Faşistlerin tavukları Borges’e emanet...
Bugünlerde Jorge Luis Borges’le yapılan sohbetlerden oluşan “Borges Sekseninde” kitabını okuyorum. Kitaptaki sıralamaya göre üçüncü sohbetin girişinde yer alan ve Borges’in kör oluş hikayesini anlatan şu cümleler, yazarın hikayeleri ve şiirlerindeki kadar muhteşem ve dokunaklı: “Ulusal kütüphanenin baş kütüphanecisiydim ve harfsiz kitaplarla kuşatılmış olduğumun ayırdına varmaya başladım. Sonra dostlarım yüzlerini yitirdiler. Sonra da aynada kimsenin olmadığını fark ettim.”
***
Borges, Dick Cavett Show’un sorularına verdiği cevapların bir yerinde Buenos Aires’deki kütüphane memurluğu sırasında yaşadığı bir olayı anlatıyor. Bu olay, o dönemdeki Peron rejiminin, bir başka deyişle faşist yönetimlerin karakterini anlatması bakımından son derece önemli. Borges diyor ki: “Kütüphane memurluğum sırasında bir gün pazar yerlerinde kümes hayvanlarını ve yumurta satışlarını denetlemem emredildi. Belediyeye gittim ve oradaki bir arkadaşıma ‘Hangi akla hizmet?’ diye sordum. O da ‘Ama sen Müttefikler’i destekliyorsun’ diye yanıt verdi. Peron rejimi Hitler ve Mussolini’yi destekliyordu. İtalya’yı çok severim, Almanya’yı çok severim, o yüzden de Mussolini ve Hitler’den nefret ederim.”
Kitabı okurken üniversite yıllarımda, Borges’in bir kitabı yüzünden yaşadığım bir olayı hatırladım. Edebiyat fakültesinde ikinci sınıftaydım, bir gün Beyazıt’taki sahaflar çarşısından Borges’in ‘Kum Kitabı’nı aldım ve eve gitmek üzere meydandaki Basın Sitesi otobüsüne binerek yola revan oldum. Yeni çıkan bütün kitaplar bana hep heyecan vermiştir. Özellikle de Borges’in kitapları benim için büyülü bir zamanın başlangıcı demektir.
Otobüse biner binmez kitabın üzerindeki jelatini çıkardım ve coşkuyla sayfaları çevirmeye başladım. O anda bütün dünyam Borges’ten ibaretti, dolayısıyla etrafımda olup bitenlerle bir ilgim olamazdı. O arada ısrarla elimdeki kitabı almaya çalışan bir genci fark ettim. Kitabı aldı, öfkeyle ve adeta yırtarcasına sayfaları çevirmeye başladı. Sonra bana döndü ve “Sen nerede okuyorsun?” diye sordu, ‘Edebiyat fakültesinde’ cevabını aldıktan sonra yüksek perdeden bir ifadeyle, “Böyle komünist kitapları okursan, Edebiyat Fakültesine giremezsin, bu kitap bende kalacak. Bir daha böyle vatana millete zararlı kitaplar okuma.” dedi ve Cevizlibağ durağında indi. Göz ucuyla pencereden baktığımda kitabın sayfalarını yırtarak yerlere attığını gördüm. Yanımda oturan amca bana dönerek, “Aman evladım bakma, belinde silah var” diye beni uyardı. O gün bir şey yapamadım ama, ertesi günü gidip inadına Borges’in kitabını yeniden aldım.
Kitaba karşı nefretle dolu o genç ya da bir başkası, aslında Borges’i tanımıyor, kitabın içeriğinde ne olduğundan da haberi yok. O üzerinde ‘vatan-millet-bayrak’ görmediği her kitaptan korkuyor ve de nefret ediyor.
Oysa mitolojik kahramanların, büyülü olayların, fantastik mekânların iç içe geçtiği ‘Kum Kitabı’, Borges’in engin hayal gücünün ve edebi dehasının izini sürer. Esere adını veren “Kum Kitabı” adlı fantastik öykü, büyülü bir kitaptan bahseder. Bilinmeyen bir dilde yazılmış olan bu öykü sonsuzdur; sayfaları çevrildikçe sonuna yeni sayfalar eklenir. Tıpkı kum gibi ne başı ne sonu vardır...
***
Galiba bütün mesele korkularımız, korktukça zihnimizde yeni düşmanlıklar üretiyor, çözüm üretemedikçe de hamaset üreterek korkularımızdan emin olmaya çalışıyoruz. Kısacası sonu faşizme açılan karanlık korku duvarları...
İster Arjantin’de, ister Almanya’da, ister İtalya’da, ister Amerika’da, isterse Türkiye’de olsun faşistlerin karakteri hiç değişmiyor. Faşistler caz sevmiyor, fazla soru soran, kafa karıştıran ‘vatan-millet’ duygularını köpürtmeyen kitaplardan da nefret ediyorlar.