Türkiye’ye yüz milyar dolar kredi
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu geçen hafta sonu parti olarak ifa ettikleri “İkinci Yüzyıla Çağrı” toplantısında söylediklerini bir tweet atarak tekrarlamış.
“5 trilyon 461 milyar dolar yöneten yatırım bankaları ve 500 milyar dolarlık fonlarla toplantılar yaptım. İlk 3 yılımızda en az 100 Milyar $ doğrudan yatırım, emeklilik fonlarından 75 milyar $, sürdürülebilirlik fonlarından da 150 milyar $ yatırım alacağız. Ülkemize para akacak.”
Doğrusu toplantıyı baştan sona kadar ben de izlemiş ve “Ülkemize para akacak” sözlerini, bir partinin vizyon toplantısı olduğu için “olacak o kadar reklam” deyip umursamamıştım.
Daha sonraki günlerde pek çok kişinin, “Kılıçdaroğlu’nun gelecek dediği paralar gerçekten gelecek mi, gelebilir mi” mealinde sorulara muhatap oldum.
Pek çok kişi, toplantıda değinilen gerçekten önemli konuları atlayıp sadece “yurtdışından gelecek para” vaadinin hakikatini sorguluyordu.
Ünlü iktisatçı ve gazeteci Ege Cansen, Türkiye’yi “bir dış-borç-kolikler ülkesi” olarak tarif eder.
Hazinenin, beş milyar dolarlık tahvil ihalesine bile çıkmaya korktuğu ve iki üç milyar dolarlık tahvil ihaleleriyle yetindiği bir dönemden geçiyoruz.
Bu tahvil ihalelerine bazen yeterli talep oluşmayınca, Türk Bankalarının yurt dışı şubeleri devreye girip ihaleyi kurtarıyor. Her ihaleden sonra ilgililer ya rabbi şükür bunu da atlattık diye acaba Kemal Bey’in söylediklerinin gerçekleşme ihtimali var mı?
İrdeleyelim.
Öncelikle, bütün siyasilere, “yurtdışından doğrudan yatırım kavramını” unutmalarını tavsiye ederim. Çünkü Türkiye Avrupa Gümrük Birliğinde olduğu müddetçe, Türkiye’ye yurtdışından doğrudan yatırım gelmez, gelmemiştir ve gelmeyecektir.
Türkiye’ye gelmiş olan ve neredeyse otomotiv hariç diğer bütün doğrudan yatırımlar iç pazara yöneliktir ve tamamı Türkiye’nin Avrupa Gümrük Birliğine girmesinden önceki dönemlerde yani 1996’dan önce gelmiştir.
Eğer gerçekten yurt dışından doğrudan yatırımların gelmesi isteniyorsa, Gümrük Birliğinden çıkılır ve gümrük duvarları yükseltilir; bu yapılırsa, garanti ediyorum, yurtdışından Türkiye’ye doğrudan yatırım yağar.
Doğrudan yabancı yatırımların en çok gittiği gelişmekte olan iki büyük ülke var; Çin ve Hindistan, en önemli gidiş sebebi yüksek gümrük duvarlarıdır.
Doğrudan yatırım derken greenfield yatırımları kastediyorum yani sıfırdan tesis kuracak yatırımlar.
Yoksa yabancı yatırımcılar gelip mevcut şirketlerimizden azınlık veya çoğunluk hissesi satın alabilir; eğer yabancı yatırımcıların gözünde ortak olmaya değer ve gelecek vaat eden şirket varsa.
İncelediğim kadarıyla ve kendimden emin olarak, “değil yüz milyar dolar, Türkiye’ye uzun yıllar bir milyar dolar bile doğrudan yatırım gelmeyecektir” diyorum.
Son yirmi beş yılda yurtdışından, STAR Rafinerisi hariç, ödenmiş sermayesi 250 milyon dolar olan tek bir doğrudan yatırım gelmemiştir.
Kemal Bey’in söylediklerini iyi niyetine ve iyimserliğine yoruyorum. Kemal Bey ve ona tavsiyede bulunanlar sanıyorlar ki, daha demokrat ve batıya karşı daha ılımlı bir yönetime, herkes, hemen kesenin ağzını açacak.
