Seçimden sonra döviz kurları artacak mı?

Son altı ayda (Ağustos 2022 – Şubat 2023) Tüketici Fiyat Endeksi, TÜFE %22,2 ve Üretici Fiyat Endeksi ÜFE %20,1 artmış.

Bu altı aylık dönemde dolar kuru sadece %3,8 artmış.

Seçime kadar geçecek sürede, enflasyonun yüksek oranlarda ve dolar kurunun da düşük oranlarda artacağı neredeyse kesin.

Deprem yorumcularının tabiriyle, kurlarda bir enerji birikmiş ve bu biriktirme en az iki ay daha devam edecek.

Bunun, ithalatı ucuzlatıp artırdığı ve artıracağı aynı zamanda ihracatı pahalılaştırıp yavaşlattığı ve azaltacağı da kesin.

Kur fiyatlarında “sürdürülemez” gibi görünen bir süreç yaşanıyor.

Bu verileri gören ve yatırımı tavsiyesi veren bazı uzmanlar, seçimden sonra döviz fiyatlarının mutlaka artacağı tahminini yapıp, danışanlarına, “döviz biriktirin” tavsiyesi veriyorlar.

Acaba haklılar mı?

Acaba veriler ve “ittifaklar”ın muhtemel para politikası vaatleri, bu beklentileri destekliyor mu?

İttifakların para politikaları aynı değil ve farklı seçim sonuçları farklı çıkarımlar gerektirecektir.

CARİ AÇIK ZORLUYOR

Ocak 2023’te dış ticaret açığı çok yüksek olunca, cari işlemler açığı da rekor bir seviye olan 9,9 milyar $’a yükseldi.

Fakat Ocak ayında 5,2 milyar dolar altın ithalatı yapıldığı ve altın, kısa sürede dolara dönüşebileceği için cari açığı, beş milyar $ olarak okumak, olgunun özüne daha uygundur.

Şubat ayı da 3 gün daha uzun olsaydı ve deprem olmasaydı, muhtemelen Şubat’ın verileri de, Ocak’ın bir kopyası olacaktı.

İki ayda 20 milyar $ civarında bir cari açık vermek, yarısı altın ithalatından kaynaklansa bile, uzun süreli olarak sürdürülemez.

Soralım, acaba niçin cari açık veriyoruz?

Çünkü herkes dövizin ucuz ve TL’nin değerli olmaya başladığını anladı.

Eldeki TL’nin satın alma gücünün azaldığını görülünce “Lirasızlaşma”ya süreci başladı ve halk, elindeki bütün TL birikimleriyle, o da yetmezse kredi alarak; içeriğinde yüksek oranlarda ithal girdi bulunan beyaz eşya, otomobil, elektronik eşya vs. satın almaya başladı.

Ocak 2023’te beyaz eşya ihracatı geçen yıla göre %10 düşerken, iç piyasa satışları %21 arttı.

Otomotivdeki yurt içi satışların iki aylık artış oranı daha çılgınca, tam %50.

Elektronik eşya ithalatı da %40 civarında artmış.

Mamul veya yarı mamul ithal girdi oranı, beyaz eşyada %60’ın, otomotivde %70’in ve elektronikte %95’in üzerinde seyrediyor.

Kur artış oranları düşük ve enflasyon çok yüksek olunca, yani Türk Lirası aşırı değerlenince; ithal ürünler reel olarak ucuzluyor ve talebini erkene çeken vatandaşlar, iştahla ithal ürünler satın alıyor.

İthal edilen malların bedeli de, ya eldeki döviz rezervleriyle ya da faizi %10 civarında olan dış borç alınarak ödeniyor.

Bu şartlar altında döviz fiyatlarının yükselmesi hem ithalatı düşürür hem de ihracatı artırabilir fakat hükümet “benim enflasyonu düşürme planım var” diyerek, bildiği ve kontrol ettiği bütün mekanizmalarla kurların yükselmesini engelliyor.

