Faiz oranlarının etkisizliği
Gelişmiş ekonomilerde iktisadi faaliyetlerin yani yatırım ve tüketim harcamalarının miktarını, hızını ve niteliğini adeta faiz oranları belirler.
Acaba aynı etki Türkiye ekonomisinde de geçerli midir?
Faiz enstrümanı kullanılarak enflasyonun düşürülebileceğine, yani fiyat artış hızının yavaşlatılabileceğine ve talebin kısılabileceğine inancın üç gerekçesi var.
1) Yatırım ve tüketim harcaması yapacak olanlar daha az kredi kullanır.
2) Mevduat sahipleri paralarını harcamaz ve faizli ürünlere yatırır.
3) Ücret ve ürün fiyatlarının belirleyicileri faiz sinyalini doğru algılayarak ürün zamlarını ve ücret artışlarını yavaşlatır/azaltır/durdurur.
Bu ilkeleri kabaca piyasa gelişmelerine bağlayalım:
Birincisi, enflasyonun %32 arttığı bir ortamda krediler %42 artmış.
İkincisi yüksek reel faiz oranlarına rağmen konut ve araba gibi ürünlerin satışı her ay rekor tazeliyor.
Üçüncüsü biraz karışık:
a) Çünkü mal fiyatları düştü fakat bu düşüş, faizlerin artması ve talebin kısılmasıyla değil, kurların baskılanması ve ithal ara mal fiyatlarının düşmesiyle oldu.
b) Başta eğitim ve kira olmak üzere hizmet ürünlerinin fiyatları çok yavaş düşüyor.
c) Enflasyonla mücadele döneminde sendikalı olanlar, yetenek sıkıntısı çekilen alanlarda çalışanlar ve kamu görevlileri vs gibi çalışanlar gelirlerini en az enflasyon oranı kadar artırabildiler.
Öte yandan çoğunluğu oluşturan asgari ücretlilerin geliri reel olarak düştü.
Türkiye’de faizler, piyasa aktörleri arasında ‘herkese eşit etki” duygusu yarattığı için, etkili olamıyor ve bir atasözünü hatırlatıyor.
ELLE GELEN DÜĞÜN BAYRAM
Enflasyonun %32,3 olduğu bir dönemde bir dönemde, TCMB’ye göre ticari kredi faiz oranı %54,8 ve ve tüketici kredileri faizi %64,8 olmuş.
Ticari kredi faiziyle yıllık enflasyon oranı arasında 22,8 ve tüketici kredileriyle aradaki fark tam 32,4 puan olmuş.
Bu kadar yüksek faiz oranlarına rağmen krediler yine de yıllık %42 artmış.
Faiz oranlarının etkisizliği apaçık bir şekilde görünüyor.
Bu yüksek kredi artışına rağmen iş dünyasının meslek kuruluşları, TOBB, İTO, ASO ve diğerleri “yeterince kredi bulamadıkları”ndan şikayet ediyorlar.
Bankalar üzerindeki “kredi verme sınırı” kaldırılırsa, kredilerin artacağı çok açık.
Konunun özünü biraz daha derinleştirmek için olguyu anlayalım: Yüksek reel kredi faiz oranları, firmaların kredi talebini durduramıyor.
Firmalar ve hane halkı kredi faiz oranlarına adeta bir hisse senedi gibi davranıyorlar: “Yükselen faizler biraz daha yükselir; yeterince yükselmeden borçlanalım.”
Soru: Yüksek kredi faiz oranları niçin firmaların harcamalarını kısmaya yetmiyor; bu ekonominin temel ilkelerine aykırı değil mi?
Bir ihtisas OSB’de (organize sanayi bölgesi) birbirlerinin aynısı veya benzeş ürünler üreten firmaların, tamamının belirli oranlarda yassı çelik kullandıklarını varsayalım.
Bir sabah işe geldiklerinde yassı çeliğe %20 zam yapıldığını öğreniyorlar.
Soru: (Dış ticaretin etkileri hariç) Yassı çelik fiyatlarına zam yapılması, firmaların maliyet ve rekabet bakımından birbirlerine karşı bir avantaj veya dezavantaj oluşturur mu?
Herkesin maliyeti kullandığı yassı çelik oranında artacağı için, kabaca söylersek, oluşturmaz.
Peki, faiz oranlarının %20 artması veya azalması, firmaların maliyet ve rekabet bakımından birbirlerine karşı bir avantaj veya dezavantaj oluşturur mu?
Hiç düşünmeden cevap verirsek oluşturmaz diyebilir ve “Zaten oluşmadığı için kredi talebi doludizgin artıyor” diye ilave ederiz.
Fakat biraz düşününce faiz oranlarındaki bir değişimin, gelişmiş ülkelerde farklı etkileri olduğunu görürüz.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin faiz karşısındaki davranışı dışarıdan bakınca aynı gözükmekle beraber farklılıklar oluşturabiliyor.
