Kürtlerin sorunu, "Kürt sorunu" mudur?

CUMHUR BÜLENT SÖNMEZ

İslami uyanışın hız kazandığı dönemlerde Müslümanların temel meselesinin devlet olduğunu düşünürdük. İslam devleti kurulduğunda bütün toplumsal sorunların ortadan kalkacağına inancımız tamdı. Birçok dinsel anlayış, gurup ya da cemaatin din algısını dikkate almaksızın dillendirdiğimiz İslam devleti söylemi sorunlardan kaçmak için sığınılacak iyi bir limandı. Zihnimizdeki İslam devletine ilişkin düşünceler idealize edilmiş bir tarihsel anlayışla şekilleniyordu. Sorunu hep siyasi olarak algılamış; meseleyi salt siyasi iktidarın ele geçirilmesine indirgemiştik. Biz ve ötekiler vardı. Biz iyi, ötekiler ise düşman ve haindi.

Bütün sorunları çözebileceğimiz sihirli bir paradigma üretmiştik. Daha sonra devlet sorunundan çok daha önemli düşünsel sosyal ve siyasal sorunlarımızın olduğunu fark ettik.

Gerçek hayata döndüğümüzde Müslümanların ümmetçi değil cemaatçi olduğunu, ekonomik ve siyasi çıkarların, ideallerden çok daha değerli bilindiğini, Müslümanların genelinin İslam’la ilişkilerinin çok da temelli bir ilişki olmadığını yaşadığımız birçok olay gösteriyordu.

Sağlam bir İslami ontoloji, epistemoloji ve kozmolojinin çağımızda yeniden kurulmasının en temel mesele olduğu ortadaydı. İslam devleti olarak varlığını sürdüren kimi devletler, bin yıllık İslam algısıyla şekillenmiş bu çağa ve bu dünyaya söyleyecek çok fazla şeyi olmayan yapılar olarak karşımızdaydı. Bu yaklaşım İslami uyanış sürecini sekteye uğrattığı gibi Müslümanların terörize edilmesi ve egemen güçlerce kullanılması gibi bir sürü problemi de beraberinde getiriyordu.

Entelektüel ve ahlaki bir dirilişin önündeki en önemli engelin aslında İslam devleti diye üretilen ve ne olduğu hakkında gerçekçi analizlerimizin olmadığı anlayış olduğunu çok sonra anlayacaktık.

Kürtlerin önüne konan Kürt sorunu ifadesinin de benzer bir paradigma olduğunu düşünüyorum. Kürt sorunu ifadesi Kürtlerin sorununu gizleyen ve Kürtlerin asıl sorunlarını öteleyen bir yaklaşım olarak önümüzde duruyor. Sanki Kürtler anadillerini konuştuklarında, eyalete ya da sadece kendilerinin yaşadıkları(!) bir devlete sahip olduklarında sorunlarının çözüleceği gibi bir yanılsama var.

Bu sorun etrafında o kadar çok spekülasyon üretiliyor ki Kürtlerin tarihinden Türklerle ve diğer unsurlarla ilişkilerine kadar bir yığın atık düşünce ortalıkta kol geziyor. Bu sorundan beslenen bu sorunla varolan hatırı sayılır bir çevre, sorunu bu seviyede tutmaya azami gayret gösteriyor.

Kürt sorunu Kürtleri sorun haline getirmek için kullanılan bir kavram olarak da kullanılıyor.
O halde Kürtlerin temel sorunu Kürt sorunu mudur? sorusu önemli bir soru olarak duruyor karşımızda. Sosyolojik psikolojik veriler ortaya konulmadan bu sorunun cevabını vermek güç.

Kürt ulusal talepleri gibi görünen talepler bile aslında temel sorunun uzantısıdır. Temel sorunlar ortaya konmadıkça Kürt sorununun çözümü olarak öne çıkan talepler Kürtleri sorun haline getirmekten başka işlev görmeyecektir. Bu yüzden bölgedeki sosyokültürel yapıyı analiz etmeden meseleyi Kürtlerin hak ve özgürlükleri bağlamında ele almak yanlıştır.

Çünkü halihazırda Kürt meselesi sadece siyaset zemininde konuşulabilen bir meseledir. Meselenin sosyal ve kültürel yönleri dikkate alınmamaktadır. Bölgede siyaset yapanların sosyal ve kültürel temelden yoksun “Kürt sorunu” söylemi bu yüzden Kürtlerin temel sorunlarını unutturan bir işlev görmektedir.

Bu çerçevede biz bölgede Kürt sorunu değil de Kürtlerin sorunu olduğunu vurgulamak istiyoruz. Kürt sorunu ve Kürtlerin sorunu ayrımına yakından eğilerek meseleyi açmaya çalışalım.

