Bir halkın kavgası
CUMHUR BÜLENT SÖNMEZ
Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde sürdürülen savaş ve dökülen kan çoğu kere bir halkın hak talebi olarak yansıtılmaktadır. Bu durumda memleketin herhangi bir yerinde bile bir bomba patlasa TV de insanlar “Kürt sorunu nasıl çözülür” ü tartışmaktadır. Oysa mesele hiç de öyle değildir. Çatışma soruna dayalı gibi görünse de (gösterilse de) çatışmanın Kürtlerle ve Kürt meselesiyle temelde bir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü çatışma salt etnik haklar talebi olmanın çok ötesinde bölgesel ve uluslararası düzeydeki kimi sorunların uzantısıdır. Hans Lukas Kıeser’in “ Ermeni sorununda soykırımın kabulü noktasında atılacak adımın Kürt sorununu da önünü açacağını belirtmesi anlamlıdır.
O halde kavganın iki boyutu bulunmaktadır. Birincisi meselenin uluslararası boyutunun bulunması, ikincisi çatışan guruplarını hayat algısı ve ideolojisi.. Kürt meselesinin içine giren birisi sadece Kürtlerin hakları meselesinin içine girmiş olmamakta; bir dünya algısının bir uluslar arası mücadele alanının da içine girmiş olmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında Kürtlerin hakları kavramının bölgedeki çatışmayı çözümlemede yeterli ve sahih bir anlayış olmadığını anlamak durumundayız.
Mesele bölge sorunlarını salt etnik bir mesele imiş gibi ortaya koyan silahlı gücün sahip olduğu dünya görüşü ve bu dünya görüşünü egemen kılma tasarımıdır.
Kürtler üzerinde Marksist Leninist laik ve seküler bir düzen kurma çabasıdır aynı zamanda. Sorunun çözümsüzlüğünün bir sebebi de budur. Yani Kürtlerin hakları ile sınırlı bir kavga değildir bu kavga.
O halde bölgedeki kavga bir halkın kavgası değil egemenlik kurmak için bölgeyi şekillendirme kavgasıdır. Herkesin kavga için geçerli sebepleri olabilir ve kendi açılarından haklı olabilirler. Çünkü egemen olma insanın en kadim yönelimidir. Ancak burada onu tartışmadığımı anlamalıyız.
Burada söylemek istediğim bu kavganın adının doğru konulmasıdır. Bu kavga bir halkın kavgası değildir. Kürt halkının kavgası hiç değildir.
Bir halkın kavgası insanlık değerlerinden ayrı düşünülemez. Bu yüzden halkların hak talepleri her zaman meşru bir zemine sahiptir. Bütün insanlığın omuz ve destek verdiği taleplerdir bunlar...
Oysa Bu ülkede yapılanlara bakıldığında Kürtlerin sorununu çözmekten çok Kürtleri sorun haline getirmek isteyen bir yönelimin olduğunu görmemek için kör olmak gerekmektedir.
Molotoflanan belediye otobüsleri, yakılıp yıkılan binalar, marketler, iş yerleri sivillere yönelik bombalı ve mayınlı saldırılar.
Er meydanında yapılmayan kirli bir savaş bu.
Molotof’un Anlamı
Kürtlerin sorunun çözmekten çok onları bir sorun haline getirmek isteyen bir zümre savaş ortamında zarar gören insanların sayısının artmasını hedeflemektedir. Belediye otobüslerine, parklara, işyerlerine yapılan Molotoflu saldırıların amacı Kürtlere olan tepkiyi artırmak ve zarar gören vatandaşların Kürtlere saldırmasının zeminin hazırlamaktır. Özellikle Türk ve Kürt nüfusun iç içe girdiği yerlerde bu tarz eylemlerin yapılmasına özel bir önem verilmektedir. Başları poşulu, çoğu çocuk denecek yaşta şahısların öne sürülmesi iki uçlu bir fayda getirmektedir. Hem saldırıya uğrayan vatandaşlar zarar görecek hem de saldıran çocuklar zarar görecek. Her iki durumda da hedefe ulaşılmış olacaktır. Devletin emniyet güçlerinden zarar görmüş çocukların ailelerinin devlet karşıtı bilinen guruplara sempatizan olması çok kolay hale gelecektir. Bir çok ailenin bu şekilde taraftar olmasının sağlandığı bilinmektedir.
Ayrıca özellikle metropollerde saldırıya uğrayan vatandaşlar bu saldırıya Kürtlerin sebep olduğu anlayışı ile Kürtler ile ilgili olumsuz bir algıya sahip olacaklardır. Bu süreç içerisinde Kürt algısını da değiştirecek ; sempatinin yerini nefret ve ötekileştirme alacaktır.
