Servet ve enflasyon
Şimdiye kadar enflasyon faiz, kredi, para arzı, döviz kuru, ücret artışları, arz açığı, talep patlaması ve maliye politikaları üzerinden çok tartışıldı.
Kamu da bu tartışmaların bulgularına paralel tedbirler aldı fakat enflasyonla mücadelede istenilen sonuçlar hiçbir zaman tam olarak elde edilemedi.
Görüldüğü gibi analize tabi tutulan konuların çoğu gelirler, harcamalar ve vergilerle ilgilidir; “servet gelirleri ve servet değerindeki artışların enflasyona etkisi” neredeyse hiç tartışılmıyor.
Servetin Geliri: Faiz, kira ve temettüdür.
TÜİK’in verilerinden gelirlerin ne kadarının ücret ve maaşlardan ve ne kadarının servetten elde edildiğini tam olarak öğrenemiyoruz.
Çünkü firmalarda, mesela bir kasap, bakkal, kuaför veya fabrikada üretilen kârların ne kadarının sermayenin hakkı ve ne kadarının da çalışan ortakların hakkı olduğu istatistiksel olarak ayırt edilemiyor.
Böyle olduğu için de firmaların elde ettiği kârların toplamını TÜİK, “işletme artığı/katma değer” olarak tanımlıyor.
Ünlü Fransız İktisatçı Thomas Piketty’nin KAPİTAL adlı kitabında kullandığı yöntem ve çıkarımlara göre biz de, Türkiye’de ücret ve maaşların gelirler içindeki payının %75 ve servet gelirleri payının da %25 olduğunu söyleyebiliriz. [bu tahmin (+) veya - (3) puan oynaklık gösterebilir]
Enflasyonla mücadelede, toplam gelirin %25’inin önemli ölçüde göz ardı edilmesi büyük bir ihmal sayılmaz mı?
Son köşe yazısındaki servet bileşenlerini tekrar hatırlamak için tabloyu özetledim.
SERVET GELİRLERİ NEDİR?
Faiz: Faiz geliri, uzun dönemde, serveti artıran değil, servetin reel değerini koruyan bir getiri enstrümandır.
Beş yıllık periyotlarla bakıldığında, görülecektir ki dünyanın her yerinde mevduat getirileri mutlaka bir enflasyon endeksine “yenilir”; getiriler ya enflasyona paralel ya da çok az üstünde veya altındadır.
Fakat enflasyonun %35 ve faiz gelirlerinin %60 olduğu son bir yıllık dönemde; zenginleşme olgusu ve duygusu artmıştır.
Zenginleşme duygusu, harcamaları ve dolaysıyla az da olsa enflasyonu artırmış olabilir.
Bilgi: Mevduatın büyük bir bölümü sınırlı sayıdaki hanehalkına ait olduğu için ve bu zenginlerin marjinal tüketim artış oranı düşük olduğu için TCMB, faiz artışlarının bu mekanizmayla enflasyonu artırma ihtimali olmadığını düşünüyor.
İtiraz etmiyorum.
Çünkü normal şartlar altında yüksek faizler anti-enflasyonisttir.
Kira: Gayrimenkulden elde edilen kira gelirleri genellikle faiz oranlarından daha düşük olur.
Gayrimenkul sahipleri bu düşük getirinin, gayrimenkul değerindeki artışlarla telafi edildiğini bilirler.
Bazı dönemlerde gayrimenkullerdeki yüksek değer artışları enflasyon oranını bile aşabilir.
AMERİKA ÖRNEĞİ
Amerika’da “servet gelirleri”, FED’in aldığı “sıkılaştırma tedbirlerini” yenmiş görünüyor.
Amerika’da gayrimenkullerdeki değer artışının harcamaları, dolaysıyla enflasyonu etkilediği biliniyor. (Housing Wealth Effect)
Varsayım: Mortgage yöntemiyle 500 bin dolara bir ev satın aldınız ve bu evin ekspertiz değeri 600 bin dolara yükseldi, ilaveten, geçmiş yıllarda taksitlerle 100 bin dolar da anapara ödediniz.