“Kürt sorunu” nedir? Ya da “Kürt sorunu” mu “Kürtlerin sorunu” mu?

Kürtlerin sorununun iki boyutu bulunmaktadır. Birincisi dünya ölçeğinde sorunun tanımındaki güçlükler, ikincisi Kürtlerin sosyokültürel yapısının Kürt sorunu ifadesini geçersiz kılması.

Bu ülkede dile getirilen “Kürt sorunu” ifadesi bu toplumda Kürtlerin ayrı bir topluluk olduklarını ve öteki topluluk tarafından bütünüyle dışlanarak ezildikleri ve sömürüldükleri iddiasına yaslanan bir ifadedir. Bu ifade ile Kürdistan denilen bir toprak parçasının yabancı birkaç millet tarafından (Türk, Fars ve Arap) parçalandığı ve Kürtlerin bu düşman güçler tarafından imha edildikleri anlatılmaktadır. Bu anlayışla oluşturulan bir harita ile kimi Kürt gruplar Kürdistan diye bir devlet kurma emelini dile getirmektedir. Bu haritanın kaynağı ve kimler tarafından oluşturulduğu, tarihin hangi dönemine ait olduğu konusunda da bir ittifak bulunmamaktadır.
Peki Kürt sorunu diye içi doldurulmaya çalışılan bu yaklaşım sahih bir yaklaşım mıdır? Şimdi bunu kısaca değerlendirmeye çalışalım.

Tarihsel olarak Kürdistan bugünkü Hakkâri’nin alt kısmının ismidir (Van gölü ile Urmiye arasındaki güneye sarkan bölge).

Kürtlere bir harita üretenler bile Türkiye topraklarında Kürtlerin yaşadığı bölgenin Ermenistan olduğu gerçeğini kabul etmekte ve Kürtleri aslında Ermeni toprakları üstünde oturan barbar bir millet olarak görmektedirler. Kürt ulusal taleplerini dillendirenler de aynı iddiayı desteklemekte; Ermeni soykırımının (!)

Kürtler tarafından yapıldığını iddia etmektedirler. Üretilen Kürdistan haritasının ne tarihsel, ne siyasi, ne de sosyal bir gerçekliği bulunmamaktadır. Tarihte Kürdistan diye bilenen yerler de farklı farklı algılanmıştır. Kaldı ki coğrafi bir terim olarak Kürdistan ifadesi, sözkonusu bölgede sadece Kürtlerin yaşadıklarına vurgu yapmaktan da uzaktır. Biliyoruz ki bin yıllardır bu topraklarda en az Kürtler kadar Ermeniler, Türkler ve Araplar da yaşamıştır.

Türkiye’de Kürtlerin yoğun yaşadıkları bölgede Kürtçe köy isimlerinin çoğu on altıncı yüzyıla aittir. Ondan önceki isimler büyük ölçüde Ermeni ve Arap isimleridir.

Mesele ulusa dayalı bir toprak talebine getirilirse yani mesele buralara indirilirse elbette uluslar arası zeminlerde bunlar gündeme getirilip tartışılacaktır.

Zaten dünyanın Batı yakasında bu sorunun adı Ermeni-Kürt sorunudur. Ve ciddi Batılı araştırmacılar açısından genelde Anadolu özelde ise bölge “asla milliyet gibi ötekini dışlayıcı bir yaklaşımla adlandırılamayacak kadar önemli bir bölgedir ve insanlığın ortak malıdır. Burası Nuh’un bahçesi, İncil’in toprakları, Hıristiyanlığın ve insan ırkının beşiğidir.”

Avrupa’nın bölgenin Hıristiyan mirasının dikkate alınması yolundaki talepleri malumdur. Ayrıca bölge sorununa, alevi ve yezidi unsurların sorunlarını da göz önüne alarak bakmak gerektiği vurgusu da bulunmaktadır.

O halde dünya ölçeğinde meseleye baktığımızda buradaki sorunun Batının gözünde Kürtlerin hakları ifadesinden çok daha öte anlamları olduğunu anlamak durumundayız. Meselenin sadece Kürt sorununa indirgenmesi bu açıdan da, evrensel anlamda kabul edilecek bir şey değildir. Bu yüzden Kürt sorunu ifadesi ile bölgenin sorunlarını çözmenin mümkün olamayacağını anlamak gerekmektedir. Bu bağlamda ele alındıkça bu sorun çözümsüz kalmaya mahkûmdur.

Kürt Sorunu diyebileceğimiz bir sorunun bulunmayışının en önemli nedenlerinden biri budur.