“Sorunlara dikkat çekmek için bu yolu seçtik” şeklindeki yaklaşımın sorunlara dikkat mi çektiği, yoksa yeni ve kördüğüm sorunlar mı ürettiğini varın siz değerlendirin.
Mağduriyet Refleksi mi Kürtlük Bilinci mi?
Bu durumda içgüdüsel ve tepkisel yaklaşım ile aklıselim yaklaşımın birbirinden ayrılması son derece önemlidir.
Kürt hakları gibi görünen taleplere ilgi duyanların bir mağduriyet durumu yaşadıkları ortadadır. Çünkü savaş birçok mağduriyetler üretmiştir. Kürtlük bilinci ile ortaya konulan hareket ile mağduriyet reflexi arasında derin fark var. Mağdur olduğu için birilerinin yanında ya da karşısında olan insanlar ile bir davası olan insanlar arasındaki farktan sözediyorum.
O halde (mağduriyetten beslenen) bir siyasi hareket meselenin bir mağduriyet meselesi olduğunu fark ederse ne yapar? Eğer tabanınız davanıza inanmış olanlardan değil de savaştan zarar görmüş insanlardan oluşuyorsa mağdurların azalması sizi rahatsız etmez mi? Bu yüzden mağduriyetlerin azalması değil, artması yönünde hamleler yapmaktan başka bir yol tutulamaz. Yapılan da budur.
Bu mağduriyetin çeşitli görünümleri de bulunmaktadır. Özellikle sosyo kültürel yapıdan kaynaklanan sorunlar da vardır. Örneğin dağdaki bir bayan militanla yapılan röportajda ona PKK ya niçin katıldığı sorulduğunda; babasının annesine baskı uyguladığını bu yüzden bulunduğu ortamda kadının hiçbir değerin olmadığını PKK’nin kendisini bu konuda bilinçlendirip özgürleştirdiğini söylemektedir. Dolayısıyla Kürt hak taleplerinin çok ötesinde anlamları olan bir kavgadır bu kavga. Kaldı ki herhangi bir gencin köy ortamında Kürtlük bilincine sahip olması beklenemez. Çünkü aidiyetini fark edebilmesi için farklı insanlarla karşılaşması gerekmektedir. Dikkat ettiğimizde Kürt hak talepleri çoğunlukla büyük kentlere gidip üniversite okumuş Kürt gençlerinden geldiği görülmektedir.
Egemenlik Kavgası Neden Ezilenlerin Kavgası Değildir?
Biz çoğu kere egemen olma kavgası ile Hakikat için olan kavgayı ayırmakta güçlük çekeriz. Egemen olma kavgası hırsların kavgasıdır çıkarların kavgasıdır. Ama bu kavga dışarıya hiçbir zaman bir çıkar kavgası olarak yansıtılmaz; bir hırs kavgası olarak yansıtılmaz. -İnsanlarda karşılığı olmayan hiçbir söylemin taban bulması mümkün olmadığı için- Hiç kimse “ben çıkarım (menfaatim) için kavga ediyorum” demez. Herkes insanlığın üzerinde ittifak ettiği değerler için kavga ettiğini söyler. Egemenlik kavgası bu haliyle aslında bir yalanın, bir samimiyetsizliğin kavgası olmuş olur.
Peki, egemenlik ve hırsların kavgası ile insanlığın yüce değerleri için yapılan kavgayı nasıl ayırabiliriz. Hırslar için yapılan kavga ilkesizce yapılır, ezilenlerin maslahatını gözetmekten çok onların sorunlarının artması hedeflenir. Sorunları artan kitlelerin iktidar kavgasında kullanılması kolaylaşır. Bu yüzden kitlenin zarar görmemesi gibi bir hassasiyet yoktur. Hatta bu kavgayı verenler çıkar elde edemez ve hırslarını tatmin edecek zemin bulamazlarsa kitlenin zarar görmesine ayrı bir tatmin aracı olarak bakarlar. Egemenlik kavgasında herhangi bir sonuç; insanlığın nihai mutluluğuna ilişkin herhangi bir sonuç da hedeflenmez. Eğer kavganın devamı kavgayı verenlerin hırs ve çıkarlarını tatmin ediyorsa sonuç almaktan çok sonuçsuzluk hedeflenir.
O halde insanlığın acılarını ve dertlerini dindirmek için yapılan mücadele ile insanların acılarını kullanarak çıkar elde etmeyi amaçlayanların mücadelesini ayırmamız gerekir. Birisi insanların sorunlarını çözmeyi öbürleri bu sorunları büyütüp geliştirmeyi hedefler. Birisi insanlığı birleştiren ortak yönlerden öteki insanları farklı kılan ayrı yönlerinden sözeder. Oysa sahih kavga ortak değerler varsa anlamlıdır. Ortak değerlere yaslanmayan hiçbir kavganın sahih bir tarafı yoktur.
