Herkesin kendine göre bir Abdülhamid’i var...
Genel olarak milli duygularımızı şahlandırmaya müsait bir milletiz. Bu yüzden de çoğu zaman tarihi şahsiyetleri kendi yaşadıkları dönemin şartlarına göre değerlendirmekten çok, zihnimizde oluşturduğumuz şablonlara göre değerlendirmeyi tercih ederiz.
Mesela son yıllarda coşkulu bir dille yüceltilen, bugüne örnek oluşturması beklenen ve adına efsaneler üretilen Padişah II. Abdülhamid... Kimilerine göre Abdülhamid tahtta kaldığı 33 yıl boyunca Osmanlı’nın yıkılışını geciktiren bir ulu hakan ve de veli padişah... Kimilerine göre ise kuşkucu, baskıcı, tahtta kaldığı yıllar boyunca istibdat yönetimi oluşturmuş bir padişah. Maalesef her iki yaklaşımın da hakkaniyetli bir değerlendirme olduğunu söylemek mümkün değildir.
***
Pek çok hatırı sayılır tarihçinin de değerlendirmelerine göre, Abdülhamid Osmanlı modernleşmesinin önemli kilometre taşlarından birisidir. Abdülhamid; eğitim, kültür, sağlık, ulaşım ve bayındırlık alanında pek çok reform gerçekleştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası, halk meclisinin oluşması, düzenli iktisat ve bütçe uygulamaları, devlet gelirlerinin artması, demiryolu, tramvay ve telgraf gibi yenilikler onun döneminde gerçekleşmiştir. Devlet kurumlarında yapılanma ve kurumsallaşma onun devrinin eserleri arasındadır.
Ama aynı zamanda halk meclisinin kapanması, Kanun-i Esasi’nin rafa kaldırılması ve özgürlüklerin baskılanması da yine onun döneminde gerçekleşmiştir. Evet Abdülhamid döneminde kurumsal yapılanmaya gidilmiş, ancak bütün yapılanma Yıldız’da toplandığı için Osmanlı’nın yüzyıllara dayanan geleneksel kurumlarının temelleri de onun döneminde sarsılmıştır. Nitekim Abdülhamid’in tahttan ayrılmasından sonra, zaten devletin kurumları önemini kaybettiği için Osmanlı’nın çöküşü de gerçekleşmiştir.
Yine tarihçilerin ittifak ettiği önemli tespitlerden birisi de toprak kayıplarıdır. Bilindiği gibi Abdülhamid’in 33 yıllık saltanat döneminde Osmanlı’nın, Tunus, Mısır, Kıbrıs, Sırbistan, Karadağ ve Romanya başta olmak üzere 1 milyon 592 bin 806 kilometre kare toprak kaybedilmiştir. Denebilir ki Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı devleti tam bir bunalımın eşiğindeydi, bu yüzden bazı toprak kayıplarının olması mukadderdi, dolayısıyla bütün suçu ona yüklemek hakkaniyetli olmaz. Elbette o günün şartlarındaki ‘kurtlar sofrası’nı dikkate almadan bir yargıda doğru değildir. Ama sonuç olarak birbuçuk milyon metrekarelik toprak kaybı Abdülhamid döneminde gerçekleşmiştir. Zaten ‘tarihi şahsiyetler kendi yaşadıkları dönemin şartları içinde değerlendirilmelidir’ derken tam da bu gerçeğin altını çizmek istiyoruz.
Ancak bütün bunların ötesinde Abdülhamid, yüzü Batı’ya dönük bir padişahtır. Batılı tarzda müziğe düşkündür, alafranga havalar ve operalar dinler. Verdi sever, hatta saray tiyatrosunda sinema izler.
Abdülhamid, Saray oskestra şefleri Guatelli Paşa ile Miralay Lombardi Bey’den Batı Musikisi öğrenmiştir. Bir müddet de Dussap Paşa’dan piyano ve musiki dersi görmüştür. Biraz da keman çalan II. Abdülhamid, şehzadeliğinde Batı tarzında birkaç parça bestelemiştir.
Daha çok Klasik Batı Musikisi’ne eğilim gösterip, Yıldız Saray Tiyatrosu’nda opera temsillerini seyretmiş, orada devamlı bir konser dizisi düzenlemiştir. Avrupa’dan meşhur opera ve tiyatro artistlerini, virtüözleri İstanbul’a davet etmiştir.
***
Sultan Abdülhamid Arturo Stravolo isimli sanatçıya hayrandır ve onu 15 yıl bütün ailesi ile birlikte Yıldız Sarayı’nda görevlendirmiştir. Stravolo Bey opera solisti, tiyatro artisti olduğu gibi aynı zamanda saray operasını da idare etmiştir.
Görüldüğü gibi Abdulhamid devrinde musiki anlayışı Batılı bir çizgide gelişmiştir. Ama aynı zamanda Tanburi Cemil ve Hacı Arif Bey gibi büyük Türk musikişinasları da sarayda yer almışlar ve himaye görmüşlerdir.
Galiba bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor, sağlıklı bir tarih okuması ve Osmanlı değerlendirmesi yapabilmek için öncelikle zihnimizdeki ideolojik bariyerlerden kurtulmak gerekiyor. Belki o zaman ‘ulu hakan’, ‘veli’ ya da ‘kızıl sultan’ gibi giydirilmiş sıfatların ötesindeki gerçek Abdülhamid’i daha net olarak görebiliriz.