15-08/20/aaa-1440081401.jpg

Ancak burada bizi ilgilendiren temel mesele bu topraklarda Kürtlerin sorunlarının varlığıdır. Öteden beri söylemeye çalıştığım gibi “Kürt sorunu” değil “Kürtlerin sorunu” ifadesi meselemizi çözmede daha yol açıcı bir işlev görecektir. Bu adlandırma ötekileştirmeyi önleyici ve Kürtlerin kendilerini başka ve ayrı görme yanılsamasından kurtulmalarını sağlayıcı, Kürtlerin kimi uluslar arası güç kavgalarında kullanılmasının önüne geçici ve aidiyet sorununu ortadan kaldırmaya katkı sunucu bir adandırmadır.

Çünkü meseleyi aydınlatmanın en önemli adımı meseleyi doğru adlandırmaktan geçmektedir.

Bize göre bu ülkede Kürt sorunu yoktur ama Kürtlerin sorunu vardır. Ancak bu sorunun boyutları Türkiye’yi aşmakta; bölgesel bir sorun olarak ortada durmaktadır. Bu yüzden meseleye sadece Türkiye’nin iç sorunu olarak bakmak son derece yanlış ve yanıltıcıdır. Bu açıdan bakıldığında bölgenin Kürt ve Türklerin çatıştığı bir alan değil uzun dönemler boyunca uluslararası güçlerin çatıştığı bir alan olduğunu anlamak hiç de zor değildir.

O halde Kürt sorunu ve Kürtlerin sorunu ifadesini biraz daha açarak meseleyi toparlamaya çalışalım.

Kürt sorunu mu Kürtlerin sorunu mu?

Kürt sorunu derken genelde siyasi ve sosyal alan birbirine karıştırılmaktadır. Bizim ilk yapmamız gereken Kürt sorunu ifadesinde sosyal ve siyasal alan ayrımı yapmaktır. Çünkü sosyal alanda Türkiye denilen topraklar üzerinde sorun bulunmamaktadır. Sosyal sorun; Kürtlere sırf Kürt olduklarından dolayı Türkler veya başka unsurlar tarafından, asker, polis vesaire aracılığı ile mal, can ve namusa yönelik bir saldırının veya saldırı halinin bulunmasıdır. Kürtlerin siyasi irade tarafından yok sayılması ya da kimi haklardan mahrum bırakılıyor olması ise sosyal değil, siyasi bir meseledir.

Eğer ortada sosyal bir sorun varsa bu sadece Kürtlerle ilgili bir sorun olacaktır. Oysa siyasi sorun sadece Kürtleri değil bütün etnik, mezhebi, dinsel oluşumları ilgilendirebilecek bir yapı arz etmektedir.

Kürt ulusal taleplerini öne çıkaran örgütler siyasi sorunu sosyal sorun olarak ortaya koymaktadırlar. Bu yüzden Kürt taleplerini öne çıkardığını iddia eden silahlı hareketin konuyu sağlam bir zeminde ele almadığı gözlenmektedir. Hareketin meseleyi doğru bir biçimde ortaya koyamaması hem Kürtlere kendilerini doğru bir biçimde ifade etme yolunu kapatmış, hem de Kürtleri bulundukları bölgeye yabancılaştırıp, yalnızlaşmalarını kolaylaştıracak bir zemin yaratmıştır. Hareketin bölgede çok uzun bir dönem süren çatışmalara ve büyük bedellere rağmen hala ciddi bir destekten yoksun olmasının sebebi meselenin sosyal değil siyasi sorun olmasından kaynaklanmaktadır. Çatışmaların ve dökülen kanların meseleyi siyasi sorun olmaktan çıkarıp sosyal bir sorun haline dönüştürme potansiyeli her zaman bulunmaktadır. Ancak otuz yıllık süreçte bu yönde bir gelişme yaşanmamıştır. Meseleyi sosyal zemine çekmek isteyen güçler hem kültürel hem de askeri kimi planlar içerisindedir. Geçmişte kimi provokasyonlar yapılmış ancak bu bile Kürt Türk çatışmasına yol açmamıştır. Bu çatışmanın yaşanmamasının birçok sebebi bulanmaktadır. Bunları kabataslak şu şekilde ele almak mümkündür.

a-Irk kültürel bir kategoridir

Bu coğrafyada yaşayan her etnik unsur birbirine benzemektedir. Bu yüzden bu insanları birbirinden ayıracak kültürel zemin bulunmamaktadır. Hal böyle olunca Türkün Kürde ya da Arab’ın Türk’e bir düşmanlığı bulunmamaktadır. Bir soykırım ya da etnik ayrımcılığa dayalı inkâr yoktur.

b-Bu ülkede Kürt toprakları diye sınırları belirlenmiş belli ulusal bir mekân yoktur.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anadolu bir uluslar mozaiğidir. Bütün uluslar bu topraklarda iç içe yaşamış ve yaşamaktadırlar. Ortak aileler ortak acılar ve ortak sevinçlere sahiptirler.

c-Kürtlerin sorununun bir boyutu bölünmüş coğrafyadan kaynaklanmaktadır

I. Dünya harbinde paylaşılan Osmanlı ile yeni yeni devletler kurulmuş yeni sınırlar çizilmiştir. Bu sınırlar bu bölgenin halkı tarafından değil, bizzat emperyalist yayılmacılar tarafından çizilmiştir. Bu anlamda Ortadoğu’da halkları bölen emperyalist yayılmacılardır.

