‘Dış güç’ olsaydınız bugünkü iktidara saldırır mıydınız?
Son birkaç yıl içinde hepimizin cebindeki paranın değeri nerdeyse yarı yarıya azaldı. Kişi başı milli gelirimiz 12 bin dolar seviyelerinden 7 bin dolar seviyesine geriledi. Türkiye’nin GSYH’sının bu yıl 652 milyar dolar olması bekleniyor. Bu tahmin gerçekleşirse Türkiye “dünyadaki en büyük 20 ekonomi” içindeki yerini kaybedecek.
“Türkiye’yi uçuracak… Hızlı karar aldıracak… Bu kardeşinize yetkiyi verin, gerisini merak etmeyin…” diyerek halktan onayı alınan “Türk tipi” başkanlık yönetiminde ekonomideki sorunlar, çözülmeyi bırakın, katlanarak büyüdü.
Yargı kurumunun da hali ortada. Kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması sonucunda yargı düzeni tamamen siyasallaştı… “Kanun önünde eşitlik” ilkesi fiilen uygulamadan kaldırıldı… Yargı kararlarının öngörülebilirliği kayboldu…
Siyaset yapma tarzındaki “gelişme”ler de göz kamaştırıcı: Medyada tek sesli bir yapı kuruldu… “Hiç kimseyi ötekileştirmeyeceğiz” retoriğinin yerini “Çatlasanız da patlasanız da... Bunlar…” gibi laflar aldı… “Ne olduğunu bilmiyoruz ama kesin bir şey oldu, çünkü çaldılar…” diyerek İstanbul seçimi tekrar ettirildi.
Dış politikada, sanayide, tarımda, sağlıkta… aklınıza gelebilecek her alanda yeni sorunlar ortaya çıktı, eski sorunlar ise çözülemedi, daha da büyüdü.
***
Ama bunların hepsi için açıklama hazır: “Dış güçler saldırıyor. Ondan oluyor bunlar...”
Peki, dış güçler sana niye saldırsınlar? İşler yolunda giderken seni durdurmaya çalışmıyorlardı da şimdi ülkeyi adeta bir uçuruma doğru götürmeye çalışırken mi “dur artık” diyorlar düşmanlarımız?
Ben Türkiye’nin düşmanlarının yerinde olsam tersini yapardım herhalde. Ben “dış güç” olsam ekonomide 2023 hedefleri revize edilip 2013’te zaten ulaşılmış olan seviyenin 2023 hedefi olarak ilan edildiği bir ortamda düşmanıma saldırmaya gerek görmezdim. Ekonominin -iyi kötü- yönetilebildiği, ülkenin önünde gelişme ve kalkınma kapılarının açık olduğu zamanlarda saldırırdım.
Milleti kutuplaştırmak neredeyse resmî politika haline geldiğinde değil, vaktiyle milli birlik projeleri adı altında -doğru yanlış- birtakım işler yapılırken, mesela Kürt sorunu ve Alevi sorunu çözülmek istendiğinde saldırırdım.
İç politika malzemesi yapmak uğruna herkesle kavga çıkardığımız için milli çıkarlarımızı koruma yolunda artık yanımızda hiçbir müttefik bulamadığımızda değil, söz gelimi “komşularla sıfır sorun politikası” uygulanmak istendiğinde saldırırdım.
Ülkenin Batı dünyasıyla ilişkisi bölgesinde itibar kazandırırken kendi bölgesindeki nüfuzunun da Batı dünyasındaki değerini arttırdığı günlerde saldırırdım.
***
“Dış güç” olsaydım, günlük siyasi amaçlarla beslenip büyütülen kutuplaşma çerçevesinde yeniden islam-laiklik kavgasının içine sürüklenmeye çalışılan bir ülkeye saldırmaya gerek görmezdim.
Laik düzen içinde İslam kimliğine sahip bir kadronun iktidarda oluşu dolayısıyla Türkiye’nin Ortadoğu’daki komşuları tarafından “model ülke” olarak görüldüğü ve önünde diplomatik etki gücünü artırma fırsatları bulunduğu zaman saldırırdım.
Etrafımızda Katar dışında selam verip alabileceğimiz kimse kalmadığında değil… sözgelimi herhangi bir açılış programı davetine Avrupa’dan, Ortadoğu’dan ve Türk dünyasından liderlerin koşa koşa geldikleri zaman saldırırdım.
Avrupa Birliği adaylığı kapısı Türkiye’ye açıldığı zaman… veya İslam Konferansı Örgütünün genel sekreterliği için yapılan seçimi Türk temsilcisinin kazandığı zaman… veya Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine -Batı Avrupa grubunda en fazla oyu alarak- seçildiği zaman saldırırdım eğer “dış güç” olsaydım...
Ben Türkiye’nin düşmanı dış güçlerin yerinde olsaydım, ülkeyi yokuş aşağı götürmekte olan bir yönetime saldırmazdım. Aksine bu yoldaki “başarı”ları için destek olmaya bile çalışırdım.