Yeni dönem
Türkiye’nin dış borçlarını ödeme konusunda kritik bir noktada bulunduğunu ve dış borçlarını ödeyememe ihtimalinin her geçen gün güçlendiğini, bu olguyu azaltma çabalarını da, aşağıdaki üç nitelendirme senaryosu bağlamında ve üç yazıda analiz etmiştik.
“Birincisi, en geç 2021 sonunda döviz rezervleri 40 milyar doların altına düşer ve Türkiye dış borç ödemelerini durdurur, buna “tıkanma” dönemi; İkincisi, rezervler yavaş yavaş azalır ve 2022’nin sonuna doğru 40 milyar doların altına düşer, buna “sürüklenme” dönemi ve son olarak, rezervler 80 milyar doların altına hiç düşmeyebilir, buna da “azim” dönemi diyebiliriz.” Demiştik.
Faizler %15’e yükseltildi. Bu veri ve makul açıklamaların etkisi altında ekonominin geleceğiyle ilgili ne söylenebilir?
Birincisi “temerrüt” ihtimali riski olan dış ödemelerde “tıkanma” dönemine evriliş göstergeleri “şimdilik” ortadan kalktı.
Faizler artırılmadan önceki dönemle ilgili olarak yaptığım risk değerlendirme kıstaslarına göre, Türkiye’nin, 3 ila12 aylık dönem içinde dış borç ödemelerinde “temerrüde” düşme ihtimali yüksekti; faizler arttıktan sonra temerrüt riski tam olarak ortadan kalkmadıysa da azaldı.
Alınması gerektiği halde alınmayan kararlar ve yapılmaması gerektiği halde yapılabilecek yanlışlar temerrüt ihtimaline her zaman davetiye çıkarır; son faiz kararından sonra bu risk 12 ay boyunca ortadan kalktı.
Yukarıda tarif edilmeye çalışılan dönemlendirme kıstaslarına göre, Türkiye, “tıkanma “ döneminden çıkıp “sürüklenme” dönemine (20 Ekim 2020 tarihli Sürüklenen Türkiye Ekonomisi yazısı) geçti denilebilir.
YENİ BİR BAKIŞ AÇISI
Öte yandan duyulması pek umulmayan “ Başta finansal kurumlar olmak üzere ilgili tüm kurumların idari kapasitelerini güçlendirecek ve operasyonel yetkinliklerini artıracağız. Fiyat istikrarına odaklı para politikasının, kamu mali disiplini ile desteklenmesi ve …” bir açıklama geldi yeni Hazine ve Maliye Bakanından.
Sayın Cumhurbaşkanımız da "Türk ekonomisine ve Türk Lirası'na güvenen yerli ve uluslararası yatırımcıların kazancını kendi kazancımız olarak görerek, yatırımcılara her türlü kolaylığı gösterecek, desteği vereceğiz"
"Ekonomide, enflasyona ve cari açığa yol açmayan, ağırlıklı olarak yurt içi tasarruflar ve doğrudan uluslararası yatırımlarla finanse edilen bir yapı…"
"Ülkemizi yerli ve uluslararası yatırımcılar nezdinde riski az, güveni yüksek, kazancı tatminkâr bir cazibe merkezi haline getirmek…"
"…acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız"
“Ekonominin tüm taraflarıyla, tüm sivil toplum kuruluşlarıyla yakın iş birliği halinde hareket…”
"(Hazine ve Maliye) Bakanımızın ve Merkez Bankamızın yeni başkanının atacakları her adımda kendilerinin yanında olduğumu…”
“…şeffaflığı ve öngörülebilirliği artırmak suretiyle…”
“…hukuk devleti ilkesini güçlendirme bağlamında yargı sistemi konusunda da yeni adımlar…”
“Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz. Amerika ile uzun ve yakın müttefiklik ilişkilerimizi, bölgesel ve küresel tüm meselelerin çözümünde kullanma niyetindeyiz”
Yukarıdaki ifadeleri duyanlar kulaklarına inanamadı, konuşma metni temin edilip, faltaşı gibi açılmış gözlerle tekrar tekrar okunda bu metinler.
Bakış açısında beklenmedik bu dönüşüme Külliye’nin nasıl ikna edildiği sırrını koruyor fakat öngörümüzün, ilk perdesinin ilk adımları atılmış gözüküyor.
4 Ağustos tarihli yazımızda belirtiğimiz olgu, sanki gerçekleşmiş gibi oldu:
“Ekonomi yönetimi ya IMF gibi yöneterek, borçları azaltmak ve rezervleri artırmak için çalışacak ya da yönetemediği ekonomiyi IMF’ye kendi elleriyle teslim edecek, üçüncü bir yol yok.”
Vaatlerin yarısı bile yapılsa, IMF biraz daha kenarda bekleyecek demektir.
Hiç kimse içerikli ve temeli olan düzenlemeler beklemeli çünkü Türkiye’nin iktisadi nizamı genel olarak iyidir, tedirgin eden olgu, bu sistemi yöneten mekanizma olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin öngörülemez nitelikteki gayri iktisadi yapılanmasıdır.
Fabrika ayarlarına dönüş yeterli olabilir, şimdilik.