Yani Kürt toprakları bölünmüşse bu, bölgenin Emperyalistler tarafından bölündüğü anlamına gelmektedir. Yani Kürtleri bölen Türk, Arap ve Farslar değil, I. Dünya savaşında bölgenin haritasını çizen emperyalist güçlerdir.

Özellikle de İngilizlerdir. Bu bölünme salt Kürtleri değil bütün bir Osmanlı coğrafyasını kapsamaktadır. Araplar bile yaklaşık yirmi devlete bölünmüş; hatta bu devletlerden kimileri de bizzat kendi aralarında bölünmüşlerdir.
Bu bölünmelerin ulus sorunu ile ya da uluslaşma ile ilgisi bulunmamaktadır.

Çoğu kere ulusçuluk olarak öne çıkan talepler süreç içerisinde belli çıkar çevrelerinin amaçlarını gerçekleştirmesine zemin hazırlamıştır. Devlet vaadi çoğu kere bir mal paylaşımı ve çıkar paylaşımı olarak öne çıkmıştır. Osmanlı bakiyesi toprakların bugünkü durumuna göz atıldığında bu gerçek açık seçik görülebilir.

Ayrıca her ulustan insan bir başka ulustan insanlarla bir arada yaşayabilir, yaşamıştır da. Örneğin bugün İran’da yirmi milyondan fazla Azeri Türk bulunmaktadır. Önemli olan her milletin ötekine saygı göstermesi ve ötekini düşman görmemesidir.

d-Ulus değil aşiret vardır

Kürtler ulus bilincine değil aşiret bilincine sahiptir. Kürt sorunu ifadesi bu yüzden Kürt halkından değil, daha çok bir dönem özellikle (70’li yıllardan sonra) Batıya gidip üniversite okuyan Kürt gençleri tarafından dillendirilmektedir. Bu gençlerin çoğu Marksist Leninist temele dayalı sınıf çelişkisi anlayışını etnik bir temele indirme çabasına girmişlerdir. Bu da Kürt sorunu ifadesinin Kürtlerin ulusal taleplerinden çok başka sebeplere dayandığının önemli belirtilerinden biridir. Peki Kürtlerin sorunlarının dile getirilişi sadece 70’li yıllara mı aittir? Elbette hayır: Geçmişten bugüne (özellikle Osmanlının son dönemlerinden bugüne) kadar Kürt örgütleri ve söylemlerine bakıldığında ilk dönem özellikle 1900’lü yılların başlarında ortaya çıkan Kürt örgütlerinin hemen tamamının ümmetçi bir bakışa sahip oldukları görülmektedir. Ancak 1970’lerden sonra ortaya çıkan örgütler Marksist ve Leninist bir özellik taşımışlardır. Bunlar etnik çatışmalardan devrim üretmeye çalışan gurupları oluşturmuşlardır. Bu çabaların -kimi siyasi mülahazalarla geri planda tutsalar da- insan ve evren algısı diyalektik materyalizm zemini üzerine oturmaktadır.

Bu evren ve insan tasarımının bile Kürtler için bir sorun oluşturduğu söylenebilir.

Kürtlerin Sorununun Kaynağı

O halde Kürtlerin sorununun kaynağı nedir? Bunları da birkaç başlıkta ele almak mümkün.

a-Egemen tektipçi zihniyet

Kürtlerin sorunu bütün diğer etnik ya da dini unsurların sorunundan ayrı değildir. Yani egemen güç kendine benzemeyeni yok sayan bir anlayış ile emperyalist ağabeylerinin yolunda ilerlemiştir. Batılı modern paradigma bütün insanları tek bir kalıba dökme anlayışına yaslanmaktadır. Bütün bir eğitim sistemi bu anlayış üzerine kurulmuştur. “Üç tarafımız denizler, beş tarafımız düşmanlarla çevrili” söylemi daha ilk mektepten itibaren dimağlara işlenmiştir.