Engelleyebilmesi de bir yetenek ve başarı fakat bu başarı, mevcut politikalarla sürdürülmez olduğu için er ya da geç hem ülkeyi hem de hükümeti zor durumda bırakacaktır.

Peki, “er ya da geç” ne zamandır?

Cevap: Bilmiyorum.

Hükümet de bilmiyor.

Hatta hiç kimse bilmiyor.

SEÇİMLERİ HÜKÜMET KANADI KAZANIRSA…

Seçimi Cumhur İttifakı kazanırsa kur politikası ne olur bilen bir Allah’ın kulu yok.

Muhtemelen Hükümet de bilmiyor ya da yeni bir politika planlamıyor.

Katlanılamaz bir sorun çıkıncaya kadar hiçbir şey yapmayıp, bir sorun çıkınca müdahale edecek gibi görünüyor.

Yani Cumhur İttifakı seçimi kazanırsa hükümet, Kur Korumalı Mevduat, (KKM) ve seçici krediler sayesinde, dövizi baskı altında tutmaya çalışacaktır.

Kur Korumalı Mevduat (KKM) ürünü, doğrusu, hükümetin beklentilerinin üzerinde bir başarı elde etti ve ekonomide istikrarı kısmen de olsa sağladı fakat tek başına ithalatı yavaşlatmayı başaramaz.

Peki, KKM sürdürülebilir mi?

Evet. Sürdürülebilir.

KKM’nin “kamuya bir maliyeti kalmadı”ğı gibi, TCMB bu üründen “para kazanmaya” da başladı.

Bu sayede, ekonomi yönetimi KKM’yi daha cazip hale getirmeye bile çalışabilir.

Döviz kaynaklı KKM için örnek bir cazibe formülü: Banka faizi + Kur Farkı + %4.

Yani TCMB, KKM’den elde ettiği kazançların bir kısmını döviz sahipleriyle paylaşabilir.

Hükümetin seçimleri kazanması durumunda, yukarıda değindiğimiz veya değinmediğimiz olgular, bize, döviz kurlarında mutlaka bir yükseliş yaşanacağı kanaati vermiyor.

Fakat KKM’nin sağladığı inanılmaz katkı sayesinde, “enflasyonun yarısı kadar kur artışına izin” verilmesi ve sıkışma durumunda, mesela yıl sonunda, bir gece yarısı “%25 civarında devalüasyon” yapılarak, yola devam edilmesi hiç şaşırtıcı olmaz.

SEÇİMLERİ MİLLET İTTİFAKI KAZANIRSA…

Millet İttifakı yayınladığı Ortak Tutum BelgesindeUluslararası döviz rezervlerini güçlendireceğiz” maddesi acaba bize ne söylüyor?

Önümüzdeki beş yılda, hiç kimse Türkiye’nin cari fazla vermesini beklemiyor. Yani döviz gelirlerimiz döviz giderlerimizden daha fazla olamayacak. Demek ki, Millet İttifakı faizleri artırıp, uluslararası sıcak paranın Türkiye’ye gelmesini sağlamaya çalışacak.

Cumhur İttifakının KKM’sine karşı Millet İttifakının da faizleri yükseltme silahı var.

Peki, faizleri yükseltmeden enflasyonu indirmek ve ekonomide istikrar sağlamak mümkün değil mi?

Ortak Tutum Belgesinden bir madde daha alıntılayalım: “Beş yılın sonunda dolar cinsinden kişi başına milli gelirimizi en az iki katına çıkaracağız”

Peki, bu mümkün mü?

Beş yıl üst üste ve her yıl %15 büyüyebilirsek, mümkün. Fakat ne Türkiye ne de dünyada herhangi bir ülke; ne de tarihler böyle bir büyümeyi kaydetmiş değil.

Fakat beş yılın ortalaması olarak her yıl %5 büyümek mümkündür. Bu da, beş yılın sonunda bileşik büyüme oranının %28 olması anlamına gelir; %100 değil.

