Millet İttifakı’na bir öneri ve 'Müzakere Toplumu'
Millet İttifakı her konunun müzakereye konu edilebileceğini ve her kararın müzakere edilerek alınabileceğini göstermek istiyor.
Ben de bundan memnuniyet duyuyorum. Çünkü ümmetin çoğunluğu yanlışta ittifak etmez mealinde bir hadisi şerif vardır.
Millet ittifakının sağ seçmenleri ile AK Parti, MHP ve BBP seçmen tabanları arasında, dünya görüşü bakımından bir fark yoktur. Fark daha çok bireysel yaşanmışlıklar, psikolojik faktörler, şahsi beğeniler ve duygusal olgulardadır.
Yani Millet İttifakı’nın müzakere ettiği her konu Cumhur İttifakı’nın sahip olduğu gündemleri içerir ve aşar; ilaveten Cumhur İttifakı bileşenlerinin hem güncel hem de geleceğe dair menfaatlerini korur.
MÜZAKERE MÜZAKERE MÜZAKERE
Müzakere, masadaki karşı taraflara fikirlerini ve iddialarını kabul ettirmeye çalışmak değildir; tam tersine, uzun amaçlı yararlar için, kendi fikir ve iddialarından taviz verme iradesini gösterme cesaretidir.
Müzakere, masadaki tarafların görüşlerinden yararlanarak kendi fikirlerinin değerini artırma çabasıdır.
Müzakere kendi fikirlerindeki aşırı ve irrasyonel boyutları ve talepleri törpüleme süreci ve sanatıdır.
Müzakere, empati yeteneğinin gelişmesiyle, taviz vermenin bir aşağılanma ve ütülme değil uzun erimde bir kazanç olduğunun farkındalığıdır; bir içgörü derinliğidir.
Müzakere, batan bir teknedeki gereksiz ağırlıkların denize atılmasına benzer yani vazgeçilmezse zarara yol açacağı kesin olan yararsız ve tutarsız önyargılarla ayakta tutulan fikirlerin masaya getirilmeden zihinlerden silinmesi sürecidir.
Müzakere, sahip olunan hak ve menfaatleri teminat altına almanın en geçerli yolunun, başta muhaliflerin olmak üzere herkesin sahip olduğu hak ve menfaatleri garanti altına alma bilincidir.
Müzakere, menfaat azalışına neden olacak tavizlere razı olmak ve başkalarının da bu tavizleri kerteriz alarak taviz vermeye ikna etme sanatıdır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ya da bir sistem olarak Güçler Birliği Sistemi, bir kişinin her yetkiyi aldığı ve her şeyi yapabildiği bir sistemdir. Emirlerin yukarıdan aşağıya dikey bir mekanizmayla ve taleplerin, aşağıdan yukarıya çok ağır adımlarla iletildiği bir “dikey yönetim” hatta “dikey toplum” modelidir. Bir nevi “itaat toplumu” modelidir. Müzakereye açık değildir.
Güçlerin tek elde toplanmasıyla, tek söz sahibi kişi, ilk dönemlerde bazı başarılar elde edebilir fakat eninde sonunda çok güçlü kişi büyük hatalar yapar ve başarısız olur; bu kaçınılmazdır.
Otokrat yöneticiler, “yatay bir yönetim ve toplum” anlamına gelebilecek müzakere toplumunun yararına değil zararına inanır; böyle olduğu için de bütün toplumu ve alt toplulukları “verilen her görevi yapan, itaatli bir toplumun” yararına inandırmaya çalışır.
Ben ailelerde, şirketlerde, kurumlarda, partilerde ve devlette “tek söz sahibi” kişilerin varlığına karşıyım.
Çünkü kararları sorgulanamayan tek söz sahibi kişi, çevresindeki insanların her türlü olumlu yeteneğini iğdiş eder; itaati garantilemek için ekibindeki şahsiyetlerin, kişisel izzet ve özgüvenini de çiğnemekten çekinmez.
“SON SÖZ SAHİBİ” KİŞİ VEYA MEKANİZMA
Ailelerde, şirketlerde, kurumlarda, partilerde ve devlette tek söz sahibi kişinin benim düşünce dünyamdaki zıddı “son sözü söyleyen” kişi veya kurum ya da mekanizmalardır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin liderini “tek söz sahibi” kişi olarak tanımlarsak, parlamenter sistemin Cumhurbaşkanına da, müzakerelerle halledilememiş ihtilaf anlarında “nadiren” ortaya çıkan ve “son sözü söyleyen” kişi diyebiliriz.
“Son sözü söyleyen” kişinin birinci niteliği ve görevi, yapılacak bütün işleri bizzat kendisinin ve makamının yapmaması tam tersine makamları, görevleri ve yetkileri, liyakatli halefleri arasında herkesin bildiği kurallar çerçevesinde paylaştırmasıdır.
“Son sözü söyleyen” kişi, bazen bir hakem gibi bazen de tecrübeli bir bilge kişi olarak ihtilaflara müdahale eden kişidir. Bazen de, konuyu, son sözü söylemek üzere ilgili kamu kurumuna, yargıya veya yasama organına devredilmesini sağlayan kişidir.
“Son sözü söyleyecek” kişilerin varlığı, toplumsal ihtilaf ve menfaat çatışmalarına rağmen, sosyal barışın garanti altına alınması anlamına gelir.
ÖNERİ
Türk Toplumu “her şeye müstahak bir itaat toplumu” mudur yoksa “her iyiliğe ehil bir müzakere toplumu” mudur?
Belirli ölçülerde de olsa, bütün toplumsal kesimleri temsil eden “Altılı Masa”nın varlığı, bence, demokratik olgunlukta, Türk Toplumunun “sınıf atlama özleminin ve iradesinin” bir göstergesidir.
Müzakere toplumunu kökleştirmenin zorunlu biricik şartı da seçim kazanmaktır, aksi takdirde beş yıllık bir zaman heder edilebilir.
Önümüzdeki seçimin partiler arası bir yarış seçimi değil “devleti yeniden inşa ve toplumun önünü açma” seçimi olduğunun bilinciyle hareket edilmelidir.
Bunun için, “altı partiye de mensup olmayan” bir şahsiyetin cumhurbaşkanı adayı gösterilmesini öneriyorum.
Önerimin ikinci boyutu da, bütün partilerin geçici olarak birleşmesi ve seçime tek bir parti olarak gitmeleridir.
Bu sayede millet ittifakına muhalif bilinçlerin algı dünyasındaki, geçmişe dair, yıpratıcı, yorucu, kavgacı algılar silinir veya zayıflar.
Bu sayede Millet ittifakı, Halka, yepyeni ve sahici bir “gelecek vizyonu” sunma imkânı kazanır.
İlga edilen devlet yeniden inşa edilince, herkes, gururla ve şerefle kendi partisine geri dönüp yeni seçimler için yarışmaya hazırlanabilir.
Cesur olmak şart.
Çekimser davranarak veya korkarak elde edilebilecek bir şey yok ve olmayacak.