b-Sınıf Çatışmaları devrim beklentisi

1970’lerden sonra ortaya çıkan Marksist Leninist örgütler etnik ve mezhebi alanlarda boy göstermişlerdir. “Komünist devrimin yolu sınıf çatışmalarından geçer” anlayışıyla meseleye eğildiklerinden Kürt-Türk, Alevi-Sünni çatışmalarının komünist devrime giden yolda önemli aşamalar olduğunu kabul etmişlerdir. 70‘lerden sonra Kürt talepleri ile ortaya çıkan Kürt örgütleri ulusçu değil, Marksist Leninist’tirler. Bunu da açık açık dile getirmekten geri durmamaktadırlar. İşte Kürtlerin sorunundan Kürt Sorunu yaratmaya çalışan biraz da bu zihniyettir.

c-Kürtlerin sorunlarını ciddiye almayan ümmetçi Müslüman yaklaşım

Ümmetçiliğin tertipleşmek ve tektipleştirmek olarak algılanması Kürt olmayan Müslümanların Kürtleri anlamasına engel olmaktadır. Kürtlerin sorunlarının çözümsüzlüğü ve Kürt Müslüman aydınlarının belli bir kafa karışıklığı yaşamasının sebeplerinden biri de budur.

Müslüman dünya algısının kimi kere romantik ve büyük ölçüde sağlam temellerden yoksun olması bu meseleyi anlayabilecek bir bakış açısına sahip olmalarını engellemiştir.

Oysa ümmetçilik Kürtlerin insan olarak belli hakları olduğu gerçeği ile çelişki yaratmamaktadır. Ümmetçilik sadece Müslümanların değil, bütün bir insanlığın ortak değerlerine ve insani izzetine inanmak demektir.

Kürtlerin Öncelikli Sorunları

1-Aidiyet Sorunu

Kürtlerin sorunlarını analiz ederken öncelikle onların aidiyet meselesinin irdelenmesi gerekmektedir. Aidiyet sorunu derken Kürtlerin tarih boyunca ulusal, coğrafi ya da dinsel açıdan belli bir yere ait olup olmama durumundan sözediyoruz. Bu saydığımız aidiyetlerin etkisi değişkenlik gösterebilir. Ancak Kürtler için en temel aidiyetin ne olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir.

Kürt sorunu ifadesi Kürtlerin temel aidiyetlerinden bağımsız ele alındığında derin bir aidiyet sorununun ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bu da bir kimlik bunalımı olarak etki gösterecektir. Kürt sorunu söylemi kültürel zemini olmayan bir ulusal söylemle ortaya konulduğunda temelli bir aidiyet sorununun ortaya çıkması da kaçınılmaz olacaktır.

“Kürtler hangi evren ve insan tasarımına sahiptir?” sorusunun cevabı verilmeden ortaya konulan Kürt sorunu kavramının bizi götüreceği herhangi bir yer yoktur. O halde Kürtlerin sorunlarını konuşurken Kürtlerin hangi kültür dünyasına ait olduğunu unutmamak gerekmektedir. Bu gerçeği göz ardı edenlerin Kürtlerin sorunundan sözederken aslında Kürtlerden bile sözetmiş olmadıklarını anlamak gerekmektedir. Çünkü Kürt kelimesi bir ulusu işaretlemiş olmakla birlikte ulus sadece fizyolojik bir kategori değil, kültürel bir kategoridir.

Aidiyet sorununa eğildiğimizde bu sorunun iki boyutu olduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi siyasi zeminde ulusal talepler olarak öne konan yaklaşımların ürettiği aidiyet sorunu. Diğeri sosyokültürel ortamdan kaynaklanan aidiyet sorunu.

a-“Kürt sorunu” söyleminin ürettiği aidiyet sorunu

aa-Dayatılan Yanlış Bir Ulus Ve Tarih Algısı ve Aidiyet sorunu

Kürt sorunu ile getirilen bir çok yaklaşım Kürtlerin bu coğrafyaya ait olmadığını empoze eden yaklaşımlardır. Kürtlerin Zerdüşt olmalarından, aslında Müslüman olmadıklarından, özde hiçbir zaman İslam’ı benimsemediklerinden ve Hz. Ömer zamanında zorla Müslüman yapıldığından, Kürtlerin Avrupai bir ırk olmalarından, Ermeni toprakları üzerinde Ermenileri katlederek oturduklarından sözetmektedirler.
Bu yaklaşımlar Anadolu topraklarında Kürtler ile öteki unsurların buluştuğu ortak zeminin tahribini sağlamaya dönük yaklaşımlardır.

Oysa Kürtlerden sözettiğimizde yaşayan bir ulus ve kültürden sözediyoruz demektir. Bu yaşanan kültür ise Kürtleri, Türkleri ve Arapları bin yıldan fazla yoğurmuş ve kaynaştırmış olan şeydir.