İttihatçılar da, Müstebit Abdülhamit iktidarını devirince batıdan destek göreceklerini umuyorlardı. İtalyanlar Libya’da ve Balkan Ülkeleri de Çatalca’da İttihatçılara acı gerçeği gösterdi.
Konuyu dağıtmayalım ve Krediler üzerinden devam edelim.
Peki, “emeklilik fonlarından 75 milyar dolar ve sürdürülebilirlik fonlarından 150 milyar dolar olmak üzere 225 milyar dolar kredi” alabilir miyiz?
Türkiye bugün itibarıyla aldığı 450 milyar dolar dış borçtan dolayı, akranları arasında, oransal olarak dünyanın en borçlu ülkesidir.
Şu anda %55 civarında olan dış borçların GSYH’ye oranı %65’i aştığı anda, yani ilave seksen milyar dolar dış borç aldığında, dünyanın her yerindeki kredi komitelerinin gözünde, Türkiye, “iflasını açıklamasına ramak kalmış ülke” muamelesi görür.
Yani ne kimse Türkiye’ye 225 milyar dolar kredi verir ne de Türkiye Hazinesi haddini aşıp ilave borç arama hatasına düşer.
Türkiye, borçlarını çevirmek için yılda birkaç kez, iki ya da üç milyar dolarlık ihalelerle toplamda on milyar dolar civarında borçlanabiliyorsa öpüp başına koyuyor ve kendini başarılı addediyor.
Herkesi temin ederim ki, daha demokrat ve batı yanlısı bir yönetim kurmanın “ülke kredibilitesi üzerinde anlamlı bir etkisi” yoktur. Yabancı sermaye, alacaklarını, verimiyle birlikte garanti eden her yönetimle çalışır.
***
YÜZ MİLYAR DOLAR VERSEM
Varsayalım ki uluslararası sermaye bana “Sayın Verçin, siz bu kredi işini iyi bildiğiniz için size yetki verdik. Türkiye hükümeti sizi ikna ederse yüz milyar dolar kredi vermeye hazırız” demiş olsun. Varsayalım ki ben de kabul ettim ve kurduğum bir heyetle Türkiye Hazinesinin karşısına oturdum.
Kredi verenlerin müşterilerine sordukları ilk soru “alacağınız krediyle ne yapacaksınız” sorusudur.
Devamla, “Varsayalım ki bizi ikna ettiniz ve biz de, yarın sabah on yıl vadeli %10 faizli yüz milyar dolar parayı Hazine’nin hesaplarına gönderdik, bu parayla ne yapacaksınız?”
Hazinedeki arkadaşlar üç temel cevap verilebilir.
1)Hiçbir şey yapmayacağız ve rezervlerimiz artsın diye TCMB’ye yatıracağız. Çünkü rezervlerimiz artarsa,
1a) önce kısa vadeli yabancı sermaye Türkiye’ye gelir,
1b) güven oluştukça da orta vadeyi mesela tahvil ve hisse senedi piyasasını hedefleyen yatırımlar gelir,
1c) ardından da şirket birleşme ve satın alma amaçlı daha kalıcı yatırım sermayeleri gelir ve
1d) en sonunda da doğrudan yatırımlar akmaya başlar.
Yukarıdaki ardışık davranışlar, yabancı sermayenin gelişmekte olan ülkelere giriş giriş sürecini özetlemektedir. Yabancı sermaye üfleyerek ve test ederek karar alır.
Bu cevaba yabancı sermaye adına, benim dâhil olduğum heyetin vereceği karşı cevap: Alacağınız ve harcamadan rezerv olarak tutacağınız bu yüz milyar doların yıllık faizi on milyar dolar ve 10 yıllık faizi de 100 milyar dolar ediyor. Rezerv için bu maliyetlere katlanmanız gerçekçi ve isabetli gözükmüyor, Türkiye niçin bu verimsiz maliyetleri yüklensin?
Yüz milyar dolar alıp rezerve çevirmenize rağmen hala sıcak paranın gelmesini istemeniz ve bunu bir gereklilik ve başarı adımı olarak sunmanızın da sebebi anlaşılmadı.
