Keşke McKinsey’e mecbur kalmasaydık
Başlığa bakarak Türkiye’nin McKinsey danışmanlık firmasıyla anlaşmasına karşı olduğum gibi bir kanaatin oluşmasını istemem. Türkiye ekonomisinin içinden geçtiği sıkıntılı sürecin atlatılması için ekonominin gerçekleri neyi gerektiriyorsa elbette onlar yapılacaktır. Ekonomide işler yolunda gitmiyor olmalı ki, ülkeyi yönetenler bir arayış içine girmiş bulunuyorlar.
Dolayısıyla, Amerikalı bir danışmanlık firmasıyla anlaşma yapmanın ulusal çıkarlarımıza tehdit oluşturacağı şeklindeki feryatları biraz abartılı ve de ulusalcı bir refleks olarak gördüğümü belirtmek durumundayım. Biliyorum ki küresel ekonomik realiteler, ulusalcı kesimleri çok mutlu etmeyecektir. Bu yüzden de McKinsey’in ekonomik anlamdaki denetlemelerini müstemlekecilik olarak görmeleri normaldir. Ama ne yapalım ki ekonomimizin sağlık sorunları var, biraz can yakıcı olmakla birlikte eğer tedavi konusunda gerekli müdahaleleri yapamazsak, gelecekte daha büyük sıkıntılar yaşamak zorunda kalabiliriz.
***
McKinsey’in Türk ekonomisini düzlüğe çıkaracağı ve her şeyin güllük gülistanlık olacağını elbette iddia edemem. McKinsey’in pembe bir ekonomi tablosu mu, yoksa gerçekleri yansıtan bir fotoğraf mı ortaya çıkaracağını bilmiyoruz. Farzedelim ki ekonomimizle ilgili pozitif bir tablo ortaya çıktı, bu durum doğrudan yabancı sermayenin gelmesi için ön şarttır ama yeterli şart değildir.
Dünya ölçeğindeki yabancı sermaye hareketlerine bakarak söylemek gerekirse, yabancı yatırımcılar bir ülkenin sadece ekonomik görünümüne değil, o ülkenin demokratik görünürlüğüne, hukukun işleyişine ve siyasi istikrarına bakarak karar verirler. Nitekim Almanya ziyareti vesilesiyle iş dünyasının temsilcileriyle bir araya gelen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a Alman iş adamlarının bu konuda önemli mesajlar verdiği bildiriliyor. Deutsche Welle’nin haberine göre, Alman yatırımcıların Erdoğan’dan endişelerinin giderilmesi için ‘hukuk devletinin yeniden tesisinin’ şart olduğunu ilettiler. Alman Sanayi Birliği’nin (BDI) Başkanı Dieter Kempf diyor ki: “İstikrarlı bir Türkiye bizim için önemli. Ekonomi politikalarında yapılacak reformlar kadar hukuk devletine dönüşün ve basın özgürlüğünün sağlanması bir zorunluluk.”
Şunu bilelim ki, küresel sermaye sadece McKinsey’in raporlarına bakarak Türkiye’de yatırım için kuyruğa girmez. Kuşkusuz bu firmanın çekeceği fotoğraf, küresel sermaye için bir veri oluşturacaktır. Ama esas bizim hukukun üstünlüğü ve demokratik değerlerin işleyişi konusunda dünyaya pozitif bir fotoğraf vermemiz şart.
***
Aslında AK Parti iktidarıyla IMF’den kurtulan Türkiye’nin yeniden ekonomik bir sıkışıklık yaşaması ve McKinsey gündemlerine dönmesi bir talihsizlik. Zira AK Parti daha 2002 yılında yola çıkarken “hukuk-demokrasi-kalkınma” dengesi konusunda müthiş bir vizyon ortaya koymuş ve dünyaya demokratik bir Türkiye fotoğrafı sunmuştu: “Adaletin tesisi kalkınmadan önce gelir Demokratik bir hukuk devleti anlayışını hayata geçiremeyen ve adalete güveni tesis edemeyen ülkelerin, ekonomik yönden kalkınması da mümkün değildir.”
Daha da önemlisi AK Parti iktidarı, ortak akılla oluşturduğu bu vizyonla Türkiye’yi 2013’e kadar demokrasi liginde hatırı sayılır bir noktaya taşımıştı. Ancak kabul etmek gerekiyor ki, şimdilerde Türkiye’nin bu ligdeki görüntüsü artık eski pırıltısında değil. Bu yüzden de McKinsey gibi danışmanlık firmalarıyla yeni bir imaj çizme gayreti içindeyiz. Aslında hiç bunlara ihtiyacımız olmayabilirdi. Keşke AK Parti ilk dönemdeki pırıltısını hiç kaybetmeseydi... Düşünün ki, Türkiye’nin elinde ekonomik başarıların altında imzası bulunan Ali Babacan gibi bir markası var ama o şimdi ortalarda yok, peki neden?