Kürtler için yeni bir tarih yazmaya çalışanların telkinlerinden birisi de, Kürtlerin tarih boyunca bir devlete sahip olmadıkları, asırlar boyu düşman güçler tarafından ezilip sömürüldükleri telkinidir. Bu telkin de özellikle Kürtlerin genç kuşağı için bir aidiyet sorunu üretmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ne egemen totaliter zihniyetin bu aidiyet duygusunun ortadan kaldırılmasında çok önemli katkıları olduğuna kuşku yok. Oysa tarihin hiçbir döneminde Kürtler bir başka unsur tarafından ezilip sömürülmemiş ve tarihin hiçbir döneminde devletsiz yaşamamışlardır. Halen içinde bulunduğumuz devlet Kürtlerin de devletidir.

Kürtlerin tarih içinde sorunlarının çoğu kendi aralarındaki çatışmalardan kaynaklanmıştır. Bunun sebebi coğrafi ve sosyaldir. Bu yüzden Kürt sorunu gibi ulusal bir söylemin Kürtlük gerçeğiyle çok da bağı bulunmamaktadır. Kürtleri tarih boyunca harekete geçiren ulusal bir söylem olmamıştır. Kürtlerin tarih içindeki kimi hareketleri Kürtlere sorun telkin edenler tarafından hep ulusal hareketler olarak ortaya konulmuştur.

Bir kere Kürtlerin öncelikli talebinin ulusal talepler olmamasının sebebi onların insan ve evren algısında aranmalıdır. Osmanlıdan sonra Türklerden ve diğer Müslüman toplumlardan kopmayan tek topluluk Kürtlerdir. Kaldı ki ulus devlet kavramı çok yeni bir kavramdır.

İkincisi yaşadıkları coğrafya hem verimli hem topluluk çeşitliliği açısından yoğun bir coğrafyadır. Böyle bir coğrafyada ulusal taleplerin gelişmesi mümkün değildir. Adıyaman’da yaşadığımız dönemlerde bizim hem Arap hem Çerkez hem de Ermeni arkadaşlarımız vardı. Şimdi böyle farklılıkların olduğu yerde eğer aklıselim ortadan kalkmamışsa elbette çoğulcu yaşama pratiği gelişecektir.

15-08/20/aaa1-1440081476.jpg

Kürtler tarih boyunca kendi dışındaki ulusların toprağı üzerinde bir hak iddiasında olmamış, kimseyi boyunduruk altına alma gibi bir eğilimde bulunmamışlardır. Bu da onlarda bir fetih kültürü oluşturmamış ve övünecekleri büyük savaşlar ve övünecekleri büyük zaferlere sahip olmamışlardır. Bu bağlamda Kürtler asla kendilerine şanlı bir tarih yaratma gibi bir tavır içerisine girmemişlerdir. Yani geçmişten bu güne büyük ulus olarak sadece kendilerini görmemişlerdir. Çünkü kolektif bir kültür havzası içinde kendi aşiret ve akraba ilişkileri içindeki toprakları dışına taşmadıkları için fetihler vesaireler yaşamamış bu yüzden de şanlı bir tarih yazma durumları olmamıştır.

Bu çerçevede ulus bilinci ile değil, daha çok lokal aşiret bilinci ile hareket etmişlerdir.

ab-Asimilasyon söylemi ve aidiyet sorunu

“Kürt sorunu” söylemi Kürtlerin sadece Türkiye’deki siyasi irade tarafından asilime edildiği iddiasına dayalı bir yanılsama olarak da ele alınmalıdır. Bu iddiayı ortaya atanlar, asimilasyon ile neyi kastettiklerini açıkça ortaya koymak durumdadırlar. Asimilasyon bir başka ırk lehine diğer ırkın özelliklerini ortadan kaldırmaksa bu ülkede topyekün bir asimilasyonun varlığından sözedilebilir. Yani kültürel bir asimilasyondan sözedilebilir; ırksal bir asimilasyondan değil. Bu temel asimilasyonun dikkate alınmaması meselede kafa karışıklığı yaşanmasının en önemli sebebidir. Çünkü Kürtlerin asimile edildiğini söyleyenlerin elden düşme modernist paradigmalara sahip oldukları, tamamen Batının kendi sosyal koşullarından türemiş düşünce ve ideolojilerin peşinden koştukları bilinmektedir. O halde Aydınlanma döneminden beri süregelen büyük değişimler ve modernite sorununu görmeksizin meseleyi sadece bir ırkın diğerini (Türklerin Kürtleri) asimile eteği şeklinde formüle etmek ne derece gerçekçi ve sahihtir. Bugün bütün dünyada bir modernite ve batılılaşma süreci yaşanmaktadır. Bütün halklar bu sürece bir biçimde katılmaktadır. Bu konuda belki en geç kalmış topluluk Kürtlerdir. Savaş süreciyle birlikte köyden kente göç Kürt modernleşmesini hızlandırmıştır. Hal böyle olunca öncelikle Kürtlerin Türkler tarafından asimile edildiği bir yanılsamayı konuşmak yerine Kürtlerin modernite çabaları karşısındaki duruşlarını konuşmak çok daha gerçekçi, çıkış yolları bulmak açısından çok daha önemlidir.

