Türkiye’ye Güneş’i doğduran muhteşem üçlü

Sevgi ve cesaretin karşısında bu güne kadar hiç bir şey duramadı. Artık umutları, mutluluğa çevirmenin zamanı geldi” diyordu Şenol Güneş. Türkiye, futbolda böyle bir dönülmez yola girdi... Enazından Güneş döneminin başarıları tırmandırarak geçeceğini düşünüyoruz... 

1988’de G.Saray’ın Neuchetel maçı vardı. 0-3’ün rövanşını İstanbul’da oynayacaktı. Gazeteci olarak G. Saray’ın Florya’daki kampını ziyaret edip hoca ve futbolcularla röportaj yapmıştık. 

Teknik Direktör Mustafa Denizli’ydi ve o yıllarda cesaret futbolunu temsil ediyordu. Maçı sormuştuk, “Tur atlayacağız” demişti... 

*** 

Ve G. Saray İsviçre takımını, eze eze 5-0 yenmiş turu geçmişti. Maçtan sonra yine buluştuk Hoca’yla. Sordum. “Hocam, gerçekten eleyeceğinize inanmış mıydınız?” 

“Ben inanmasaydım, futbolcularımı nasıl inandırabilirdimki?” cevabını vermişti. 

Gerçekten böyle yürekli bir hocaydı Mustafa Denizli. Milli Takım’da da aynı cesaretin temsilcisiydi. 

*** 

Şenol Güneş ve Fatih Terim’le aynı anda Ay-Yıldızlı formayı giymişti. O jenerasyonun bu “muhteşem üçlüsü” Milli Takım’ımıza büyük başarılar yaşattı.  

Biri diğerinin rakibi değil, refiki oldu. Hep dost, sürekli arkadaş oldular, hem takımlarımıza, hem de Milli Takım’a büyük başarılar yaşattılar... 

Denizli başlattı, Terim ve Güneş, dönüşümlü olarak devam etti. Şimdi Güneş’le,çok daha büyük hedeflere koşuyor, yarın çıkacak hocalarımıza rol model oluyorlar... 

*** 

Çok değil, daha bir kaç yıl önce hem başarısız saha sonuçları, hem de utandıran kavgalar, peşpeşe yaşanan skandallarla, halkımızı futboldan soğutan bir takıma sahiptik. 

Şimdi ise, bütün bir ülkeyi, başarıya alıştıran, zaferlere inandıran ve milletimizi etrafında kenetleyen bir Milli Takım’ımız var... 

Önce Avrupa Futbol Şampiyonası’nda insanların gönlünde taht kuran ve şimdi de, daha iki maçla Türkiye’de büyük heyecan uyandıran Ay-Yıldızlı takımımız, aynı anda iki ayrı hikaye yazmaya hazırlanıyor... 

*** 

2002’deki üçüncülüğün üzerine koyarak daha büyük bir hedefe kilitlenen Şenol Güneş ve talebeleri, belli ki, başta pandemi olmak üzere her türlü zorlukla mücadele eden milletimizi sevindirecek bir büyük hedefe koşuyor. 

2002’de, her alınan galibiyet ve atlanan turlarla, insanımızı sokaklara, caddelere, meydanlara döken Milli Takım, yine Güneş’le ama bu sefer farklı gençlerle dahasını yapmak için  hırsla, inançla ve inatla hedefe yürüyor.... 

Türkiye, bir büyük rüyayı gerçekleştirmek üzere çift cephede iki büyük kupanın iştahını, şimdiden kabartıyor...  

*** 

Ne olur, ne kadar gerçekleşir bilemeyiz. Futbol bu. Çok büyük favorilerin ilk turda finallere veda ederek  gözyaşlarıyla evlerine döndüğüne çokça şahit olduk.  

Hiç hesapta olmayan bir ülkenin bütün hesapları altüst edip kupayı aldığını da gördük. 1992’de Bosna Katliamı sebebiyle kupadan ihraç edilen Yugoslavya’nın yerine çağrılan ve  tatilden topladığı futbolcularla Avrupa Şampiyonu olan Danimarka’nın inanılmazı başardığını şaşkınlıkla izledik. 