Fakat yine de %5 büyüyerek, milli geliri, beş yılda iki katına çıkarmanın yani %100 artırmanın “kağıt üstünde” bir formülü var.

Nasıl mı?

Eğer bugün 19 TL olan dolar kuru 12 TL’ye düşürülürse ve sonraki beş yılda, kurlar, enflasyondan daha az bir oranda artarsa milli gelirimiz, beş yılın sonunda iki katına çıkar.

Peki, bu mümkün mü ve mümkünse nasıl olacak?

Cevap: Enflasyon oranına yakın faiz oranları ve ek tedbirler sayesinde.

TCMB, gösterge faiz oranlarını, enflasyon oranına yaklaştıracak bir faiz artırım döngüsü başlatırsa, mesela %30’la başlayıp, enflasyon düşünceye kadar yükseltme sözü verirse, yerli ve yabancı döviz sahipleri, bu süreçten pay almaya çalışacaklardır.

Böylece, yurtdışındaki gelecek sıcak para ve yurtiçindeki döviz birikimleri satılarak TL’ye geçme süreci işlemeye başlayacak ve kurlar da düşme sürecine girecektir.

TCMB, kurların aşırı oranlarda düşmesini engellemek için bu dövizlerin tamamını satın almaya kalkamaz. Kalkarsa, bu piyasaya TL sürmek anlamına gelir ve enflasyonla mücadele süreci zarar görür.

Kesin ve net bilgi, iktisadi faaliyetlerden bağımsız olarak, faizler artırılırsa hem kurlar düşer ve hem de kişi başına milli gelirimiz artar.

Tabi bu arada ithalat artış oranları yeni rekorlar kırmaya başlayacak ve ihracatçı firmalar tıpkı 2004’ten sonraki süreçte olduğu gibi ya kapanacak ya da onlar da ithalatçı olacak.

Peki, enflasyonu düşürmek ve ekonomik istikrarı sağlamak için faizleri yükseltmekten başka bir çare yok mudur?

FAİZ ENFLASYON İLİŞKİSİ

Merkez bankalarının elinde enflasyonu düşürmek için pek çok finansal alet vardır fakat dünyadaki bütün Merkez Bankalarının elindeki en değerli “tümel alet” yani tek bir kararla bütün ekonomiyi etkileme imkânı olan finansal aletfaiz oranları”dır.

Bir “tümel alet” olarak faiz oranları, bir şehrin su dağıtım sisteminin başındaki “ilk musluk” işlevine sahiptir.

Açılan ya da kısılan musluklar, depolardaki suyu, şehrin bütün birimlerine, daha önceden belirlenmiş bir sistem çerçevesinde ya daha az ya da daha çok su olarak akıtacaktır.

Konuyu Amerika ve FED’in kararları bağlamında irdeleyelim.

FED enflasyonu düşürmek amacıyla faizleri yükseltir. Bu sayede iktisadi faaliyetlerin yani tüketim ve yatırım harcamalarının kısılmasını umar.

Önce konut kredileri talebi bu politikaya hızla tepki verir ve düşer. Ardından da diğer harcama talepleri de bir süreye yayılsa da azalır.

Ardışık olarak, “İmalatçı ve İthalatçı” firmalar, müşterilerinin talebinin azaldığını ve azalmaya devam edeceğini görünce, onlar da, yatırım ve tüketim harcamalarını kısarlar.

Ara not: Amerika’da kredibilitesi olan tüketicilere uygulanan kredi faiz oranları, reyting notuna göre, yıllık %6 ile %36 arasında dalgalanmaktadır. Daha yüksek oranlar da vardır.

Bu ardışık olarak birbirini besleyen, sırt sırta vermiş ekonomik etkileşim faaliyetleri zamanla toplam talebi düşürür; ardından, banka kredileri azalır, işsizlik artar, bazı firmalar iflas eder, bazı krediler batar, bankalar ikinci tur kredi verme şartlarını zorlaştırır, ekonomi resesyona girer ve sonunda enflasyon düşer.

