Demokrasinin ‘iç düşmanı’ popülizm kabusu...
Son yıllarda başta Batı dünyası olmak üzere dünyanın değişik coğrafyalarında popülist liderlerin fazla müşteri toplamaya başlaması ve popülist söylemin yükselişe geçmesi liberal demokrasi açısından derin bir endişe kaynağı. Tabiri caizse, Batı demokrasilerinin içinde ‘popülizmin hayaleti’ dolaşıyor.
Bugün Batı’da yükselişe geçen sağ popülizm ve popülist liderler milli duyguları köpürterek, temel politikalarını yabancı düşmanlığı ve İslamofobi üzerine üzerine bina etmektedirler. En tehlikelisi de popülist liderlerin demokrasinin dilini kullanarak ülkelerini “Vatanseverler ve vatan hainleri” gibi kutuplaşmacı bir mecraya sürüklemeleridir.
***
Şu günlerde Jan-Werner Müller’in “Popülizm Nedir” adlı çok önemli bir eseri yayımlandı. Demokrasiler için tehlikenin içeriden geldiğine dikkat çeken Müller diyor ki: “Bugün demokrasinin karşılaştığı tehlike sistematik olarak demokratik ideallere karşı çıkan bir bütüncül ideolojiden gelmiyor. Tehlike, demokrasinin yüksek ideallerini gerçekleştirmeyi vadeden (Yönetimi halka bırakın!) bir yozlaşmış demokrasi biçimi olan popülizm. Başka bir deyişle tehlike demokratik dünyanın içinden, demokratik değerlerin dilini konuşan siyasetçilerden geliyor.”
Maalesef popülist liderler, kutuplaşmayı derinleştiren söylemleriyle kendi vatandaşlarını adeta bir ‘milli mücadele’ ruhuyla büyük bir hesaplaşmaya hazırlıyorlar. Müller kitabında, Chavez’in 2002 yılında bir grev sırasında söylediği çok tehlikeli bir söyleme dikkat çekiyor: “Bu, Chavez taraftarı ya da karşıtı olmakla alakalı değildir... fakat... yurt severler ile memleket düşmanları arasında bir meseledir.”
Bütün dünya örnekleri gösteriyor ki, popülizmin sonu felakettir. Bilindiği gibi Chavez Venezuella’da petrol gelirlerini yatırıma değil, popülist bir anlayışla halka dağıttı. Chavez döneminde 20 milyon insan sosyal yardım alıyordu. Ama bugün halk ekmek bulmakta bile sıkıntı çekiyor ve Venezüella hızla bir iç savaşa sürükleniyor. Herhalde popülizmin yarattığı felaketi bundan daha iyi tarif eden bir örnek olamazdı.
İyi güzel de uygulamalardaki felaket bütün çıplaklığı ile ortadayken, popülizmin cazibesini nasıl açıklayacağız?
Açıkçası ben, demokrasiye dair tutulmamış vaatlerin her şeye rağmen popülizmi cazip kıldığı kanaatindeyim. Evet popülizm demokrasiyi çürütüyor, çok açık ki toplumları felakete sürüklüyor.
Ama kabul etmek gerekiyor ki, küreselleşmenin yarattığı adaletsizliği görmeden, popülizmin yükselişini izah etmek de pek mümkün gözükmüyor.
Zira küreselleşme yüzünden ülkelerin içinde yaşanan gelir dağılımındaki adaletsizlik, toplumun alt katlarında müthiş bir öfke ve kızgınlık birikimine yol açmaktadır. İşte popülist liderleri besleyen en verimli kaynak... Buna son yıllarda küresel ölçekte bir etki oluşturan terör korkusu ve yabancı düşmanlığı ve bazı ülkelerdeki ‘dış düşman’ paranoyası da eklendiğinde insanların “Ülkemizi elimizden alıyorlar” hissiyle popülizmin kucağına savrulmaları kaçınılmaz hale geliyor.
***
Hal böyleyken popülizmle başetmenin yolu, kesinlikle kızgın ve öfkeli kalabalıklara potansiyel terapi hastası muamelesi yapmak olmamalıdır. Unutmayalım ki, küresel sistem mağdurları olarak tanımlayacağımız bu korkulu ve hınçlı kitlelere karşı sergilenecek küçükseyici yaklaşımlar, demokratik idealleri zayıflatmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Küresel savrulmanın yarattığı popülizm kabusuna rağmen elimizde bir tek seçenek var; modern demokrasinin ana eksenini oluşturan kuvvetler ayrılığı ve bağımsız yargı...