Geri kalmışlık Müslümanların kaderi mi?
Belki tarihi Osmanlı’nın gerileme dönemine kadar götürmek gerekir ama, kabaca ifade etmek gerekirse son yüzyıl içinde Müslüman dünyanın başına gelenlere yakından baktığımızda doğrusu içimiz burkuluyor.
Neredeyse bütün İslam coğrafyalarında fakirlik, yoksulluk, terör, sefalet diz boyu... Sadece ekonomik alanda değil, eğitimde, sağlıkta, hukukta dünya ile kıyaslanamayacak kadar gerilerde seyreden bir İslam dünyası yani...
Peki bu Müslümanların bir kaderi midir?
Elbette hayır... Ortaçağ Avrupa’sında Galileo dünya ve evren hakkında çalışmalar yaptığı için engizisyon mahkemeleri tarafından yargılanıp mahkum edilirken, İslam dünyasında dini alanda olduğu kadar bilimde, felsefede önemli mesafeler kaydedilmiş ve pırıltılı dönemler yaşanmıştır. Bir gerçeğin altını çizmek gerekirse İbn Rüşd’lerin, Farabi’lerin, İbn Sina’ların yetiştiği bir İslam coğrafyasının kaderi geri kalmışlık olamaz.
Ama bir gerçek var ki bugün içine düştüğümüz durum, kelimenin tam anlamıyla içleracısıdır. Bunun sebebi imani bir eksiklik ya da beceriksizlik değil, Avrupa sanayi toplumunu yaratacak bir zihniyet devrimini gerçekleştirirken, bilimde, felsefede dünya çapında isimler yetiştirmiş olan medreselerin yeni gelişmeleri okumakta yetersiz kalmasıdır. Medreselerden ‘felsefiyet’ derslerini bile kaldıran bir zihniyetle dünyayı okumak elbette mümkün olamazdı.
-Düşünün ki; eğitim sisteminin temelini oluşturan medreseler Avrupa’da eğitim alanında meydana gelen yenilikleri artık takip edemez hale gelmiş.
-Pozitif bilimler medreselerin müfredatından çıkarılmış, medrese öğrenimi görmemiş pek çok kişiye ilmi rütbeler verilmeye başlanmış.
-Yeni doğmuş çocuklara müderrislik unvanının verilmesiyle ‘beşik uleması’ diye adlandırılan bir sınıf ortaya çıkmış.
***
Medreselerin bilim üretmeyi bırakmasıyla birlikte maalesef Osmanlı 17. yüzyılın başından itibaren çağın iktisadi, ticari ve hukuki gelişmelerini de takip edemez hale gelmiştir. Her padişah döneminde yenilenen kanunnameler sona erdiği için miadını dolduran örfi hukuk kanunları ihtiyaca cevap veremez hale gelmiştir. Oysa Osmanlı hukuku 16. yüzyıla kadar diğer bütün hukuk sistemlerine göre daha prestijli bir konumdaydı.
Dolayısıyla bugün başımıza gelenleri ‘bütün dünya tepemize çöktü, Müslümanları geri bıraktı’ retoriği ile izah edemeyiz. Yüzyıllarca bilim merkezi olmuş medreselerimizi pozitif bilimlerden temizleyerek hurafe üreten miskinlik tekkeleri haline dönüştürmüşsek, bunun sorumluluğu öncelikle bize aittir.
Hukukun ve demokrasinin olmadığı hemen bütün İslam coğrafyalarında her taşın altından neredeyse bir terör örgütünün çıkması bir tesadüf olamaz. Kabul edelim ki özgür düşüncenin önünü kapatan, evrensel normlarda bir hukuk sistemi inşa edemeyen toplumlar her zaman dışarıdan gelecek manipülasyonlara da, toplumsal kaosa da açık demektir. Maalesef demokrasinin, hukukun olmadığı İslam ülkelerinde El Kaide ve IŞİD gibi örgütler için elverişli bir iklim oluşmuştur.
***
Gelişmiş demokrasiler, İslam’ın özünü oluşturan adalet sistemi konusunda önemli mesafeler kat etmişken, bizim hala ‘şanlı tarih’ övünmeleriyle hukukun etrafından dolaşmaya devam etmemizin sorumlusu başkaları olamaz.
Oysa yapmamız gereken son derece açık; kendi hatalarımızı gözden geçirerek bilim, ekonomi, özgürlük ve hukuk alanında liyakat esasına dayalı bir sistem inşa etmemiz gerekiyor, üniversiteleri, devlet kadrolarını liyakatsizlerle doldurmak değil.
Ama talihsizliğe bakın ki, özgür düşüncenin önünün açıldığı gelişmiş ülkelerde bilim ve teknolojik alanda sınırsız üretimler gerçekleşirken biz hala ‘medrese nostaljisi’ ve ‘şanlı tarih’ övünmeleri ile vakit kaybetmeye devam ediyoruz.