Batı dünyasının bakmayı hiç denemediği açı
Liberal demokratlar işin başında dünyayı değiştirmek istiyorlardı ve demokratik değerlere ulaşmak hedefiyle yola çıktılar. Ancak 1980’lerde bir yerlerde bir şeyler oldu ve liberal fikirlerde derin bir muhafazakarlaşmaya tanık olmaya başladık. Modern toplumda inanılmaz bir etki gücüne sahip olan liberal düşünce, 1980’lerde sağın yükselişiyle birlikte değişimci özelliğini kaybetti ve “Dünyayı stabil tutalım” söylemine kilitlenip kaldı.
Şaşırtıcı olan şu ki; insanların hayal etme biçimini liberal alanın dışına çeken ve dünyayı değiştireceğini söyleyen, “Yeni, özgür, adil bir dünya istiyoruz” sloganıyla yola çıkan hareketlerin hiçbiri başarıya ulaşamadı.
Çünkü bu hareketler, yaratmak istedikleri toplum biçimi hakkında hiçbir fikre sahip değiller. Bu yüzden de saman alevi gibi parlayıp sönüyorlar. “Wall Street’i işgal et” dalgasını, Tahrir Meydanı’nı kim hatırlıyor şimdi, hiç kimse...
Manzaraya siyaset açısından baktığımızda da durumun hiç iç açıcı olmadığını görüyoruz. Mesela Obama’nın ana sloganı “Değişim”di ne oldu? İşin başında neredeyse, şimdi tam olarak oraya geri döndük.
Maalesef liberal demokrasi kendi konforlu dünyasının dışına çıkamadığı için insanlar, bütün politikalarını yabancı nefreti, İslam karşıtlığı ve ötekileştirme üzerine bina eden popülizm figürü Trump’ın kahraman olduğu bir zamana özlem duyuyor hale geldiler.
***
Evet şu anda olup bitene dair müthiş bir tatminsizlik ve toplumsal değişim için açlık olmasına rağmen, neden değişimin gerçekleşmediğini esaslı bir şekilde sorgulamak gerekiyor. Her şeyden önce liberal demokratik dünyanın nerede hata yaptığına bakması gerekiyor. Mesela Afganistan’a gidip kötü savaş liderlerini saf dışı bırakınca insanların mutlu olacağını zannettiler, ama öyle olmadı.
Ünlü yönetmen Adam Curtis, verdiği bir röportajda Bitter Lake filminde Afganistan’a olan bu yaklaşımın işleri çok daha karmaşık hale getirdiğini göstermeye çalıştığını belirterek şunları söylüyor: “1979 devriminden bu yana iktidar mücadelesi yaşanan Afganistan gibi bir yerde, hiç kimse iyi ya da (bazı psikopatlar dışında) hiç kimse tamamen kötü değil.”
Belki de bazı şeylere yeniden bakmayı denemeliyiz, illa siyasetçilerin baktığı pencereden bakmak zorunda değiliz, zira siyasetçilerin düşündüğünden çok daha karmaşık bir dünya var dışarıda.
Bir kere her şeyden önce demokrasinin durağan bir kavram olmadığının altını çizmek gerekiyor. 2500 yıl önce Atina’da doğan bu kavram zamanla sürekli gelişmiş ve yeniden üretilmiştir. Unutmayalım, katılımcı demokrasi temsili demokrasinin eleştirisinden doğmuştur. Yani değişim için eleştiri şart.
Maalesef küreselleşme liberal demokrasinin temellerini aşındırmaya devam ediyor. Kabul edelim ki bugün demokrasiye tehdit oluşturan popülist rejimleri bir bakıma liberal sistemin yarattığı eşitsizlikler besleyip geliştirmiştir. Zira liberal demokratik sistemin kendilerine haksızlık ettiğini düşünen kitleler, popülist liderleri bir kurtarıcı gibi görmektedirler.
Eğer liberal demokratik dünya popülizme teslim olmak istemiyorsa, öncelikle bu karmaşık dünyanın karşısında odalarına çekilip oyuncaklarına bakmaktan vazgeçmelidirler. Pencerelerinizi ne kadar sıkı kapatırsanız kapatın, dışarıda korkunç bir dünya var...
Batı demokrasilerinin bakış açısındaki problemin tespiti açısından şöyle bir örnekleme yapmakta yarar var. Mesela IŞİD kötücül ve iblis bir örgüt. Ama eğer IŞİD’in 2003’teki Irak işgalinin oluşturduğu ortamdan filizlenen bir örgüt olduğunu göremezseniz, ya da görmek istemezseniz yanlış sonuçlara ulaşırsınız. Ne yazık ki Batı dünyası, olayın bu boyutuna bakmayı bugüne kadar hiç denemedi bile...