Oranları yükselmiş ve yapışkan hale gelmiş bir enflasyona biz “atalet” diyoruz. Yani fiyat artışlarının otomatiğe bağlanmasının bir alışkanlık haline gelmesini ve fiyat artışlarının, toplum psikolojisinde kanıksanmış bir zorunluluk olarak kökleşmesini kastediyoruz.

İşte bu kök salmış enflasyonu düşürmek veya kök salmasını engellemek için dünyadaki bütün ülkeler her fedakârlığı yapmayı göze almaktadırlar.

Gerçekten de “ılımlı bir daralma’yı yani resesyonu” göze alamayan ekonomi yönetimleri enflasyonu düşüremez.

TÜRKİYE’DE FAİZ ARTIRIMININ ETKİLERİ

Pek çok istisnası ve kamburu olan Türkiye ekonomisinin, faiz artışları karşısındaki durumu nedir?

Bugün başta tüketici kredileri olmak üzere bütün kredi faiz oranları çok düşüktür. Bu dönemde kredi alabilmek ile “definecilerin gömü bulması” neredeyse aynı anlama geliyor.

Faizleri yüksek oranda artırmanın, “kredi almakla adeta gömü bulmuş kadar zenginleşen” bazı zümreleri memnun etmeyeceği kesindir.

Müstakbel Millet İttifakı Hükümeti bu “gömü”cülerin tepkisine rağmen faizleri artırırsa ve kurlar da gerçekten düşerse enflasyon oranı düşer mi?

Cevap: Düşer.

Fakat Türkiye ekonomisi gelişmiş bir ekonomi değil. Hem dış borçları çok yüksek hem de yaşamak için dış borçlara bağımlı.

Dövizi baskılayan süreçler, mesela yüksek faiz oranları, zaten değerli olan TL’yi biraz daha değerli hale getirip ithal malların fiyatlarını ucuzlatacağı için var olan talep kısılamayacaktır.

TCMB’nin işi FED kadar kolay değil. Hem faizleri artırmak hem de aynı anda ithalatı azaltmak zorunda. Bunu yapmasa, bugün zar zor katlanmaya çalıştığımız cari açık iki misline çıkar.

Bunu sağlamanın her yolu acı, kan ve gözyaşından geçer.

Bir süreliğine, mesela iki yıl, firma iflaslarına, işsizliğin artmasına ve reel ücretlerin azalmasını hazır olunması gerekiyor.

MEŞRU VE FAKAT ETİK OLMAYAN BAŞARI

Türkiye’nin daha önce enflasyonu düşürdüğü ve düşük tutabildiği bir dönem var: 2002 - 2016 dönemi.

Evet, 2002 2016 döneminde “meşru” bir başarı elde edildi. Üstelik, banka kredileri azalmadığı gibi arttı, işsizlik artmadığı gibi azaldı ve reel ücretler ikiye katlandı.

Mucize üstüne mucize.

Hiçbir bedel ödenmeden kredilerin artması, enflasyonun düşürülmesi ve büyümenin sağlanması tüm iktisatçıları şaşırtıyor ve herkes, hükümeti tebrik ediyordu.

Fakat bu başarının kökeninde “meşru fakat etik olmayan bir olgu “yatıyordu: Gelecek nesillerin refahından çalmak.

Dünyadaki sıcak paranın %25’ini yüksek faizler sayesinde Türkiye’ye getirmek ve bu paralarla, dünyadaki en ucuz sanayi ürünlerine gümrük kapılarını ardına kadar açarak, sağlanmıştı bu başarı.

Dönem sona erince, Türkiye’nin katma değer üretebilecek bütün sanayileri çökmüştü ve akranları arasında dünyanın, dış borç oranı en yüksek ülkesi haline dönüşmüştü (Dış Borç/GSYH=%60)

Bugün ekonomide yaşanan pek çok sorunun temelinde, işte 2002 -2016 döneminde elde edilen “meşru fakat etik olmayan” bu başarıların payı vardır.