2004’te favorilerden biri evsahibi Portekiz’i,  iki maçta da yenerek bütün devlerin şaşkın bakışları arasından  hiç hesapta olmayan Yunanistan’ın ipi göğüslediğini de gördü Avrupa...  

Hem de hiç futbol oynamadan, rakiplerini de oynatmadan, sessiz sedasız, aldı götürdü kupayı komşumuz... 

Futbol böyle bir şey...  

*** 

Halbuki Hollanda, 1974’te Almanya’da Almanya’ya, 1978’de Arjantin’de Arjantin’e, 2010’da da G.Afrika’da İspanya’ya karşı 3 kere final oynayıp Dünya Kupası’nı hiç kazanamadı... 

Aynı Hollanda’nın,  1988’de Rusya’yı Gullit ve Van Basten’in golleriyle 2-0 yenerek Avrupa Şampiyonu olması, tek tesellisi... 

*** 

1996 Avrupa Şampiyonası finallerine ilk defa Fatih Terim’le katıldığımızda bir ilki başarmıştık, çok sevinmiştik. Gol bile atamadan 3 maçı da kaybederek ülkemize dönmüştük ama enazından kabuğumuzu kırmıştık. 

Hemen ardından bu sefer 2000 Avrupa Şampiyonası finallerine, bu sefer Mustafa Denizli ile katılmış ve bir ilki daha başarmıştık.  

Çeyrek finale yükselmiş, hakem hatalarıyla Portekiz’e yenilerek yarıfinalden dönmüştük.  

Sonra 2008’de de yine Fatih Terim’le bir ilki daha başarmış ve yarıfinal oynamıştık. Rakip Almanya’ydı ve 3-2 yenilmiştik ama  geridönüşlerin takımı olarak büyük izler bırakarak ülkemize dönmüştük. 

*** 

Dünya Kupası hayalimizi ise gerçekleştiren Şenol Güneş’ti ve 2002’de, bir değil, bütün ilkleri yaşayarak hem de Dünya Üçüncüsü olarak Türkiye’ye dönmüştük... 

Özellikle de 6 kere Dünya Şampiyonu Brezilya’ya kan kusturmuş, başabaş, dişediş mücadeleyle 1-0 yenilmiştik. Ama üçüncülük apoleti, en büyük başarı olarak altın harflerle  tarihe yazılmıştı.  

Şimdi, bu çıtayı daha yukarılara taşımak aşamasındayız. Avrupa Şampiyonası’nda da, Dünya Kupası’nda da final oynayan, hatta şampiyon olan bir Türkiye hayal ediyoruz... 

*** 

Şenol Güneş’in deyimiyle, umutları, mutluluğa çevirmenin zamanı geldi de çattı bile.. İnşallah Güneş ve ekibi, sporda yaşanması gereken bütün güzellikleri bize yaşatır. Futbolla tanıtımını yapabilen bir Türkiye, turizm gelirinden ekonomisini düzeltmeye, dış sermayeye evsahipliği yapmaya, yatırım almaya ve yeni anlaşmalarla ihracatını artırmaya yelken açar... 

Futbol, sadece futbol değildir ve bu büyük hedefleri teşvik eden ciddi fırsatları oluşturan bir alandır... 

*** 

İkide iki yapan Türkiye’nin bugünkü rakibi, Avrupa’nın en zayıf ekiplerinden biri Letonya... 

Zayıf dediysek “dişimize göre” demedik. Çünkü 1924’te Riga’daki 3-1’lik galibiyetimizden bu yana siftahımız yok. 

Yani 97 yıldır rakibimizi yenemiyoruz. 1 galibiyet, 1 yenilgi ve 4 beraberliğimiz var Letonya’ya karşı...2004’te 0-1’in rövanşında 2-0 galipken 2-2 berabere kaldık ve elendik Avrupa Şampiyonası’nda... 