Banka size teminatı yine bu konut olmak üzere 200 bin dolar rotatif kredi vermeyi önerir: HELOC (Home Equity Line of Credit)
Bu HELOC kredisinin maliyeti, reytinge ve limitin doluluk oranına bağlı olarak %8 - %12 faiz aralığında oluşuyor. Halbuki tüketici kredilerinin faizi %12 - %36 bandında seyrediyor.
Türkiye’de HELOC yok.
Daha değerli gayrimenkulün kirası daha yüksek olur ve daha yüksek kira getirisi zenginlik olgusu ve duygusu oluşturur; harcamaları artırır.
Amerika’da konut değer artışları HELOC denen kredi mekanizmaları yoluyla, Türkiye’de de kira artış oranlarıyla enflasyonu etkiliyor.
Temettü: Her firma her zaman temettü dağıtmaz; genellikle yatırımlarını tamamlamış ve kârlı firmalar temettü dağıtır.
Hem yatırımlara hem de temettüye yetecek kadar kâr elde eden firmalar da temettü dağıtabilir.
Normalde firmalar elde ettikleri kârları temettü için değil firmanın büyümesi için yatırım harcamalarında kullanırlar.
Türkiye’deki firmaların neredeyse tamamı büyüme serüvenlerini sürdürdükleri için buldukları fonları ve elde ettikleri kârları yatırım harcamalarında kullanırlar ve yatırım harcamaları da kısa vadede enflasyonisttir.
Yatırım harcamaları, uzun vadede de anti- enflasyonisttir.
Türkiye’de harcamaların yaklaşık olarak %70’i tüketim harcamaları ve %30’u da yatırım harcamalarından oluşuyor.
Servetin bir kısmı da hiç gelir getirmez sadece değer artışı için elde tutulur; örnek: Arsalar.
Şimdiye kadar, dünkü yazıda belirttiğimiz konut, gayrimenkul, finansal varlıklar ve şirket hisselerinin enflasyon üzerindeki etkilerini inceledik.
ALTIN FİYATLARI VE ENFLASYON
Son 4 yılda Altın fiyatları dolar olarak %250 oranında arttı. Tarihte böyle bir artış görülmüş değil.
Peki Altın Fiyatlarındaki bu artışların enflasyona etkisi var mıdır?
Doğrusu mevduat ve şirket hisseleri sınırlı sayıdaki hanehalkının mesela toplumun %10’u gibi, ellerinde birikmesine karşılık; hanehalklarının %85’inin bir gayrimenkulu var.
Gayrimenkul çok “demokratik bir servet” unsuru gibi gözüküyor.
Keza, izlenim ve anlatılara dayalı olarak hanelerin en az %50’sinin, ama az ama çok altını olduğu tahmin ediliyor. Bilhassa hanımefendilerin “takı veya ihtiyat amaçlı” bulundurdukları “Altın ve Mücevher” de yaygın bir servet unsurudur.
Altın fiyatlarının, dolar cinsinden %250 oranındaki artışı, olgu olarak kişileri zenginleştirdiği kesin peki bir zenginlik duygusu oluşturmuyor mu?
Bu zenginliğin bir kısmının harcamaları artırma ihtimali yok mu?
Harcamalar artıyorsa enflasyon da artmıyor mu?
Sadece %5 civarında kredi kullanarak bu kadar çok konut ve araba nasıl satılıyor?
Yukarıdaki tabloda, gümüş, değerli taş ve kripto varlıkların oluşturduğu servet artışı olgusu ve duygusu dikkate alınmamıştır.
Peki, 100 milyar doların üzerinde olduğu tahmin edilen kripto varlıkların enflasyon üzerindeki etkileri ihmal edilebilir mi?
TCMB Başkanı Sayın Karahan “Türkiye'deki ‘yastık altı’ altınların değerinin 500 milyar dolar kadar olduğunu; bunun enflasyonu olumsuz olarak etkilediğini ve Altın talebinin enflasyonla mücadeleyi zayıflattığını”söylemiş.
Evet, Altın ve Finansal Varlıklar en “likit servet” unsurları oldukları için enflasyona, diğer servet kalemlerinden daha fazla etki ederler.
FED Başkanı J. Powell faiz artırım süreçlerine başladığı dönemde işsizliğin %4,8’den %6,2’ye kadar yükselebileceğini, büyüme oranındaki artış oranının %1’in altına düşebileceğini ve firma iflasları dolayısıyla sorunlu banka kredilerinin de artabileceğini beklediklerini söylemişti.
Fakat Bu olumsuzlukların hiç biri yaşanamadığı gibi neredeyse tam tersi gelişmeler yaşandı. İşsizlik %4’ün altına indi büyüme oranları artı ve bankalarının karlılığı ve finansal yapısı olumlu gelişti.
Niçin?
Çünkü Amerikan Borsaları rekor üstüne rekor kırarken, gayrimenkul fiyatları artarken, kripto varlıklarının değeri astronomik oranlarda artarken bu olumsuzlukların yaşanmasının imkanı yoktu.
“Servet Etkisi” olgusu Amerika’da enflasyonla mücadele araçlarının oluşturduğu sıkılaşma tedbirlerinin negatif etkisini dengelediği görülüyor.
Türkiye’de de benzer gelişmeler yaşandı fakat bir iki makale hariç, TCMB’nin konuyla ilgili “banka tutumunu” anlattığı doğru dürüst bir çalışma yok.
TCMB yönetimine kalsa faiz oranları reel olarak yüksek tutulmalı, işsizlik artmalı, krediler sıfırlanmalı, şirketlerin bir kısmı iflas etmeli ve ülke ekonomisi bir süreliğine büzülmeli.
Niçin?
Cevap: Enflasyonu düşürmek için.
SERVET DAĞILIMINDA EŞİTSİZLİK
İnsanların, normal hayatlarında yapmayacakları yanlışları, mesleklerinde başarılı olmak için göz kırpmadan yapmalarına mesleki deformasyon deniliyor.
Yani kişiliklerinin, ahlaki ve insani değerlerinin deforme olması kastediliyor.
Mümkün olsa servetlere de dokunacaklar fakat güçleri yetmediği ve ellerinde makul araçlar olmadığı için sadece etkilemeye çalışıyor ve sabrediyorlar.
Doğrusu servete dokunmayı hiç bir siyasi güç de yapamaz; teşebbüs ederse altında kalır.
Mal canın yongasıdır; mala dokunan, hem mala hem de cana dokunmuş olur; çok tehlikelidir.
Türkiye'de 6.5 trilyon dolar civarında bir servet olduğunu ispatladık. Maalesef bu devasa servet çok eşitsiz dağılmış.
Mevcut ekonomi yönetimi, 'mesleki deformasyon' sonucu “daraltıcı politikaları” savunsa da, servete dokunmanın siyasi imkânsızlığını biliyor.
Bu yüzden 6.5 trilyonluk serveti kaldıraç olarak kullanıp hem gelir dağılımını düzeltecek hem de büyük yatırımları finanse edecek yaratıcı çözümler yerine; gelir ve maaşları kısarak enflasyonu yenmeye çalışıyor.
Bütçe daha fazla sosyal güvenlik yardımları ve daha yüksek emekli maaşı ödeyebilecek bir yapıdadır.
Fakat yönetim, Servet Etkisinin değil, sosyal güvenlik yardımıyla geçinenlerin oluşturacağı talep artışından korkuyor.
Bu konularda mevcut ekonomi yönetimine umut bağlayan kimse kalmış mı bilemiyorum.
