Ipse dixit ve selef
CUMARTESİ YAZILARI
Skolastik çağın Avrupalıları herhangi bir konuda yaygın kabul gören ve hatta resmî görüş haline gelmiş olan fikirleri -akla veya yeni bulgulara uygun olmasa bile- “ipse dixit” diye savunurlarmış. “O (hocamız, üstadımız) böyle söyledi çünkü” manasına gelen bir ifade.
Helenistik dönem öncesinin ilk büyük filozofu ve bilgini -aynı zamanda da mistik bir yolun kurucusu- olan Pisagor’un müritleri yanılmaz kabul ettikleri hocaları için bu lafın Yunancasını söylüyorlardı. Yani telif hakkı Pisagorculara ait.
Hristiyan Orta Çağ Avrupa’sında ise ipse dixit derken Aristo kastediliyordu. Bilimde ve felsefede son sözü söylemiş olduğu düşünülen filozof.
Bugün ise kanıtsız dogmatik görüşlerle alay etmek için ipse dixit diyoruz.
Orta Çağ Avrupa’sı için bilim sahasında Aristo, dini meselelerin yorumlanmasında ise Aziz Thomas Aquinas her konuda son sözü söylemiş sayılan otoritelerdi. (Aslına bakılırsa Aquinas’ın din yorumunun arkasında da Aristo’nun biraz eğilip bükülerek Hristiyanlıkla uyumlu hale getirilmiş olan açıklama modeli vardır.)
Bu arada, Aristo’nun şarihleri (yorumcuları) olarak İbn Sina, İbn Rüşd gibi İslam filozofları da Avrupa Skolastik felsefesinin yol göstericileri arasındaydı.
En başta İslam felsefe geleneğinin Meşşai kolu Aristo’yu “muallim-i evvel” (ilk öğretmen) ilan etmişti. (İkinci öğretmen Farabi’dir.)
Aristo’nun “ilk hareket ettirici” tezinden yola çıkan İbn Sina, -Platonist ve özellikle Neoplatonist görüşlerden de yararlanarak ortaya attığı- “zorunlu varlık” (vâcibü’l-vücûd) kavramıyla İslam doktrinine uygun bir metafizik sistem geliştirmişti. Ancak İbn Sina’nın tanrı fikrine yönelik bu son derece parlak ontolojik temellendirmesi İslam dünyasından ziyade Hristiyan Avrupa’da ilgi görmüş ve hatta Thomas Aquinas’ın teoloji modeline zemin teşkil etmişti.
İslam dünyasında ise özellikle 12. yüzyıldan itibaren felsefi düşünüşe cephe alındığından Aristo’nun Müslüman öğrencilerinin de yüzüne bakılmaz olmuştu. Dolayısıyla sonraki devirlerde Aristo ne filozof ne de tabiat bilgini olarak otorite yerine konulmadı. Daha doğrusu hiçbir filozof veya tabiat bilgini 12. yüzyıldan sonra otorite yerine konulmadı. Tabiat bilimlerinin cevaplaması gereken sorular “ulum-u diniyye”ye havale edilmişti çünkü.
Dini konuların yorumlanması söz konusu olduğunda ise aşılamaz ve yanılmaz otorite “selef”ti. Yani bizden öncekiler, eski hocalarımız, mezhebimizin kurucuları…
Bu meseleleri onlardan daha iyi bilecek değildik çünkü...
Neden değildik ve neden hâlâ değiliz? Bu sorunun mantıklı bir cevabı yok.
Bizden farkları bu dünyaya daha erken gelmiş olmaktan ibaret kişiler yalnızca bu özellikleri dolayısıyla bilgi, zeka, donanım, erdem yönünden bizden daha üstün olabilirler mi? Biz yanılırken onların yanılmazlığının kaynağı nedir? Bu soruların da cevabı yok.
Tabii ki geçmiş zamanlarda bilim ve düşünce binalarının inşaatına birer ikişer tuğla yerleştirerek bugünkü birikimimize katkı sağlayan kişilerin hakkını ödeyemeyiz. Onlara saygı ve minnet borçluyuz.
Newton da kendisinden önceki devlerin omuzlarında durduğu için daha uzağı görebilmiş olduğunu söylemişti. Bununla beraber “Platon da Aristo da dostumdur ama en iyi dostum hakikattir” demekten geri durmamıştı. Muhtemelen Aristo’ya bir göndermeydi bu. Çünkü hocaların hocası vaktiyle bu sözü kendi hocası için söylemişti: Platon dostumdur ama hakikat daha yakın dostumdur.
Demek ki yanlış olan Aristo’nun veya bir başka büyük öğretmenin ipse dixit diyerek başka fikirlerin önüne engel olarak yerleştirilmesi. Öbür yandan, şurası inkarı mümkün olmayan bir doğru: Aristo’nun mirasına sahip olmasaydık ne İbn Sina ne de Kant kendi felsefi sistemlerini kurabilecekleri bir zemin bulabilirlerdi.
Yine de Aristo her konuda haklı değildi, her konuda her şeyi doğru biliyor da değildi. Mesela, filozofumuza göre, dünya evrenin merkeziydi. Güneş, Ay ve diğer gezegenler bizim gezegenimizin etrafında dönüyordu. Ağır nesneler hafiflerden daha hızlı yere düşerdi. Empedokles’in dediği şekilde madde dört temel unsurdan (toprak, su, hava, ateş) oluşuyordu…
Büyük düşünürün böylesi birçok görüşü sonraki çağlarda astronomi, biyoloji, fizik, kimya gibi bilim dallarında ortaya çıkartılan ampirik kanıtlarla yanlışlanacaktı. Ne var ki önemli olan Aristo’nun yaptığı yanlışlar değil, rasyonel düşünüşe ve bilimsel araştırma anlayışına ilham veren yaklaşımıdır.
Kaldı ki bazı görüşlerinin yanlış çıkmasına mukabil çok daha fazlası entelektüel dünyamızı etkilemeyi sürdürüyor. Söz gelimi mantıkla ilgili çalışmaları, metafizik, estetik, siyaset felsefesi ve etik alanındaki görüşleri hiçbir zaman değerini kaybetmemiştir.
Orta Çağ Avrupa’sında yeni fikirlere karşı gösterilen “Onun söylediğinden başka görüşün kıymeti yoktur” anlamındaki sağlıksız yaklaşım da Aristo’nun kabahati değil.
Bugün de şu veya bu isim altında sürmekte olan söz konusu ipse dixit anlayışı elbette taklitçiliği özendiriyor, bilimin ve felsefenin gelişmesi için gerekli olan orijinal fikirlere ve yeni görüşlere engel teşkil ediyor. Ama bir de bardağın dolu tarafına bakın: Eskiden hiç olmazsa düşünürler ve bilginler nihai otorite kabul ediliyorlarmış. İşin acı tarafı, bugün siyasi liderler dışında otorite kalmadı. Din uleması bile siyasi otoriteye tâbi. Tabii bilimlerde kimin ne söylediği zaten kimsenin umurunda değil.
En azından bazı toplumlarda…
