir KHK ile üniversitelerde rektörlerin belirlenmesinde öğretim üyelerinin oyu devreden çıkarıldı. Hatta bilahare YÖK bile devreden çıktı. Artık seçim yapılmıyor üniversitelerde. Cumhurbaşkanı istediği kişiyi istediği yere rektör olarak tayin ediyor. Akademi dünyasından ciddiye alınabilecek fazla bir itiraz da gelmedi bu yeni uygulamaya. Ta ki Boğaziçi Üniversitesi’nde eski rektörün görev süresi sona erene kadar. İlk kez dışarıdan, üstelik parti kimliği taşıyan biri paraşütle rektör makamına indirilince kazan çömlek patladı.

(Esasen, bundan önceki rektörün göreve gelişi de ciddi protestolara sebep olmuştu. Ama hem o günün toplumsal hassasiyetleri hem de atanan kişinin üniversite camiasından olması itibarıyla protestolar çok uzun süre devam ettirilmedi. Buna karşılık, aslında 2016’da da “bir ilk” yaşanmıştı: Üniversite hocaları arasında gerçekleşen seçime bile katılmamış olan rektör yardımcısı Prof. Mehmet Özkan, oyların yüzde 86’sını alan Prof. Gülay Barbarosoğlu’nun yerine getirilmişti. O seçimde yaşanan bir ilk daha vardı bu arada: Bir “Boğaziçi geleneği” olarak öteden beri seçimde daha az oy alanlar birinci çıkan hocanın lehine adaylıktan çekiliyor ve böylece istenmeyen bir atamanın önüne geçiliyordu. 2016’daki seçimde ise yaklaşık yüzde 10 oy alan Vedat Akgiray okulun geleneğini bir yana bırakıp adaylıktan çekilmemişti ama kendisini SPK’nın başından alan irade tarafından rektör yapılması beklentisinin boş olduğu ortaya çıktı.)

***

Sistem değişikliğine tekrar dönersek, 1982 Anayasasındaki YÖK sisteminin kurulduğu günden bu yana üniversite rektörlerini cumhurbaşkanı atıyor, ne kadar büyük itiraz olsa da veya ne kadar patırtı çıksa da cumhurbaşkanının istemediği birinin rektör olması diye bir durum söz konusu değil. Öyleyse ne diye seçim kaldırıldı, YÖK devreden çıkarıldı?

Bugünkü başkanlık sisteminin dayandığı irrasyonel “ultra merkeziyetçilik” fikrinin ülke yönetimindeki binlerce alandan yalnızca birindeki tezahürü rektör atama konusu…

Buna karşılık, yapılanları “Yüzde 52 oyla, yani milletin çoğunluğunun iradesiyle seçilmiş olan Cumhurbaşkanımız her kurumun başına atama yapabilir” diyerek savunanlar var. Bu yaklaşımın demokratik olup olmaması değil mesele. Elbette her kurumda yönetimin seçimle belirlenmesi gerekmiyor ama bir cumhurbaşkanın her kurumun başına kimseye sormadan, danışmadan atama yapması doğru bir idare tarzı değil. Türkiye’deki 209 üniversitenin her birine kimin rektör olabileceğini düşünmek, araştırmak, soruşturmak tek kişinin yapacağı iş olamaz. Kurumlarla -veya kurumlar aracılığıyla- yapılır bu işler.

Eski sistemin kusurları ve eksikleri vardı ama iyi kötü kurumları çalıştıran bir sistemdi. Kurumların ıslahı ve geliştirilmesi gerekirken devre dışı bırakılması, her konuda kararların tek bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak iradeye bırakılması ne tarihte ne de bugün dünyadaki “iyi yönetilen” hiçbir ülkede göremeyeceğiniz bir yönetim tarzı…

YORUMLAR (73)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
73 Yorum