Eriyen döviz rezervleri ve seçenekler
Önceki yazıda döviz rezervlerin üç ayda 125 milyar dolardan 93 milyar dolara indiğini, bu sürecin sürdürülemez olduğunu iddia etmiş ve sürecin muhtemel sonuçları hakkında derinlemesine düşünme zamanının geldiğini söylemiştik.
Dâhilde işleme rejimi (DİR) yani ihraç edilmek kaydıyla ithalat, dışında kalan ithalat işlerinin zorlaştırılması ve gümrük vergilerinin artırılması doğru ve çok “geç kalmış” tedbirlerdir.
Tamamen destekliyorum.
Bütün dünya da aynı şeyi yapıyor. İthal edilen pek çok ürünün Türkiye’de üretilebilir, geçmişte bu konuyu çalıştım, biliyorum.
Bir taraftan ithalatı azaltmak için açık ve örtük engelleme politikaları diğer taraftan otomotiv ve ithal ürünler için ucuz kredi verdiren bir yönetimiz var, hamdolsun.
Diğer taraftan, Avrupa Gümrük Birliğinin bir parçasıyız ve Avrupa’dan gelen mallardan gümrük vergisi alamıyoruz. Batı Avrupalı firmalarının çoğunun Uzak Doğu’da ucuza mal üreten fabrikaları veya tedarik zincirleri var ve bu ürünler de Avrupa üzerinden geldiği için gümrük uygulayamıyoruz.
Şu anda Avrupa bizim çelik ürünlerimize kota uyguluyor; etik değil fakat kendi bilir, bu, bize “mukabele etme hakkı” verir; kanaatim, bu bir fırsattır ve mukabele-i bilmisil haktır. Ticaret bakanlığı personelinin tamamı bu işe yönlendirilse, hatta diğer bakanlıklar da yardım etse yeridir.
Döviz giderlerimizi azaltma görevi herkesindir. Yurtdışına çıkışlarda uygulanan 50 TL (elli TL) harç uygulaması 200 $’a (iki yüz dolar) yükseltilmelidir. Bu durumda en az sekiz milyon turistin yarısı yurtdışına gitmekten vazgeçebilir ve beş milyar dolar ülkede kalır.
AB ve IMF SEÇENEKLERİ
Salgının etkilerini azaltmak için Avrupa Birliği’nin hazırladığı destek paketinin içeriğini tam olarak bilmiyorum fakat bu pakete, “Türkiye’ye de 50 milyar Euro kredi” verilmesinin eklenmesi için müzakereler yapılabilir, yapılmalıdır.
Yardım ve hibe değil Hazinenin ihraç edeceği düşük faizli ve uzun vadeli Eurobondların Avrupa Merkez Bankası tarafından satın alınması yeterlidir.
AB’nin beşinci en iyi dış ticaret ortağı olarak yaşadığımız olumsuzlukları hafifletmeye çalışmaları son tahlilde onların da yararınadır.
İkinci seçenek olarak önerdiğim “AB’den kredi alma”nın daha önce bir benzerinin yaşanmadığını ben de biliyorum fakat salgın da daha önce hiç yaşanmadı.
Üçüncü seçenek olarak IMF’nin üç yıllık stand by anlaşmaları yoluyla 30 milyar dolara yakın bir fona ulaşabiliriz ve ulaşmalıyız.
Sayın Cumhurbaşkanımızın IMF ile ilgili olumsuz değerlendirmelerini elbette biliyorum fakat ortada “salgın” gibi bir “mücbir sebep” var. Ezmanın tağayyürü ile âhkâmın tağayyürü inkâr olunamaz. (Şartların değişmesi ile hükümlerin de değişeceği inkâr edilemez.)
Daha fazla borç istemek, IMF’nin şartlarını objektiflikten çıkarıp güçlü ülkelerin özel şartlarına dönüştürebilir, inşallah o duruma düşülmez.
Önümüzdeki yıl bütçe açığı planlandığı gibi %3 olamayacak; tahminler %6,5 ve üzerini gösteriyor. IMF masasına hem “bütçe açığı” hem de “cari açık” kusuruyla oturacak müzakere heyetinin işi kolay olmayacaktır.
Doğrusu tüm yetki bende olsa “işler henüz bozulmadan” her üç seçeneği de aynı anda ve hemen yürütmeye çalışırım.
IMF NE İYİ NE DE KÖTÜ BİR KURUMDUR
IMF, borçlarını veya ithalat bedellerini ödemede güçlüğe düşmüş, düşebilecek ve yeterince borç bulamayan ülkelere ihtiyaç duydukları kaynakları temin eden veya alternatif bir tanım olarak, alacağını tahsil edemeyen alacaklıların tahsilat yapmasına yardımcı olan teknik bir kuruluştur.
IMF gibi bir kuruluşun yokluğu sorunları çoğaltır ve zorlaştırır.
Uzun bir ayrılıktan sonra, tüketime dayalı bir hayat tarzı ve yanlış yönetim bizi, 20. (yirminci) kez IMF’le buluşturabilir.
Yalancı ve dalkavukların “Türkiye ekonomisi iyidir ve daha iyi olacaktır” telkinlerine Hükümet, kulaklarını tıkamalı veya seleflerinin akıbetine hazırlanmalıdır. Yönetimlerin kaderi yol ayrımlarında verdikleri kararlara göre şekillenir.
Mevcut sürdürülemez süreç engellenebilir veya tersine çevrilebilir mi, bilmiyorum bunu zaman gösterecek.