Ey elçiler istediğimizi hapse atarız size ne?

Katmerli askeri vesayetin olduğu yıllarda, yani darbe mevsimlerinde Avrupa İnsan Hakları kuruluşları Türkiye’yi “yarı askeri rejim” olarak tanımladıklarında devletimizin etkili ve yetkili kişileri Avrupa’ya kükreyen bir edayla “Özgürlükleri ve insan haklarını sizden öğrenecek değiliz, biz güçlü ve bağımsız bir ülkeyiz” diyerek meydan okurlardı.

Bu zihniyet yapısı yüzünden yıllarca demokratikleşmeye direndik ve yıllarımızı heba ettik. Sonra AK Parti iktidarı geldi ve son derece açık bir ifadeyle “Avrupa ile bütünleşmemize karşı çıkan çevrelerin, milli egemenlik, milli güvenlik, milli çıkar, milli ve yerel kültür konularındaki ideolojik yaklaşımları, Kopenhag Kriterlerinin hayata geçirilmesini geciktirmektedir” diyerek siyasette farklı bir dönem başlattı.

Hatta öyle ki 2004 yılında Anayasa’nın 90. Maddesine bir ek yaparak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni (AİHM) bir üst mahkeme olarak tanıyarak Türkiye’yi evrensel hukuk normlarıyla tanıştırdı.

Ama devran döndü, aynı AK Parti tıpkı geçmiş iktidarlar döneminde olduğu gibi demokratik değerlere ve AİHM’ye meydan okumaya başladı. Muhtemelen genlerimizin demokrasiyle bir problemi var ki sanki yıllarca özgürlükler ve insan hakları konusunda derin acılar yaşamamışız gibi bugünkü AK Parti iktidarı da demokrasiyle kavgaya devam ediyor.

Daha birkaç gün önce başta ABD olmak üzere Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda Büyükelçilikleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunarak “Osman Kavala’nın tutuklanmasının üzerinden dört yıl geçti. Davanın, farklı dosyaların birleştirilmesi ve beraat kararından sonra yeni davaların yaratılması yoluyla sürekli geciktirilmesi, Türk yargı sisteminde demokrasiye saygıyı, hukuk devleti ve şeffaflık ilkelerini gölgelemektedir” ifadesini kullandılar.

Bu çağrı sonrasında Türkiye’nin bir “hukuk devleti” olduğunu hatırlayan iktidar temsilcileri sert açıklamalar yapmaya başladılar. Önce Dışişleri Bakanlığı “Bu hadsiz bir açıklamadır” dedi, hemen arkasından Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Türkiye’deki mahkemelere tavsiye ve telkinde bulunmanın hiçbir büyükelçinin haddi olmadığını söyledi. İçişleri Bakanı Soylu ise açtı ağzını, yumdu gözünü ve “Çadır devleti değiliz, haddinizi bilin” sözleriyle büyükelçilere haddini bildirdi. Ve son olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan “Dışişleri Bakanımıza söyledim, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz” diyerek bir bakıma ‘bunları istenmeyen adam ilan edeceğiz’ anlamına gelen bir değerlendirmede bulundu. Doğrusu bu çok iddialı bir tavır, büyükelçiler gerçekten gönderilecek mi bekleyip göreceğiz.

Hemen belirtelim, hiçbir ülke ve temsilcileri Türkiye’ye ayar veremez, yargıya talimat, hatta telkinde bulunamaz. Ayrıca bu büyükelçilerin çıkışının, daha çok iktidarın gücünü tahkim etmeye yaradığını da unutmamak gerekiyor.

Evet kimsenin yargıya telkinde bulunmasını kabul edemeyiz ama iktidarın da yargının siyasallaşmasına bugüne kadar neden sessiz kaldığını, mesela Kavala davasının neden bir hukuk skandalına dönüştüğünü izah etmesi gerekmiyor mu?

Hatırlayalım, dönemin ABD Başkanı Trump Türkiye’nin cumhurbaşkanına hakaret mektubu yazmış, bugün kükreyen bakanlar ortalarda gözükmemişlerdi… Dahası PKK ve FETÖ’ye yataklık iddiasıyla tutuklanan ve “Hiçbir güç onu kurtaramaz” denilen Amerikalı rahip Brunson, Trump’ın telkinleri sonrasında alelacele serbest bırakılıp memleketine gönderilirken, ne hikmetse bu bakanların “yargı bağımsızlığı” hiç akıllarına gelmemişti.

Ama öyle anlaşılıyor ki bakanlarımız derslerine iyi çalışmışlar ve o engin hukuk bilgileriyle hepimize hukuk dersi veriyorlar…

Bu olup bitenler herkesin gözü önünde gerçekleşiyor, dolayısıyla kimse milletin aklıyla alay etmesin.

Herkes biliyor ve anketler de gösteriyor ki Türkiye’de yargıya güven her geçen gün daha da azalmaktadır. Anayasal bağlayıcılığı olmasına rağmen alt mahkemelerin Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını tanımadığı, AİHM kararlarının yok sayıldığı bir ülkede hukukun üstünlüğünden ve bir hukuk devletinin varlığından söz edilemez.

Dış dünyanın bize ders vermesinden gerçekten rahatsızlık duyuyorsak, önce kendi insanımıza bile güven vermeyen hukuk sistemimizi hepimizin gurur duyacağı bir seviyeye taşımak durumundayız. İşte o zaman başımız dik bir şekilde dünyaya meydan okuyabiliriz. Ama eğer yargının siyasallaştığı, özgürlüklerin askıya alındığı bir ülke olarak hali pürmelalimize bakmadan “İstediğimizi hapse atarız, istediğimizi çıkarırız, size ne…” demek istiyorsak o başka…

YORUMLAR (91)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
91 Yorum