Demokrasiyi taşlasak kurtulur muyuz?
Demokrasi ve İslam-siyaset bahsini tartışırken esas itibariyle insanlığın yüzyıllar içinde en iyi yönetim modeli arayışından söz ediyoruz. Evet din özü itibariyle hayatımızı tanzim eden bir rahmettir. Yani din iyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı tarif etmiş, adaletli olmayı emretmiş, zulmü ve başkalarının haklarını gasp etmeyi yasaklamıştır.
Dolayısıyla Müslüman duyarlığı açısından baktığımızda, bu temel ilkeler ışığında Allah’ın bize bahşettiği akıl ve iradeyle nasıl yönetileceğimize, hangi kurumlar eliyle çevremizi, şehirlerimizi imar edeceğimize, hangi eğitim yöntemleriyle ne tür bilgi ve teknoloji üreteceğimize, en önemlisi de bunları nasıl bir anayasal yapı içinde gerçekleştireceğimize biz karar veririz.
***
Aslında meselenin özü budur... Basit bir akıl yürütmeyle bile baktığımızda, gökten bir takım kutsal varlıklar gelip bizi yönetmeyeceğine göre, dünya işlerini tanzim etme faaliyetinin tamamen insanlar aracılığı ile yapıldığını rahatlıkla görebiliriz. Önemli olan; yönetme faaliyetinin hangi esaslara ve kriterlere göre yapılacağıdır.
Esas itibariyle siyaset kurumu bunun için vardır ve bu kurum kökenlerini ve varoluşunu insan iradesine borçludur. Dolayısıyla insan eseri olan her şey gibi, iyi ya da kötü yapılabilir. Her siyasi mekanizma kendi başına işlemeyeceğine göre, oluşturulacak yönetim modeli her dönemde sıradan insanlar tarafında da işletilebilecek bir kabiliyete sahip olmalıdır.
İşte yüzyıllar içinde uzun tecrübelerden sonra ete kemiğe bürünen modern demokrasi bir takım kurallara ve esaslara bağlanmıştır. Bütün yurttaşların oy verme esasına dayanan temsili demokrasinin sürdürülebilir olması için de ‘kuvvetler ayrılığı’, hukukun üstünlüğü gibi anayasal güvenceler esas alınmıştır.
Elbette bütün demokrasilerde sandık önemlidir ama sandık her şey demek değildir. Kısacası sandık, seçilmiş iktidarlara layüsel olma hakkı vermemektedir. İşleyen bir demokrasi için iktidarları da sınırlayan anayasal kurallar olmak zorundadır. Kuşkusuz kurallar böyledir ama, demokrasiyi seçen kitleler de aynı zamanda özgürlüklerine sahip çıkmak durumundadırlar.
John Stuart Mill ‘Demokratik Yönetim Üzerine Düşünceler’ kitabında bu konuda şöyle bir tespitte bulunuyor: “Bir halk özgür bir yönetimi tercih edebilir; ancak, tembellik, ilgisizlik, korkaklık veya kamusal ruh yoksunluğundan onu korumak için gerekli zahmetlere katlanmakta yetersiz kalabilir. Doğrudan saldırı altında olduğunda onun için savaşmazlarsa, yönetimi değiştirmeye yönelik hilelere kanarlarsa, anlık bir cesaret kırıklığından, geçici bir panikten veya bir şahsa yönelik coşkunluk nöbetinden ötürü özgürlüklerini büyük bir adamın ayakları dibine bırakmaya razı edilir veya ona kurumların altını oymasını mümkün kılacak güçler emanet ederlerse, özgürlük için pek de uygun olmadıklarını ispatlamış olurlar.”
Dolayısıyla temsili kurumların bir değerinin olabilmesi için halkın iradesine sahip çıkması elbette önemlidir, ancak esas itibariyle demokrasiye güvence sağlayacak olan hukukun üstünlüğü ve anayasal yapılardır.
***
Demokrasinin bugün geldiği noktayı değerlendirdiğimizde, İslam gibi güçlü bir referansa sahip olan Müslüman toplumları açasından talihsiz bir durum olduğu muhakkak. Kur’an’da namazdan sonra en çok zikredilen ve özellikle emredilen ‘adalet’ kavramı olmasına rağmen, bugün İslam dünyasının adaletsizliğin simgesi haline gelmesi gerçekten ibret verici bir manzaradır. İnsanı ‘eşrefi mahlukat’ olarak tanımlayan, onun haklarını teminat altına alan ve ‘kul hakkı’nı her şeyin üstünde tutan bir dine sahip olmamıza rağmen İslam ülkelerinde kişilerin hürriyetlerinin neredeyse yok sayılmasının, özgürlüklerin açıkça katledilmesinin hiçbir mazereti olamaz.
Hal böyleyken, Müslümanların hâlâ “Demokrasi kapitalizmin bir sömürü aracıdır” gibi hiçbir karşılığı olmayan safsatalarla uğraşmalarını akıl ve mantıkla izah etmek mümkün değildir.
Oysa Müslümanların oturup, yönetim şeklinin adına da takılmadan, “Acaba Müslümanlar olarak biz nerede yanlış yaptık, neden Kur’an’ın bize emrettiği adalet gibi, özgürlük gibi temel insani değerleri esas alan bir yönetim modeli oluşturamadık” diye sorması gerekmez mi?
Nedense ‘İslami değerler her şeyden üstündür’ diye herkese hava atmayı pek seviyoruz, ama adalete/hukuka ve özgürlüklere dayalı bir devlet modeli oluşturmayı bir türlü başaramıyoruz. Sonra da kendi beceriksizliğimize bakmadan demokrasi taşmaya kalkıyoruz.