*** 

2016 Avrupa Şampiyonası elemelerinde de hem Konya’da, hem de Riga’da yenemedik Letonya’yı. İki maç da berabere bitti ve 4 puan kaybettik bu zayıf rakibimize... 

Bu sebeple de Hollanda ve Norveç maçları kadar önemli bir maça çıkıyoruz. Mutlak kazanmalı, şeytanın bacağını kırmalı ve artık Letonya kabusunu yıkmalıyız...  

3’te 3 yapıp 9 puan topladığımızda da ciddi bir avantajla Eylül’e bırakmalıyız... 

*** 

Letonya maçıyla  ilk defa seyirciye kavuşuyoruz. “80 bin kişilik stadda 10 bin seyirci de ne ki?” diye düşünmeyin...  

Bu zamanda 5 bin seyirci bile büyük bir moral-doping olur futbolcularımıza... 

İnşallah da, taraftarımızla buluşmanın moraliyle Milli Takım’ımız başaracak, hele de farklı bir galibiyet çok makbule geçecek... 

Şu anda Türkiye’de en iyi giden şey Milli Takım’ımız. Güneş ve ekibine hem teşekkür ediyor, hem de başarılar diliyoruz... 

AVRUPA’NIN GÖZÜ FENA KORKTU 

Avrupa basını, “futbolun Türkiye’si”nden övgüyle bahsediyor. Önce Hollanda, ardından da Norveç galibiyetleri, neredeyse bütün Avrupa’nın gündemine oturmamızı sağladı. 

Her iki deve karşı ezici bir üstünlükle alınan galibiyetlerin yanısıra, futbolcularımızın performansı da oldukça takdir görüyor.  

35’lik Burak Yılmaz’ın 3 gol attığı, Kaleci Uğurcan’ın da çok başarılı kurtarışlar yaptığı Hollanda maçında futbolcularımızın performansı büyük takdir gördü... 

Ozan Tufan’ın muhteşem futbolunu iki güzel golle süslediği ve Çağlar Söyüncü’nün de, defansta durdurmayı başardığı ikiz kuleler arasından attığı kafa golü, hayran bırakacak cinstendi. 

Tabii, Türkiye, sadece bir kaç oyuncuyla önplana çıkan bir ekip değil. Tam bir takım oyunu oynuyor.  

Futbolun gerektirdiği ne varsa çoğunu yerine getiren, özellikle yardımlaşma, disiplin ve sabırda tam puan  alan, bitirici vuruşlarla da sonuç almasını bilen bir ekip görüntüsü verdi. 

Bu sebeple de sadece grubumuzdaki takımlar değil, önce yaz ortasında Avrupa Şampiyonası’nda grubumuzdaki takımlar ve muhtemel diğer rakiplerimizi korku saldı. 

Dünya Kupası finalleri de bir yıl sonra Katar’da. Orada da kupaya göz diken ülkelerin muhtemel rakipleri arasında tehdit olarak gördüğü takımların başında Türkiye geliyor. 

Bu sebeple de 11 Haziran’da açılış maçını oynayacağımız İtalya basınında çok geniş yeralan bir Türkiye var. 

“Korku salan bir ülke” olarak bahsediyorlar bizden... “Uçuşa geçen bir takım” diyorlar... 

Almanya, İspanya, Hollanda, Fransa... Daha önce Türkiye’yi yok sayan ve haber yapmaya bile değer bulmayan ülkeler, şimdi futbolcu isimleri vererek, takım analizleri yaparak ve gücümüzü takdir ederek ciddi haberlere imza atıyorlar... 

Dahası da sözü, Türkiye’yi Dünya Üçüncüsü yapan Teknik Direktör Şenol Güneş’e getiriyorlar ve  Dünya Kupası’nda büyük bir hedefe gözünü diktiğini söylüyorlar.  

Bunları görünce de insan büyük keyif alıyor. Muhteşem bir ekip  ruhu var ve bununla  övünüyoruz. Şenol Güneş ve çocuklarıyla gurur duyuyoruz.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum