Demokrasiye ve millet iradesine küsülmez
Bugüne kadar “sandık her şey değildir” argümanıyla seçimlerin tek başına demokrasinin bir göstergesi olup olamayacağı tartışıldı ve daha başka argümanlara da ihtiyaç olduğu söylendi. Hemen belirtelim, eğer bu ifade sandığı önemsizleştiren bir amaçla söylenirse son derece tehlikeli. Unutmayalım, 27 Mayıs darbesi bir anlamda ‘Demokrasi sadece sandık değildir’ diyen bir zihniyetin ürünüydü.
Bir kere sandıktan çıkan sonuca saygı, demokrasi için en öncelikli ‘şart’tır. Ve seçim sandığı yoksa demokrasi de yoktur. Ama bir rejimin demokratik karakter kazanabilmesi için sadece sandık yeterli değildir. Biliyoruz ki Suriye’deki Baas rejimi ve Kuzey Kore benzeri ülkeler de seçim yapıyorlar, üstelik de seçimleri yüzde 90’lara varan bir rakamla kazanıyorlar.
***
İşte bu yüzden demokratik ülkelerle sadece seçim yapan ülkeleri birbirinden ayıran bazı özellikler bulunmaktadır. Her şeyden önce bir rejimin demokratik olmasının temel göstergelerinden birisi, seçilmiş iktidarlara karşı muhalefet etmenin bütün yollarının açık olmasıdır.
Bu çerçeveden baktığımızda, çok doğal olarak Türkiye’yi demokratik sistemler içinde mütalaa etmek durumundayız. Kuşkusuz buna itiraz edenler olacaktır. Bir kere şunu açıkça ifade edelim; evet Türkiye’nin demokratikleşme konusunda bir takım sıkıntıları var, bu yüzden de elbette kamil manada bir demokrasi oluşturduğumuzu söyleyemeyiz. Ama Türkiye’yi sadece seçim yapan birtakım ülkelerle asla karşılaştıramayız. Unutmayalım, bu ülkenin yaklaşık 70 yıllık bir demokrasi tecrübesi var. Ayrıca Türkiye kadar demokrasi deneyimine sahip bir başka İslam ülkesi de yok.
Bu ülkede demokrasi zaman zaman darbelerle kesintiye uğrasa da, bizatihi yaşanan bu tecrübeler bile başlı başına çok önemli bir değer ifade etmektedir. Hatırlamakta yarar var; şimdilerde her ne kadar buzdolabında olsa da Türkiye Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakereleri yürüten bir ülkedir. Birileri bu maceranın çoktan bittiğini ve AB hayalinin çok uzaklarda kaldığını düşünebilir. Kuşkusuz bu görüşün, bir ölçüde haklılık payı içerdiğini söyleyebiliriz. Ama unutmayalım ki, Osmanlı’dan bu yana Türkiye’nin istikameti hep Avrupa olmuştur. Bu istikameti illa ‘Batıcılık’ anlamında değerlendirmek gerekmiyor elbette. Eğer meseleye ticari gereklilik ve siyasi ortaklık penceresinden bakabilirsek, sanırım daha sağlıklı sonuçlar üretebiliriz.
Özellikle Avrupa parantezini açmamın temel amacı şu; bazı demokratikleşme sıkıntılarını bahane ederek Türkiye’yi demokrasi dışı kategoride yer alan ülkelerle kıyaslamak, yaşadığımız demokrasi tecrübesini yok saymaktan öte kendimize haksızlıktır.
***
Seçimlerden yeni çıktığımız şu günlerde, beklentilerinin karşılığını yeterince alamayan, sandıkta istedikleri başarıyı yakalayamayan kesimlerin yaşadıkları umutsuzluk üzerinden demokrasiye ve millet iradesine küsmeleri, doğru ve de hakkaniyetli bir tutum değildir.
Herkesin bilmesi gereken bir gerçek var; eğer demokrasiden söz ediyorsak ve sandık da bunun en önemli göstergelerinden biriyse, çıkan sonuçları kabullenmek ve kazananı tebrik etmek aynı zamanda demokrasinin bir erdemidir. Bu açıdan bakıldığında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim sonrasında yaptığı değerlendirmelerin demokrasinin hassasiyetleri açısından çok doğru bir tavır olmadığını bir yere not etmek gerekiyor. Sonuçtan memnun olmayabilirsiniz, kabullenmekte de zorlanabilirsiniz ama kazananı tebrik etmeyeceğinizi açıkça beyan etmek, doğrusu çok şık bir davranış değildir. Çünkü hepimizi bağlayan bir karar var; millet iradesi...