Millet İttifakının hazırladığı “Ortak Tutum Belgesi”nin ekonomiyle ilgili maddelerini okurken, satır aralarında 2002 -2016 döneminde elde edilen bu “meşru fakat etik olmayan” başarıyı tekrarlama planları olduğunu seziyorum.

Amerika, Avrupa ve Japonya gibi gelişmiş ülke ekonomileri için tasarlanmış liberal ekonomik sistemin, aynısının, Türkiye’de de uygulanabileceğine inanan bir kadronun işi devralacağı ve geçmişte yaşanan bu “başarı”yı tekrarlamaya kalkışacaklarını, kısmen ve kısa süreliğine de başarılı olacaklarını tahmin edebiliyorum.

Fakat bu, “liberal hurafelere harfiyen uymak” zorunda olmadığımız kanaatindeyim.

Dış ticareti ilgilendiren başta üretim, ithalat, gümrük birliği ve serbest ticaret anlaşmaları konularının tekrar gözden geçirileceği “müdahaleci ve yeniden yapılandırıcı bir kamu yönetiminden” yanayım.

SONUÇ

Velhasıl önümüzdeki dönemde, seçimi kim kazanırsa kazansın döviz kurları enflasyon oranının üzerinde artmayacak veya daha doğrusu artması hiç kimse tarafından planlanmıyor hatta istenmiyor.

Seçimleri Millet İttifakının kazanması durumunda döviz kurları hiç artmayacağı gibi düşecektir. Kim gelirse gelsin, kurların düşük kalabileceği süreyi de en az altı ay ve en çok da on sekiz ay olarak görüyorum.

Cumhur İttifakıyla ilgili görüşlerimi de tekrarlayayım: “Enflasyonun artış oranının yarısı kadar kur artışına izin” verilmesi ve sıkışma durumunda, mesela yıl sonunda, “%25 civarında devalüasyon” yapılarak, yola, kalındığı yerden devam edilmesi beni hiç şaşırtmaz.

Altın fiyatları da döviz fiyatlarının akıbetine maruz kalacaktır.

(Not: Burada yazılanlar döviz alın ya da satın tavsiyesi değildir. Altının ons fiyatı 1.810 dolar civarındayken altın fiyatlarının düşmesi gerektiğine dair bir analiz yapmıştım; hala aynı fikirdeyim. Fakat Amerika ve İsviçre’deki banka krizleri altın fiyatlarını 2.000 dolara yaklaştırdı. Kur fiyatlarını etkileyebilecek, hiç hesapta olmayan jeostratejik bir gelişme yaşanabilir ve kurların fiyatını değiştirebilir. Bizim yaptığımız veriler eşliğinde düşünmek ve analiz yapmaktır.)

Gayrimenkul fiyatları zaten olması gerekenden, reel olarak %40 daha yüksek durumda.

Gelişmekte olan bir ülkeye, mesela Türkiye’ye yapılabilecek en büyük kötülük, gümrük kapılarının ardına kadar açılmasıdır; Türkiye’nin gümrük kapıları, hem Gümrük Birliği hem de Serbest Ticaret Anlaşmalarıyla yurt dışındaki sanayicilere ardına kadar açılmış durumdadır.

Türkiye için eşdeğerdeki, ikinci ve kalıcı bir diğer kötülük de, TL’nin aşırı değerlenmesidir.

Bu iki olgunun, her bakımdan köstekleyici işlevleri izale edilip gereği yapıldıktan sonra, bir ihtimal, gelişmiş bir sanayiye sahip olma ihtimali doğabilir.

Bedeli ödenmeyen “başarı”lar, sadece, etik değerleri olmayan ve olamayacak bir toplumu garanti eder.

YORUMLAR (37)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
37 Yorum