Mavi Marmara meselesinde kim haklı
2010 yılında Mavi Marmara gemisi Gazze’ye doğru yola çıktığı günlerde Türkiye ile İsrail ilişkileri pamuk ipliğine bağlı durumdaydı. Aslında her şey iyi başlamıştı, AK Parti iktidara geldikten sonra Ankara ile Tel Aviv işbirliği arayışına girmiş ve özellikle Gazze’yi kontrol eden Hamas ile İsrail hükümeti arasında arabulucu rolünü Türkiye üstlenmişti. Ne var ki bu konuda görüşmeler sürerken İsrail ordusunun Gazze’ye yönelik giriştiği kanlı operasyonlardan sonra ilişkiler hızla bozuldu. Mavi Marmara olayı işte bu süreçte yaşandı. Dolayısıyla 10 sivil vatandaşımızın İsrail askerleri tarafından katledilmesine Ankara en sert şekilde tepki göstermekten imtina etmedi. Doğru olanı yaptı. Kendi silahsız vatandaşları uluslararası sularda hukuksuz bir şekilde saldırıya uğrayıp öldürülen bir devletin yapması gerekeni yaptı.
Peki, Mavi Marmara gemisinin yola çıkmasına devlet izin vermiş miydi? İsrail ile Türkiye ilişkilerinin yeniden onarılmaya başlandığı bir süreçte bu sorunun cevabı en azından Türkiye’nin iç siyaset gündeminde önem taşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün söylediği “Mavi Marmara bize sormadan gitti” şeklindeki sözlerden sonra bu konu hararetle tartışılıyor biliyorsunuz. Hatta muhalif kesimlerde Erdoğan’ın sonraki süreçte sarf ettiği “izni ben verdim” mealindeki sözleri ortaya çıkarılarak aradaki çelişkiye dikkat çekiliyor ve İsrail ile barışma sürecinde İHH’nın harcandığı ileri sürülüyor.
İşin aslına bakarsanız, her iki tarafın da haklılık payı var. Erdoğan’ın saldırı olayının yaşandığı günden bugüne kadar Mavi Marmara’ya sahip çıktığı, hatta eleştirenlere karşı izni ben verdim dediği doğru. Ancak o günkü hükümetin söz konusu girişime soğuk baktığı, o seferin yapılmaması için İHH nezdinde tavsiye ve telkinlerde bulunduğu da doğru. “Günün başbakanı” Erdoğan’ın bu konuya olumsuz baktığı, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın hükümetin bu görüşünü İHH yetkililerine ilettikleri bilinen hususlar. Hatta Arınç’ın yaptığı görüşmenin bir parça tatsız geçtiği de biliniyor.
Neticede, Mavi Marmara gemisi hükümetin arzusu hilafına yola çıktı. Ama hükümet isteseydi bu geminin yola çıkmasına engel olabilirdi tabii. Bunun bin çeşit yolu olduğunu herkes biliyor. Yani son tahlilde gitmesi engellenmediğine göre “izin verildiği” de söylenebilir. Olacaklar tahmin edilmiş olsaydı hükümet geminin yola çıkmasına engel de olurdu elbette. Zaten böyle bir sonuçla karşılaşacaklarını bilseydiler Mavi Marmara girişimini başlatanlar da bu işten vaz geçebilirlerdi. Ama hiç kimse İsrail ordusunun çılgınca bir işe kalkışabileceğini aklının ucuna getirmiyordu. Ne Türkiye’de ne de dünyada. En fazla geminin Gazze’ye yaklaşmasına engel olmaları bekleniyordu. Daha önce de yaptıkları gibi… Dolayısıyla “Erdoğan izin vermeseydi bu facia yaşanmayacaktı” eleştirisi yersiz ve haksız. Ama tabii baştan gitmesini istemediği halde sonradan Mavi Marmara’ya hiç değilse kamuoyu önünde daima sahip çıkan Erdoğan’ın bunca zaman sonra “izin meselesini” gündeme getirip İHH’yı suçlaması başka bir konu. Bunu galiba İsrail’le barışma görüşmelerine karşı İHH’nın gösterdiği itiraza duyulan kızgınlıkla açıklamak lazım. Yani “senin yol açtığın problemi çözmek için gösterdiğim çabaya yine sen engel olmaya kalkışıyorsun” diyerek İHH’ya kızıyor olmalı Erdoğan.
Erdoğan’ın bu kızgınlığına hak verilebilir. Ama Mavi Marmara konusundaki olumsuz yaklaşımı bugüne kadar kamuoyunda bilinmediği için “dün seçim meydanlarında kullanıyordu, bugün Mavi Marmara’yı da sattı” eleştirisinde bulunanlar da haklı görünüyor. Diğer yandan mesele Erdoğan ve İHH arasında bir anlaşmazlıktan öte anlamlar kazanmış bulunuyor. Zira Erdoğan ile İHH çevresinin ortak duyarlıklarına yabancı “yeni AK Partili”lerin tartışmaya dâhil olması meselenin Mavi Marmara konusundaki görüş farkını aşan boyutunu gösteriyor.
Söz konusu tartışma bağlamında yaşanan tatsız bir hadisenin örnekliğinde ne demek istediğimi açayım: Geçen gün İHH’nın “yerli ve milli” olup olmadığını sorgulayan bazı “yeni AK Partili”lere itiraza kalkışan “eski AK Partili” bir kadın yazar, bu itirazı yüzünden hem yazdığı sütunu kaybetti hem de bir hanıma söylenmesi değil, bir kadının yanında söylenmesi bile düşünülemeyecek çirkin sözlere maruz bırakıldı.
Mavi Marmara konusunda veya İHH’nın çalışmaları hakkında farklı görüşlere sahip olabiliriz. Bunda bir anormallik yok… Ne var ki Mavi Marmara ve İHH isimlerini belki de ilk defa son üç yıl içinde işitmiş olan ve aslında bu konuda kendisine ait bir fikri de bulunmayan bazılarının dağdan gelip bağdakini kovma çabalarına bu tartışmayı alet etmeleri ve bunun da belli yerlerde hiç rahatsızlık uyandırmaması, hatta açıkça himaye görüyor olması gösteriyor ki burada mesele Mavi Marmara meselesi değil. Başka bir şey…