Çünkü Kürtler (eğer bir asimilasyon varsa) Türkiye’deki egemen irade tarafından olduğu kadar kendileri için bir şeyler yapmak üzere ortaya çıkanlar tarafından de özlerine yabancılaştırılmaktadır. Jakoben devlet ve onları taklit eden muhalif güçler tarafından Kürtlerin iradeleri ipotek altına alınmak istenmekte, Kürt halkı şiddet sarmalı ile ölme ve öldürme dışında bir seçenekten mahrum bırakılmakta, bu yüzden Kürt toprakları sürekli bir gerilimin sürekli bir oturmamışlığın sürekli bir geriliğin ve gelişmemişliğin diyarı olmaktan kurtulamamaktadır.

2-Yanlış dinsel ve kültürel algının ürettiği aidiyet sorunu

a-Ağalık/beylik sistemi, teb’a zihniyetinin aşılamaması ve aidiyet sorunu

Ağalık sisteminin de bir aidiyet sorunu ürettiği söylenebilir. Toprağı olmayan ve başkasının toprağına bağlı olan; toprağın kendisine ait olmadığını düşünen insanda toprağa bağlı bir aidiyet duygusunun gelişmesi, hele bunun daha da ileri boyutunda vatan gibi bir üst kavramın oluşması çok da mümkün olmamaktadır.
Ayrıca özellikle 1840 olaylarından sonra beylerin halk üzerindeki baskıları Kürtlerin hep bir gerilim içinde yaşamasına sebep olmuş ve bu da Kürtlerde belli bir aidiyet duygusunun oluşmasını olumsuz yönde etkilemiştir.

Beylik ağalık sisteminin getirdiği önemli olumsuzlukların başında ise Teb’a zihniyetinin egemen kılınması gelmektedir. Bu anlayış her durumda bir başkasına bağlı olma ve her şeyi başkasından bekleme gibi bir ahlaki tutum yaratmış; teb’a ahlakı diyebileceğimiz yardım ve ianelerle geçinme anlayışının egemenliğini pekiştirmiş; bu durum da kendine güven duymayan bir ruh halinin egemen olmasını getirmiştir. Kürtler halihazırda genel olarak bu zihniyeti aşabilmiş görünmemektedirler. Bu zihniyetin düzeltilmemesi Kürt toplumu için varolma problemini çözmede en önemli engeldir.

b-Aşiret ve akrabalık ilişkileri ve aidiyet sorunu

Kürtler, ulusal bilinçle değil daha çok aşiret bilinci ile hareket ettiklerinden dolayı çoğu kere birbirlerine karşı düşmanlıklar üretmişlerdir. Birbirlerini sevme noktasında ciddi sorunlar yaşamışlardır; yaşamaktadırlar.
İnsan ilişkilerinde ilkesellik yerine aşiret ve akrabalık bağlarının öne çıkarılması bölgede Kürtlerin birbirlerini sevmeleri noktasında önemli sorunlar yaratmıştır. Bu durum oturmuş disiplinli bir sosyal yapının oluşmasını engellemiştir.

c-Namus ve töre ve ahlak

Şan şöhret şeref gibi kavramlar çetin coğrafyada çetin siyasal ve sosyal koşullarda daha bir önem kazanmaktadır. Bu durum Kürtleri şan şeref namus gibi kavramlar konusunda daha hassas bir duruma getirmiştir. Aşiret ve akrabalık aidiyeti büyük ölçüde aşiretlerarası rekabeti getirmiş bu da Kürt halkını gösteriş merakı, kendini ispat etme telaşı gibi temelsiz bir asalet yarışının kucağına itmiştir.
Dinsel alanda önderlik eden insanların kendilerini yenileyecek atılımdan yoksun bulunmaları namus ve töre kavramı altında ortaya çıkan birçok olumsuz durumu getirmiştir.

d-Kendini şiddet yoluyla ifade etme

Neden Kürt müziğinin genel karakteri hep acı yüklüdür, hep acıklıdır? Aslında Kürt müziği üzerine yapılacak bir araştırma Kürtlerin Kürt Sorunundan daha derin sorunları olduğunu göstermektedir. Kendi aralarındaki çatışmalar ve bölgenin asırlar boyu güç savaşlarının merkezi olması, acısı derin bir halk ortaya çıkarmıştır. Bu halkın acısı hala dinebilmiş değildir.

