Akıl sağlığımızı koruyalım, bu da geçer

Epey bir süreden beri sabaha karşı denebilecek bir saatte kalkıp çalıştığım için gündüzleri anlık haberleri izlememeye çalışıyorum ama insan ülkesinden kaçamıyor. Mecburen bir sürü haber önümden geçiyor.

Önceki gün öyle maruz kaldığım haberlerden birinde Ak Parti milletvekili Gülay Samancı, Meclis kürsüsünde ekonomiyle ilgili eleştirileri yanıtlarken, “Ezanlarımızı susturamayacaksınız” diyordu.

O an içimden “Aklına mukayyet ol” cümlesi geçti.

Gerçekten de hepimiz aklımıza mukayyet olmalıyız bugünlerde. Öyle derin bir saçmalık döneminden geçiyoruz.

***

Yıllar yıllar önce bir belgesel seyretmiştim, komünizm altındaki Çekoslovakya’yı anlatıyordu. Belgeselin adı “Absurdistan”dı.

Türkiye’nin şu son 6 yılını anlatacak bir belgesel için başlığım şimdiden hazır.

Dün sabah bir arkadaşım, “Dolar 16 lirayı geçmiş, insanlar tınmıyor bile” dedi. Tınmadıklarını sanmıyorum; bence akıl sağlıklarını korumak için beyinleri kendi kendini korumaya almış durumda. Beyin, bazı uyaranları görmezden geliyor ki, kimyası bozulmasın.

Tayyip Erdoğan, 2018 Haziran ayında, daha Cumhurbaşkanı seçilmezden önceden beri “Merkez Bankası benim dediğimi yapacak” diyen, son olarak dün ülkede resmi enflasyon yüzde 20’nin üzerindeyken faizi yüzde 14’e düşürtüp Türk lirasının fiyatını ucuzlatan, yani değersizleştiren kendisi değilmiş gibi dün çıktı, “Bizim paramız TL, lirayı yedirtmeyeceğiz” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle beni benden alan o kadar çok örneği var ki, insan belki ilk birkaç seferinde söyleniyor, hatta sinirleniyor ama sonra tepki vermemeye başlıyor, belki sadece içinden “La havle” çekmekle yetiniyor.

Akıl sağlığımızı bir biçimde korumalıyız, korumanın yolu olarak da tevekkülle hareket etmeyi seçiyoruz.

Bundan 7 yıl önceydi. Türkiye, 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarıyla çalkalanıyordu ve her köşe başında bu dosyaların tartışması yapılıyordu. Bazıları yolsuzluktan başka bir şey demiyordu; bazıları da “Hükümete karşı paralel yapı darbesi”nden başka bir şey.

O günlerde İstanbul’daki bir tekno kentte yer alan bir şirketten davet aldım, onları ve yaptıklarını görmemi öneriyorlardı. Gittim, neredeyse bir bütün günümü o şirkette geçirdim, gördüklerime hayran oldum, yaptıklarını ve gelecek vizyonlarını dinledim.

Tam çıkarken aklıma takıldı, “Ben” dedim, “Uzun yıllardır kendi eşim dahil kimseyle bu kadar uzun süre sohbet edip politikanın p’sinin açılmadığına tanık olmamıştım.”

Şirketin genç patronlarından biri, “Biz” dedi, “Bu şirketi kurarken karar verdik, iş yerinde politikanın p’sini konuşmayacağız, tartışmayacağız. İyi ki de öyle bir karar vermişiz, yoksa iş yapamazdık.”

Siyaset maalesef böyle bir şey. Onunla da olmuyor, onsuz da.

Bir yandan Türkiye’de insanı paçalarından aşağıya kendi çamuruna ve çukuruna çeken bir şey siyaset; bir yandan da ülkemizi daha iyi bir yer yapmak için siyasetten başka bir aracımız yok elimizde.

***

İstanbul burjuvazisi arasında hep bir laf dolaşır. Farklı farklı yerlerde kim bilir kaç kere duydum bunu.

Derler ki, Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilmesi, İstanbul’dan başlayarak ülke çapında, zengin ve “iyi” ailelerin çocuklarını siyasetten uzak tutmasına neden oldu.

Adnan Menderes’in kendisi İstanbul’da bir opera sanatçısıyla evlilik dışı ilişki sürdüren, Park Oteli’nin barında içkisini yudumlayan bir insandı. Partisinin ve hükümetinin bütün seçkinleri de onun gibi Batılı hayat tarzına sahip iyi eğitimli insanlardı.

27 Mayıs darbesi sonrası siyaset bu “seçkin insan” kaynağını artık büyük, zengin ve iyi eğitimli çocuk sahibi burjuva ailelerden değil bürokrasiden buldu. O zamanlar Türkiye’nin en iyi eğitimli, en bilgili yöneticileri devlette çalışıyordu, onlar bakan ve milletvekili oldular.

Ama daha o yıllarda Türkiye’nin en iyi insan kaynağı özel sektöre kaymış, o insanlar da kendi başlarına bir orta üst sınıfı oluşturmaya başlamıştı. Devlette ise insan kaynağı kalitesi düştükçe düşüyordu, çünkü o kaynağın kaymak tabakası daha yüksek ücretlerle şirketlere gidiyordu. Bu problemi görenlerin başında Turgut Özal vardı; Amerika’dan genç insanları “prens” olarak bürokrasiye transfer etmesi bundandı.

Ama bakın şimdi, tekstil konfeksiyon işiyle uğraşmış biri ekonomi bakanımız, bir çorap üreticisi de onun yardımcısı.

Amerika’da yazdığı bilimsel makalelere hala atıflar yapılan Rüşdü Saracoğlu ile ekonomi bilimine hangi katkısı sebebiyle profesör olduğunu bir türlü öğrenemediğimiz Şahap Kavcıoğlu’nu mu kıyaslayacağız?

Türkiye, daha önce demokratik olma iddiasındaki başka hiçbir ülkede yaşanmamış bir şeyi yaşıyor.

Oy vererek iş başına getirdiğimiz yöneticimiz, etrafındaki danışmanlarının bile dayanak üretmekte başarısız olduğu bir inancını hepimizin üzerinde inatla deniyor. Kimse de onu durduramıyor, ona “dur” diyemiyor.

Şimdiden ciddi miktarda yoksullaştık; belki o yüzden hep birlikte Şair Eşref gibi akıl sağlığımızı korumak için istihzadan meden umuyoruz.

Hatırlayalım Şair Eşref’i:

“Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi,

Gitgide zulmetmeğe elde ahali kalmıyor!”

Bu zor zamanlarda akıl sağlığımızı koruyalım, yeter!

YORUMLAR (68)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
68 Yorum