Soru: Peki, gelişmiş ülkelerde etkili olan faiz kararları acaba Türkiye’de niçin yeterince etkili olamıyor?
Cevap: Çünkü gelişmiş ülke Merkez Bankaları, faiz kararlarıyla güçlü sinyaller oluşturabilirken, TCMB ve ekonomi yönetimi aynı sinyalleri oluşturamıyor.
Amerika’da orta ve küçük çaptaki firmaların kullandığı kredilerin maliyeti, firmaların reytingine göre değişmekle birlikte %7’den %36 arasında değişir.
FED’in yaptığı 0,25 baz puanlık faiz değişikliği kararıyla cari kredi faiz oranları arasında uçurum var.
Fakat FED’in ve ekonominin diğer kurumlarının yüksek itibarı sayesinde faiz değişiklikleri gerekli sinyalleri üretiyor ve herkes aldığı bu sinyale göre pozisyon alıyor.
Yani Gelişmiş ülke merkez bankaları aldıkları faiz kararıyla kesinlikle kendi ekonomilerini çok büyük oranda etkileyebiliyorlar.
Türkiye’ye gelince, faizlerin rekabet avantajı veya dezavantajı yaratmadığı algısı kısa vadede kredi talep davranışlarını etkisizleştiriyor; “kurumsal itibar eksikliği” de faiz sinyallerini anlamsızlaştırıyor.
Türkiye ile gelişmiş ülkeler arasındaki en önemli fark bir türlü giderilemeyen “güven krizi”nden kaynaklanıyor.
Güven Krizi sonuçta kurumlarda bir “İtibar Açığı” oluşturuyor.
TCMB de, oluşan bu “İtibar Açığını daha yüksek faizlerle kapatmaya” çalışıyor.
Kurumların söylediğiyle yaptığı arasındaki uçurum büyüdükçe itibar açığı da büyür.
Örnek: TCMB Kurumu enflasyon hedefini %16 olarak belirlerken hükümet kendi bütçesini %28,3 artırıyor.
Veriler bize yüksek faizlerin bile bu itibar açığını kapatamadığını gösteriyor.
Bu itibar açığı devam ettikçe, firmaların faizlere karşı hassasiyeti artmayacak ve “elle gelen düğün bayram” havası devam edecektir.
TCMB şimdiden etkisi sıfırlanmış faiz kararını bugün açıklayacak; tahminler, ortalamada %39 diyor.
Yüksek kredi oranları bile kredi talebini durduramamıştı, bu oran da etkisiz kalmaya mahkümdür.
Doğrusu, yüksek reel faizlerin amacının enflasyonla mücadele olduğuna olan inanç her geçen gün azalıyor.
Bu yüksek faiz oranlarının en etkili olduğu alan Carry Trade olarak gözüküyor.
Hükümet gerçekten enflasyonu düşürmek istiyorsa, bunun sadece yüksek faizlerle olamayacağını gördü.
Merkezi Yönetim Bütçesi “revize edilerek”, belki de kaybedilen kurumsal itibar geri kazanılabilir; vakit var.
Aksi takdirde faiz kararları “etkisiz eleman” durumunu sürdürecek
Bilgi Notu: Faizlerden kim kazanıyor?
[Acaba Bankalar, durumda istifade fahiş karlar mı elde elde ediyorlar?
Bankalar verdikleri kredileri başlıca iki kaynaktan fon temin ediyorlar:
Birincisi TCMB’ye ellerindeki Hazine Tahvillerini teminata verip bir hafta vadeli kredi almak ve bu krediyi her hafta uzatmak.
Bu kredinin bir haftalık faizi %40,5 ve yıllık bileşik faizi de %49,70’e denk geliyor.
İkincisi de yıllık bileşik maliyeti %48,24 olan mevduat toplamak.
%49 olan ortalama mevduat maliyetini, %54,8 olan kredi geliriyle mukayese ettiğimizde; bankaların, her 100 TL kredi de 5,8 TL brüt kazançları olduğunu görürüz.
TL mevduat sahiplerinin de %17,5 stopaj ödediğini biliyoruz; bu durumda %48,24’ün net faizi de %40’ın altına düşer.
Yeri gelmişken söyleyeyim, uzun vadeli ortalamalarda mesela beş ya da on yıl, dünyada hiçbir mevduat sahibi reel olarak ve yıllık bazda %1’in üzerinde para kazanamıyor veya zarar ediyor.
Zaten mevduat sahiplerinin de amacı zenginleşmek değil paranın değerini korumaktır.
Gelişmiş ülkelerde bilmediğim istisnalar olabilir: Fakat unutmayalım, istisnalar kaideyi teyit eder.]