Yakın tarihte yaşamakta olduğumuz savaşın getirdiği psişik yıkımlar silahın ve gücün fetiş haline getirilmesini sağlamıştır. Bölgede silahsız, güçsüz ve arkasız insanın varolmasının mümkün olamayacağı inancı hukukun yöresel kurallarla sağlanmasına olan inancı artırmıştır. Osmanlının son dönemlerinde Doğu vilayetinin karmaşık yapısı hukukun tam anlamıyla egemen kılınması noktasında merkezi hükümeti başarısızlığa mahkûm etmiştir. Meseleler yine silah yoluyla halledilmeye çalışılmıştır.

Kürt sorununu demokratik talepler bağlamında dillendiren insanların kendileri gibi düşünmeyen insanlara bakışını incelemek bile meselenin özünü anlamada önemli bir veridir. Çevresindeki bütün insanlara “ya bizden ya hain” paradigması ile bakma, kendi dışında herhangi bir fikre yaşama hakkı tanımama tavrı Kürt sorunu söyleminin gerçekten sahih bir söylem olmadığını ele veren önemli verilerdir. Bu bile Kürtlerin Kürt sorunundan daha öncelikli sorunları olduğunu göstermektedir.

Bir ulusun ezilmişliğini öne koyanların, başkası üzerinde bir baskı kurmaması gerekir. Ancak Kürt ulusal taleplerini dillendirenler hep düşman üreterek varolmanın yollarına bakmaktadırlar. Bunların kendilerine ait sağlam bir dünya görüşü olup olmadığı sağlam bir evren ve insan tasarımına sahip olup olmadıkları da ayrıca tartışılmaya değerdir.

3- Göç, Köylülük ve Aidiyet sorunu

Köyden kente göçün getirdiği sorunlar da bir aidiyet duygusunun oluşmasını engellemektedir. Kürtlerin çoğu henüz kentli kimliğine kavuşamamış bir durumdadır. Bölgedeki sosyoekonomik durum göç dalgasını büyütmüş ve Kürtleri göçmen durumuna düşürmüştür. Büyük kentlerin kenar mahallelerinde hayata tutunmaya çalışan insanları Kürt sorunundan çok daha önemli sorunların buraya sürüklemiş olduğunu söylemeye bile gerek yok. Ne kente entegre olabilmiş ne köyle bağını koparabilmiş büyük bir kitle yaşamsal mücadelenin ötesinde bir aidiyet hissine sahip olamamıştır.

O halde sosyokültürel yapının ürettiği aidiyet sorununu aşmaksızın Kürt sorunu diye nitelenen sorunun bir yere oturması mümkün değildir. Bu aidiyet sorununu aşmanın en temel yolu asırlar boyu bu topraklarda ortaya çıkmış olan bir arada yaşamayı sağlayıcı kültürel ve ahlaki temelin açığa çıkarılması ve sahiplenilmesinden geçmektedir. Kürtlerin en temel meselesi öncelikle bu aidiyetin açığa çıkarılması olmalıdır. Bu temelden yoksun bu temelden bağımsız bir Kürt sorunu söylemi öteki aidiyet sorunları karşısında eriyip gidecektir.

Kendilerine ait olan yani Kürt’ü Kürt yapan değerlere dayalı olarak yeni bir anlayışın Kürtler arasında inşası olmaksızın Kürt sorununu konuşmak abesle iştigal etmekten başka bir şey olmadığı gibi toplumsal yapıda derin yaraların oluşmasına da zemin hazırlar. Nitekim öyle de olmaktadır. Devletin ürettiği ötekileştirici bir ahlaki tutuma tepki olarak gelişen Kürt sorunu söyleminden yola çıkarak Kürtlerin kendileri ile geçinmeleri bile mümkün değildir. Bilmem kaç medeniyetin gelip geçtiği çok dilli çok kültürlü olarak övünülen Diyarbakır’da bugün neredeyse sadece tek bir halk yaşamaktadır ve yan yana iki Kürt birbiriyle geçinmekte zorlanmaktadır.

Sorunun birçok boyutu vardır. Ekonomik, siyasi, sosyal, askeri… Ancak bütün bu sorunların çözülmesinin ilk adımı silahlı çatışmaların durması; ya da çatışan gurupların etkisinin azaltılmasıdır. Çünkü silahlı çatışmalar sürdükçe bölgede ekonomik ve kültürel gelişmenin olması mümkün değildir. Kent merkezlerine yığılmış işsiz/güçsüz kitle çatışma ortamının ürettiği bir olumsuzluktur. Bu yüzden silahlı çatışma ortamını etkisiz kılacak kimi siyasi ve sosyal tedbirlerin alınması gerekmektedir.

YORUMLAR (12)
12 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.