Evrensel olmanın en önemli ölçütü ‘estetik iman...’
Yaşadığımız toplumda karşılaştığımız temel sorunların neden çözümlenemediğini, özellikle de İslam toplumlarını gelişmiş dünya ile karşılaştırdığımızda neden derin uçurumlar bulunduğunu sorgulama ihtiyacı hissederiz. Ve her seferinde ne yazık ki bizim toplumlarımızdaki liyakatsizliğin ve kalitesizliğin acı sonuçlarıyla karşılaşırız.
***
Maalesef gerçek şu ki; İslam toplumları gerek sanat-edebiyat, gerekse ilmi anlamda evrensel bir derinlikten mahrum bulunmaktadırlar. Kuşkusuz toplumun bütün kesimlerinin aynı ölçüde sanatsal bir duyarlığa sahip olması beklenemez. Ama özellikle entelektüel dünyanın, sanat-edebiyat ve fikri planda topluma yeni ufuklar açan bir vizyona sahip olması gerekir.
Oysa bugün İslam dünyasının hemen bütün ülkelerinde kelimenin tam anlamıyla fikri bir çölleşme yaşanmaktadır. Çünkü düşünce ve bilim insanlarımızın zihinleri, yaratıcı düşünceye değil, siyasal güce endekslenmiş bulunmaktadır. Bugüne kadar, sanata edebiyata, bilime değer verdiğini düşündüğümüz insanların dünyası bile evrensel olana kapalıdır.
Maalesef Türkiye’deki pek çok sanat-edebiyat ve bilim insanının düşünce ufku, ‘yerli’ ve ‘milli’ olma sloganı ile ifade edilir hale gelmiştir. Kabul edelim ki, aydınları iflas etmiş bir toplumun ufku evrensel sanat değerlerine kapalıdır.
Unutmayalım ki evrensel değerlere kapalı olan toplumların yerli ve milli olma iddiası da olamaz. Çünkü bütün ülkelerin sanat-edebiyat insanlarını evrensel ölçekteki kriterlerle değerlendirme zarureti vardır. Elbette her sanatçının eserlerinde kendi yetiştiği coğrafyanın, kültürün rengi, kokusu ve tınısı olmak zorundadır. Ancak onları evrensel kılan ‘aşkın’ bir iradenin, Nurettin Topçu’nun ifadesiyle “estetik iman”ın varlığıdır.
Nurettin Topçu “İradenin Davası, Devlet ve Demokrasi” adlı eserinde, sanatkârın içindeki melodinin, aşk ile ölüm arasında bir gidip gelme hali olduğunu belirtir ve sanatta ebedi olana işaret ederken Edgar Allen Poe’nun şiirle ilgili şu ifadelerine yer verir: “Şiirin bizi sürüklediği ve duygularımızla farkına varamadığımız, ancak temaşa ile tanıdığımız varlıkta bugünkü yaşayışımızın ötesine geçen, ebedi olan bir şey vardır. Onda, hayatımızın ölümle nihayetlenmediğine dair sade bir alamet değil, belki gerçekten bir hissi teminat bulunur.”
***
Bu örnekten çıkarak söylemek gerekirse; dünya edebiyatının büyük şairlerinden, hikayecilerinden, romancılarından haberdar olmayan bir toplumda evrensel ölçekte sanat-edebiyat eserlerinin yaratılması mümkün değildir. Doğası gereği her ülkenin sanatçıları kendi değerleri içinde eserler üretecekler ama dünyadan habersiz değil... Ayrıca bir sanatçının, başka bir dünyanın sanatçısıyla yaratıcılık anlamında buluşmasından daha daha doğal bir şey olamaz.
Mesela Paul Valery, Edgar Allen Poe ile ilgili bir mütalasında şöyle bir tespitte bulunuyor: “Baudelaire ve Edgar Allan Poe karşılıklı bir değer alışverişinde bulunmuştur. Biri diğerine sahip olduğu şeyi vermiş ve karşılığında diğerinden sahip olmadığı şeyi almıştır. Biri diğerine yepyeni ve derin bütün bir düşünce sistemini aktarmıştır. Poe, Baudelaire’i aydınlatmış, zenginleştirmiş, pek çok konuda fikirlerini etkilemiştir; sözgelimi, yazı sanatının felsefesi, yapaylık teorisi, modern olanı anlama ve yerme, istisnai ve tuhaf olanın önemi, aristokratik tavır, mistik coşku, zarafet ve kesinlik zevki, hatta siyaset... Baudelaire her bakımdan Poe’dan gebe kalmış, esinlenmiş, derinlik kazanmıştır. Fakat aldığı şeylerin karşılığında Baudelaire, Poe’nun düşüncesine sınırsız bir enginlik bahşetmiştir. Baudelaire bu enginliği gelecek kuşaklara arz etmiştir. Mallarmé’nin o müthiş dizesindeki gibi, şairi kendi olduğu şeye dönüştüren o aşkınlık...” (Çeviren:Kerem Ağca)