Adalet konusunda Müslümanca duruş sınavı
Günümüz İslam dünyasında hemen herkes, söylem düzeyinde dinin en temel ilkesinin adalet olduğunu kabul eder ve hatta bu konuda övünçle uzun izahlarda bulunmaya özen gösterir. Nisa suresi 135. Ayetteki “Ey müminler! Kendinizin, ana-babanızın veya akrabanızın aleyhine de olsa, bütün gücünüz ve samimiyetinizle hep adalet ve hakkaniyetten yana olun. Allah için doğru şahitlik yapın... ” hitabını en iyi Müslüman alimler ve düşünürler bilir.
Ancak Kur’an’da adaletle ilgili çok sayıda öğütlere ve uyarılara rağmen, adaletsizliğin, hukuksuzluğun en derin yaşandığı toplumlar ne yazık ki İslam toplumlarıdır. Gerek Kur’an’ın, gerekse Hz. Peygamberin evrensel mesajlarında açıkça belirtildiği üzere, adalet Müslümanların en temel sorumluluğu olmasına rağmen, İslam ülkelerinde koyu bir despotizmin ve hukuksuzluğun hakim olmasını izah etmek maalesef mümkün değildir. Oysa Müslümanlar ancak yeryüzünde adaleti ikame ederek sorumluluklarını yerine getirebilirler ve kendi haklılıklarını ortaya koyabilirler.
Ama talihsizliğe bakın ki gerek Türkiye’de, gerekse diğer İslam ülkelerinde Müslümanlar adaleti savunma işini başkalarına bırakmış durumdalar. Neredeyse hiçbir İslamcı aydının ve ulemanın adalet ve hukukun üstünlüğü gibi bir gündemi bulunmamaktadır.
***
Maalesef bugün Türkiye’de, başta dini temsil görevini üstlenen Diyanet olmak üzere dini kimliğe sahip gruplar, cemaatler, sivil toplum kuruluşları ve İslamcı aydınlar adalet ve hukuk konusundaki bütün tezlerinden vazgeçtikleri gibi İslami duyarlıklarını da kaybetmiş bulunuyorlar. Adalet konusunda Kur’an’daki açık emirler ve Hz. Peygamberin mesajları artık onlar için hiçbir anlam ifade etmiyor. Ne yazık ki hemen herkes kendi hizbinin amigoluğunu yapmayı bir dindarlık vecibesi olarak görmeye başladığı için, dinin evrensel mesajı da toplumda yavaş yavaş buharlaşıyor. Bu yüzden de “Ne kadar Salatü selam, öbür dünyada o kadar huri” söylemlerinin müşterisi giderek artıyor.
Hal böyle olunca kimliği, meşrebi, düşüncesi ne olursa olsun adaleti savunma cesareti gösteren herkes imani bir görevi yerine getiriyor demektir. Çünkü Hz. Peygamberin de işaret ettiği gibi, Allah bizim görüşlerimize, sözlerimize değil, kalplerimize ve eylemlerimize bakmaktadır. Ne acıdır ki çeşitli bahanelerin arkasına saklanarak adaletsizliğe göz yuman ve hukuksuzlukları meşrulaştırma gayreti içinde olan dindarlar Müslümanca duruş sınavını kaybetmiş bulunuyorlar.
Oysa her Müslüman şu gerçeği biliyor olmalı ki adaletin tecelli etmediği ve zulmün yaygınlaştığı toplumlarda ortaya çıkacak fitneden kimse masum olmayacaktır.
Bütün dinlerin en temel ilkesi olan ‘adalet’, tarihin bütün kadim devletlerinin de en vazgeçilmez ilkesidir. Çünkü adaletin tesis edilmediği toplumlarda zulüm ve fitne kaçınılmazdır. Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal, “Türk Tarihi ve Hukuk” adlı eserinde, Kutadgu-Bilig’de Devlet İdaresi ve Teşkilatına dair esasları incelerken, günümüze de ışık tutacak önemli bilgiler sunuyor. Yusuf Has Hacip’in eserinde Kanun ve Adaleti temsil eden Han diyor ki: “Benim mahiyetim adalettir. Ben hiç sallanmam. Haksızla haklı, iğri ile doğru benim huzuruma gelirse, ben onların işlerini adalet esasına göre hallederim. Önüme gelen bey midir, kul mudur? Ben hiç fark gözetmem...
Güç sahibi olup doğruluktan sapanları ben adalete göre hükmederim. Benim mahkememe gelen oğlum olsun, yabancı olsun, yahut geçici bir misafir olsun hepsi için kanunum birdir. Bunların hiçbiri bende adaletten başka bir şey bulamazlar. Bir devleti, bir halkı idare etmek istiyen adil olmalıdır.”
Galiba bir gerçeği açıkça ifade etmek gerekiyor; İslam günümüz dindarlarının hayatının merkezinde yer almadığı için, hak-hukuk ve adalet gibi kavramlar onlar için sadece dini bir hatıra niteliği taşımaktadır. Dramatik bir durum ama, demokrasi, özgürlükler, insan hakları, kadın hakları ve çevre hakları gibi kavramlar İslam toplumlarında bir ihtiyaca tekabül etmemektedir, sadece stratejik bir araçtır o kadar...