Rezervlerin artması birleşme veya devralma işlemlerinin artacağını garanti etmez. Diyelim ki yabancı şirketler gelip Türk Şirketlerini devraldı veya ortak oldu, bunun Türkiye’ye nasıl bir faydası olacağını düşünüyorsunuz? Daha önce bu türde gelen yabancı sermayenin Türk Telekom ve Turkcell gibi kuruluşlarda sorun çıkardıklarını biliyoruz.
Türkiye Gümrük Birliğinde olduğu süre boyunca büyük doğrudan yatırım gelmedi, bundan sonra da geleceğinin bir garantisi yok.
Hazinenin İkinci Cevabı:
2) Alacağımız yüz milyar dolarla kısa vadeli dış borçlarımızı kapatacağız. Böylece birkaç yıl soluklanmış olacağız.
İkinci cevaba karşı cevabımız: Bugünlerde, Türkiye’ye uzun vade için uygulanan faizler çok yüksek, hâlbuki kısa vadeli borçlarınızın faizi daha düşük. Bu zararı göze alarak kısa vadede rahatlamanın Türkiye’ye ne gibi bir fayda sağlayabileceği anlaşılmadı. Soluklanma döneminde hangi tedbirleri alacağınız ve bu tedbirlerin borçları azaltıp ekonomiyi nasıl büyüteceği anlaşılmadı.
Hazinenin Üçüncü Cevabı:
3)Yeni yatırımlar yapacağız.
Üçüncü Cevaba Karşı Ek Sorularımız: Ne yatırımı yapacaksınız? Altyapı mı, üretim tesisi mi? Üretim tesisi olacaksa Avrupa’daki muadilleriyle rekabet şansı var mı? Yatırımı kamu mu yapacak? Kamu yeniden müteşebbis mi olacak? Yoksa özel sektörün tesis kurmasını mı sağlayacaksınız? Bu durumda aldığınız döviz kredisini yatırımcı firmalara hangi yöntemle aktaracaksınız?
Yabancı Sermayenin Türkiye Hakkında Genel Değerlendirmesi:
“Türkiye’nin rakamlarına baktığımızda 450 milyar dolar dış borcu olduğunu görüyoruz. Yani bugün vermeyi görüştüğümüz kredinin dört buçuk katı kadar krediyi daha önce almışsınız.
Öyle görünüyor ki, alınan bu dış borçların çoğu enerji, elektronik eşya ve otomotive ithalatına harcanmış.
Yani Türkiye döviz gelirine oranla çok fazla otomotiv ithalatı yapmış ve otomotiv sektörü için aşırı oranda petrol ithal etmiş.
Yani alınan krediler doğru kullanılmamış.
Eğer ulaştırma altyapısı elektrikli olarak yapılsaydı, Türkiye’nin enerji ithalatı düşerdi. Hala yenilenebilir enerji üreten teçhizatın en önemli parçaları yurt içinde üretilmiyor ve ithal ediliyor olmasını da, Türkiye’nin yanlışlarına örnek gösterebiliriz.
İlaveten tüketici elektroniğinin neredeyse tamamı ithal ve bu alanda herhangi bir tedbir görünmüyor. Verilecek bu yüz milyar doların da verimli yatırımlara gitmeyebileceği; otomotiv, enerji ve tüketici elektroniğinin ithalatında kullanılacağı kanaati oluşmuştur.
Böyle devam ederse, Türkiye’nin dış borçlarını ödeyemeyebileceği ihtimali artar.
Bizden talep ettiğiniz kredinin, verimiyle birlikte tam zamanında geri ödenemeyebileceği ihtimali çok yüksektir.”
YANLIŞ ARAYIŞLARDAN DOĞRU SONUÇLAR DOĞMAZ
Türkiye’ye büyük veya stratejik doğrudan yatırım gelmeyeceği hatta uzun vadeli ve hacimli dış borç bulmanın bile imkânsız olduğunun anlaşıldığını umut ediyorum.
Umudunu yabancı sermayeye bağlayanlara, bağlamamasını öneririm, çünkü hayal kırıklığı yaşayacakları kesindir.
Kanaatimce Türkiye 50 milyar dolar daha dış borç bulup, toplam dış borçlarını 500 milyar dolara bile çıkarmaz ve çıkarmamalıdır.
Çünkü dış borçlara ödenen faizler, yıllık 25 milyar dolara ulaştı ve sürekli artıyor. Ekonomimiz bu kadar yüksek faizi kaldıracak katma değerli bir ekonomi değildir.
Peki, ne yapmalı?
Bu sorunun cevabı gayet açık ve yalındır: “Ekonomimizi cari açık vermeyecek şekilde yapılandırmalıyız.” Cevap bu kadar kısa ve nettir; uygulayıp başarılı olmak, zor olsa da mümkündür.
Türkiye’nin bugün TCMB’de 125 Milyar dolar döviz rezervi var. İlaveten bankalarda da 25 milyar dolar var. İyi bir ekonomi yönetimine başlangıç için bu tutarlar yeter.
Eğer cari açık yoluyla dış borçlar artış yoluna girmezse ve girmeyeceğine dair tüm dünyaya güven verilirse; hem ilave döviz rezervine ihtiyaç kalmaz hem de reytingimizde düzelmeler olur.
Son bir yılda hükümetin karmakarışık ve çelişkili politikaları sonucunda neredeyse herkes stokçuya dönüştü. Haneler, marketler, toptancılar, fabrikalar, ithalatçılar vs. Neredeyse herkes eline geçen parayla mal alıp depoladı; bu yönelim de ithalatı patlattı.
Türkiye’de krediler yani toplam talep artınca ithalat artış oranları da yükselir.
Çünkü yurtiçinde tükettiğimiz sanayi ürünleri içinde ithalatın her şey dâhil paçal payı %60-65’tir. Talep artınca İthalat, ithalat artınca da dış ticaret açığımız artar; bu da cari açığı yani dış borçları artırır.
Bütün bu olumsuz ortama rağmen, Nisan – Ekim döneminde toplam döviz gelirlerimiz toplam döviz giderlerimizi karşıladı.
Bu dönemde yaklaşık olarak 40 milyar dolar olan cari açığımız içinde yaklaşık olarak 12 milyar dolar net altın ithalatı var. Altın ithalatı ile net hata ve noksan kalemlerinin toplamı, neredeyse, cari açığı tamamen kapatıyor.
Eğer bugünlerde CDS oranlarımız biraz düştüyse, sebeplerinden biri, toplam döviz gelirlerinin toplam döviz giderlerine yetmesidir.
Daha akıllı bir ekonomi yönetimi, toplam talebi coşturan kredi politikalarını biraz törpülerse; emtia fiyatlarının kesin olarak biraz daha düşeceği 2023 yılında “cari fazla” vermek mümkün ve muhtemeldir.
Kredilerin kontrol edilmesi ve saçma sapan politikaların terkedilmesi başarıyı garanti edebilir.
Ekonomi cari açık vermeyecek şekilde yapılandırılırsa, bu kararlılık, 100 milyar dolar borç alıp TCMB rezervlerine ekleme çabasından daha etkili olur.
Burada TCMB rezervlerinin niçin önemli olduğunu bir daha açıklayalım. Merkez bankalarının rezerv bulundurma sebeplerinin başında yabancı sermayeye güven vermek gelir. Üstü örtük olarak yabancı yatırımcıya “korkma, gel; istediğin zaman paranı alıp çıkabilirsin” güvencesini verir.
En küçük bir iktisadi dalgalanma anında elindeki her şeyi satıp yurtdışına çıkmaya çalışan yabancı yatırımcıların bize bir faydası olmadığını ve olmayacağını, bunca tecrübeye rağmen hala anlamayanlara ne diyebiliriz ki…
Bu toplum, dış borç alarak bir yere varılamayacağına, yani dış-borç-koliklik bağımlılığının tedavi edilebileceğine inandığı anda başarılı olma yönünde en büyük dönüşümü yaşar.
İçinde dış borç bulma projesi olmadan ekonomiyi düze çıkaracak siyasi vaatlere hasretiz.